15 Haziran 2014 Pazar

Ahmet Çitoğlu: Bıyığım yüzünden işten atıldım


Gazeteci Süleyman Boyoğlu “Bâb-I Âli'nin Çınarları Anlatıyor” başlıklı çalışmasında Hürriyet Gazetesi spor servisinde yıllarca çalışan Ahmet Çitoğlu bilinmeyen bir anıyı dile getirdi. Ahmet Çitoğlu, Hürriyet Gazetesi  Sayfa Editörü ike bıyığı yüzünden işten atılmasını şöyle anlattı
 “1990'lı yıllardı. Hürriyet gazetesinde spor servisi sayfa editörlüğü yapıyordum. Spor Servisi Müdürü Nezih Alkış birgün yanıma gelerek, bir ricası olduğunu söyledi. Alkış ‘Ahmetçiğim, kusura bakmazsan senden bir ricam olacak’ dedi. Ben de ‘Buyur seni dinliyorum’ dedim. Alkış, ‘Serviste bütün arkadaşlar bıyıklarını kesecekler, senin de bu karara uymanı istersem ne dersin?’ dedi.

Böyle bir istek karşısında şaşırıp kaldım. 'Herhalde şaka yapıyorsun, ciddi olamazsın?' diye sordum. Alkış, ciddi söylediğini, emrin ‘yukarıdan’ geldiğini belirtince merakla sordum: İsteyen kişi kim? Yukarıdan dediğin kim? Bana ‘Ben emir kuluyum, bu istek Genel Yayın Yönetmeni'nden geldi. Beni yanlış anlama…’ deyince şaşırıp kaldım.

Kendimi kısa sürede toparladım, biraz da kızgın bir ifadeyle ‘Buna ne gerek vardı. Benim bıyığımla niye uğraşıyorlar. Ben burada mesleğimi icra ediyorum. Bıyığımı da kesin kes kesmeyeceğim’ diye Nezih Alkış'a ilettim.

Nezih Alkış, ‘Beni kırma, hatırım için kessen ne olur’ diye ısrar edince de ben de kesin kararlı olduğumu ifade ettim. Alkış bana ‘Sen bilirsin… Ben görevimi yaptım’ dedi.

Bu arada servisteki dört arkadaş bıyıklarını kesti. Ben kararımdan vazgeçmedim, bıyıklarını kesen arkadaşlarıma uymadım. On beş yirmi gün sonra beni İdare Müdürü'nün odasına çağırdığı söylendi. İdare Müdürü bana ‘Ahmetçiğim sana üzülerek bu mektubu vermek durumunda kalıyorum. Bu yukarıdan gelen bir emir’ dedi. Elime bir zarf tutuşturdu. Durumu anladım, zarfı açtım baktım ve Hürriyet gazetesindeki görevime son verildiğini okudum. Yıllarımı verdiğim ve çok sevdiğim gazeteden bir bıyık yüzünden ayrılmamın burukluğunu yaşadım, ancak işsiz kalmadım, çok kısa bir süre sonra Akşam gazetesinde mesleğimi devam ettirdim”

14 Mayıs 2014 Çarşamba

Nurten Abla sende unutulmazlar arasına girdin



Nurten Abla iyi ki vardın ve bizleri bunları yaşattın. Sende unutulmazlar arasına girdin.
Seni nasıl unuturuz…
Sevgili Hicri Kınay’ın dediği gibi Hürriyet’te çalışıp ta Nurten Abla ile sohbeti olmayan zaten Hürriyetçi değildir.
İstihbarat Servisi’ne girip o yandan çarklı, hınzır gülüşünle “Toplanın çocuklar size bir şey anlatacağım” deyişini, belden aşağı fıkraları başından geçmiş gibi anlatıp Rıfkı Baba’nın deyimiyle“fotoğrafçı parçaları”nın ağızlarının suyunun akmasını, Rıfkı Baba’nın “Tut tu ayıp” diye kaçarken sana kulak vermesini,
Alaattin Büte’nin “Anlat anlat heyecanlı oluyor” deyişini,
Necmi Onur’un “Bunlar benim yazdığım Orospu kitabında bile yok deyişini”,
Celalettin Çetin’in sinsi bir şekilde anlatılanları dinleyişini,
Mehmet Türker’in uzaktan kulak verip herşeyden haberdar olmasını,
Orhan Kantoğlu’nun “Beni bu yaştan sonra azdırıyor” deyişini,
Tahsin Öztin’in yanına Şadan Galipollu’nu (Yolaşan) ve Baki’yi alıp gelerek dudağını ikide birde kırpıştırıp “Ben de duyayım bakalım Nurten ne anlatıyor?” deyişini,
Nehar Tüblek'in elinde o gün çizdiği karikatürle içeri dalıp "Bu nasıl çocuklar" derken "Nurten benden iyi müşteri topluyor" deyişini,
Feridun Eryılmaz’ın koltuk altında 35’lik Smith Wesson tabancasıyla gezerken “Senin tabancan patlar mı?” diye zılgıt yeyişini,
Tuncer Bicioğlu’nun “Abla anlat anlat…” deyişini,
Mahir Çerçi’nin “Abla bir birlikte olalım bu iş bitsin” deyişini,
Şakir Şad’ın “Bu işler adliyelik olur” deyişini,
Hicri Kınay’ın “Abla bunlar sapık uzak dur” deyişini,
Spordan Rıdvan Yelekçi’nin yanına Eşfak Aykaç ve Doğan Koloğlu’nu katarak hengameye katılışını,
Ergin İnanç’ın şamatayı duyunca hemen koşup gelmesini,
Hasan Bedrettin Ülgen’in “Çok gürültü oluyor. 16’cı haberimi yazdırıyorum. Siz uyuyorsunuz” diyerek kimi yakalarsa ona haber yazdırırken en çok ta Atilla Dağlı’ya belediye haberi yazdırırken şikayetçi oluşunu,
Kamil Başaran’ın “Bakan geliyor dağılın deyişini”,
Oktay Şengüler’in “Ben bunu haber yapacağım” deyişini,
Zeynep Göğüş'in gülerek olanları izleyişini,
Hami Alkaner’in “Ayıp oluyor beyler ben bugün nöbetçi şefim” deyişini,
Erol Gönenç’in “Abla sen bildiğiri anlat bunların hepsi bir tuhaf..” deyişini,
Şevki Adalı'nın yanına topladığı arkadaşlarlar her zamanki zerafetiyle "İçerde bir şeyler oluyor. Bakalım" diyerek toplananların başına gidişini,
Yıldırım Çavlı’nın “Abla olmasa bu servisteki sapıkları anlayamayacağız” deyişini,
Engin Bilginer’in “Meltem Pusat şikayet ediyor böyle şeyler yapmayın” diye gaz verişini,
Engin Giray’ın “Burada bir koku seziyorum” deyişini,  Ateş Çelik’in “Abla iyi anlatıyorsun” deyişini,
Selma Tükel’in yoğurt ve salatalığı yerken Sadettin Teksoy’un vantilatöründen paltosunu giyip korunarak anlatılanlara kulak vermesini,
Nezih Demirkent’in ise salona girip “Her şeyden haberim var” demesini çok özledik.
Hürriyet böyle renkli bir yerdi.
Hem Hürriyet’i özledik, hem de seninle güzel anılarımızı.
Güle güle Nurten Abla…
Sen gitmedin hepimizin anılarında ve yüreklerindesin
Hicri Kınay ve Celil Çolak ile birlikte Balat Hastanesi’nde hasta yatağında seni son görüşümüzdü.
“Çocuklarım nasıl?” diye sorduğunda kahrolduk.
Seni seviyoruz Nurten Abla…

Özkan Altıntaş



Hürriyet’in acı günü...
 
 
İSTANBUL
 
 
14 Mayıs 2014
 

 
Zor bir gün. Yüreğimiz yanıyor, içimiz daralıyor. Soma’da her geçen dakika artan maden şehitlerinin acısı sadece aileleri değil, Türkiye’nin yüreğine kor gibi düşüyor. İşte tam bu acıları yaşarken yüreğimiz, gözleri her daim gülen, şen kahkahaları ile Hürriyet’i neşelendiren Nurten Abla’nın ölümüyle bir kez daha yandı.
 
Hürriyet’in kuruluş yıllarından itibaren görev yapan temel taşlarından biriydi Nurten Abla (Baykara). Gazetenin en büyüğünden en küçüğüne herkesin Nurten Ablasıydı. Büyüğü, küçüğü yoktu, herkesin can dostu, dert ortağıydı, neşe kaynağıydı.
 
Görev yaptığı arşivin dışında gazetenin her odasında, her köşesinde, koridorunda nereye gitse canlılığını götürürdü, gülümsemesini taşırdı.
 
Selam vermediği, saygı görmediği, takılmadığı kimse yoktu. Gazetenin her şeyiydi. Kimin başı sıkışsa, kimin canı sıkılsa soluğu onun yanında alır, dertlerini onda bırakır, onun neşesini alarak uzaklaşırdı.
 
İşe yeni başlayanlara mentor’luk yapardı adeta. Ufak ufak tüyolar verirdi hayata dair. Aradan yıllar geçti, emekli oldu, evine çekildi ama ne O Hürriyet’i, ne Hürriyetçiler O’nu unutmadı. Hepimizin kalbindeydi. Hürriyet’in yapı taşlarından biri, Nurten ablamız şimdi yok. Yarın onu sonsuz yolculuğuna Levent Camii’nden öğle namazından sonra uğurluyoruz. Hürriyet’in başı sağ olsun.
 
 
NURTEN ABLA HİÇ DURMADI
 
Sanatın yaşı yok
 
Gaye GÜZELAY
 
13.06.2002
 
Terakki Vakfı Plastik Sanatlar Merkezi'nin yaygın eğitim kapsamında açtığı ve her yaştan katılımcılara açık olan resim kursuna devam eden 70 yaşındaki Nurten Baykara'nın çalışmaları, aynı kursa devem eden 15 yaşındaki Şişli Terakki Lisesi öğrencisi Didem Akgün ve Galatasaray Lisesi öğrencisi Merve Mert ile aynı sergide yer aldı. Açılışta, Nurten Baykara'nın yaptığı annesi Mürvet Baykara portresi büyük ilgi topladı. Nurten Baykara, ‘‘Çok mutluyum. İnsan isterse her yaşta bir işin ucundan tutabiliyor. Bu kursta, renklerin büyülü dünyası ile tanıştım’’ dedi. Her yaştan 24 kursiyerin yağlı boya ve akrilik çalışmalarının yer aldığı sergi 21 Haziran'a kadar pazar ve pazartesi günleri dışında gezilebilecek
 




 

27 Nisan 2014 Pazar

Genel Yayın Müdürü - Necati Zincirkıran


Necati Zincirkıran’ını “Genel Yayın Müdürü – Olaylar Anılar ve Gerçekler” adlı kitabında basının bilinmeyenleri anlatılıyor. Necati Zincirkıran’ın kitabının önsözü şöyle:

Bu kitabımı, 53 yıllık eşim Neriman ile sevgili oğullarım Sedat ve Ceyhun, torunlarım Verda, Sedat ve Ali Zincirkıran’a ithaf ediyorum.NECATİ ZİNCİRKIRAN


Yazarı: Necati Zincirkıran
Kapak Tasarım: We On The Go
2013
ISBN: 978 9944-82-005-9
© Necati Zincirkıran / Epsilon Yayıncılık Hizmetleri Tic. San. Ltd. Şti.
Digital Yayımlayan:X
We On The Go - Design Solution
Kalamış Fener Cad. No: 16/3 34726 Fenerbahçe / İstanbul
Tel: 0216 700 13 39
İnternet adresi:www.weonthego.com

418 sayfalık kitabın internet ortamında bulunan pdf haline indirmek için aşağıdaki linki tıklayın

http://www.genelyayinmuduru.com/assets/genelyayinmuduru.pdf

 

Erol Simavi ile Hasan Bedrettin Ülgen’den bir anı

 
 

Ferda Kazancıbaşı- Kendi içimizdeki dil farklılığı

          Dost Beykoz'un 2012 Ocak sayında yayınlanan “Dil Birliği” başlıklı yazıma getirdikleri yorumları sebebiyle Sayın Muharrem Kaşıtoğlu ile Sayın Nizamettin Bilir’e teşekkür ediyorum. Ayriyeten Nizamettin Bilir adındaki okurumuzun “Dil Birliği” başlıklı yazıma değinerek (Atatürk Türk Milleti diyor, siz Ulus diyorsunuz daha başından yanlış, hem de dil birliğini yazıyorsunuz) şeklindeki yorumu sayesinde aynı konunun değişik yönü gündeme gelmiş oldu. Önceden planlamadığım halde kendi içimizdeki dil farklılıkları konusuna beni sevk eden Sayın Nizamettin Bilir’e ayrıca teşekkür ediyor, bu vesile ile yaşanmış bir hikâyeyi sizlerle paylaşarak konuya giriyorum.  

Erol Simavi ile Hasan Bedrettin Ülgen’den bir anı

          Sedat Simavi’nin patronluğu döneminde Hürriyet Gazetesi’nin sütun yazarlarından Hasan Bedrettin Ülgen, aynı zamanda Sedat Simavi’nin oğlu Erol Simavi’nin de lise’den Türkçe öğretmenidir. Ders esnasında bazı kelimelerin yanlış telaffuz edilmesinin farklı kelime ve farklı kavramlara sebebiyet verildiğinden bahseder. (u) harfinin üzerinde iki nokta ve (^) inceltme işaretinin olup olmamasına göre farklı anlamların ortaya çıktığını anlatır. (Sükût) kelimesinin (Sessizlik) anlamına geldiğini, (Sukut) kelimesinin ise (Düşme) anlamında olduğunu belirterek hayal kırıklığı anlamına gelen (Sukutu hayale uğramak) cümlesini de örnek olarak gösterir.

          Aradan yıllar geçer, Sedat Simavi ölür ve öğrencisi Erol Simavi gazetenin patronu olarak babasının makamındaki yerini alır. Hasan Bedrettin Ülgen ise derhal istifa dilekçesini hazırlar ve Erol Simavi’ye sunar. Erol Simavi istifa dilekçesini gördüğünde şaşırır ve (Hocam ben sizin karşınızda asla patron olamam sadece sizin öğrencinizim, lütfen istifa dilekçenizi geri alınız) diyerek ricada bulunur. Bunun üzerine Hasan Bedrettin Ülgen ikna olur ve dilekçesini geri alır.

          Ancak, zaman geçtikçe Erol Simavi giderek patronluk tavırları içine girer. Birkaç kez istifa dilekçeleri yazılır ve her defasında Erol Simavi tarafından ikna edilerek geri aldırılır.

          Artık son defasında Hasan Bedrettin Ülgen kesin kararlıdır. Erol Simavi bütün gayretlerine rağmen istifa dilekçesini geri aldırtmak için ikna etmekte başarılı olamamıştır. Hasan Bedrettin Ülgen dilekçesini verip makam odasından tam çıkacağı esnada Erol Simavi arkasından seslenerek, (Ama hocam ben sükûtu hayale uğradım) der… Bunun üzerine Hasan Bedrettin Ülgen kapı eşiğinden geriye bir adım atıp, eski öğrencisi Erol Simavi’ye hitaben (Sükûtu hayal değil, sukutu hayal) der ve kapıdan dışarı çıkarak iş yerini terk eder.

 

          Yukarda ki sohbet yollu anıda, yanlış telaffuz sebebiyle farklı kelimelere ve farklı kavramlara sebebiyet verildiğine tanık olmaktayız. Bizim konumuz ise, aynı kavramların farklı kelimelerle telaffuz edilmesine ve kendi içimizdeki dil farklılığına yol açmasına ilişkindir.

Kendi içimizdeki dil farklılığı konusuna gelince;

          Seksen yaşıma geldiğim hayat akışı içinde, gaz lambasından başlayarak bilgisayar çağına doğru gelişmelere tanık oldum. Ülkemizde olumlu veya olumsuz çok şeyler değişti.

          Cümle için eyerleştirilen kelimelerde; İmkân (Olanak), Müstesna (Ayrıcalık), Mesuliyet (Sorumluluk), Muhallif (Karşıt), Muhtemel (Olası), Muafiyet (Bağışıklık), Temayüz (Kendini gösterme), Kelime (Sözcük) oldu… Bu örnekler daha da çoğaltılabilir.

          İletişim aracı olan dil birliği son kırklı ve ellili yıllardan itibaren o kadar farklılıklara büründü ki kuşaklar arasında anlatım ortaklığı giderek zorlaşmaya başladı. Her iki devri birlikte yaşamış benim yaşımdakiler için cümle kurulurken toplumun her kesimini kucaklayabilecek ortak kelimelerin seçiminde hangisinin tercih edilmesi gerektiği noktasında sıkıntılar yaşanmaya başlandı.

           Günümüz şartlarında cümle kurarken, Kavram yerine (Mefhum), Kamuoyu yerine (Efkarı Umumiye), Farklılık yerine (Mübayenet), İzlenim yerine (İntiba), Yanlışlıkla yerine (Sehven), Çelişki yerine (Tenakuz), Uyumlu yerine (Tenasüp), eşdeğer yerine (Mümasil) kelimelerini kullanmış olsak bu kelimeleri kaç kişi anlar ve toplumun ne kadarını kucaklar?

            Kuşaklar arasında iletişim kopukluğuna yer vermemek için kendi içimizdeki dil farklılığının sebebiyet verdiği anlatım sıkıntılarının, halk olarak bizim ayıbımızın olmadığını da burada belirtmek isterim.

Millet, Ulus kelimelerine gelince;

           Bazen (Millet) bazen de (Ulus) kelimelerinin kullanıldığına tanık olunmaktadır. 18 Ekim 1982 kabul tarihli Anayasa’da (Millet) kelimesi yer almaktadır. Bakanlar Kurulu’nun teklifi ile Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 17 Mart 1981 tarihinde kabul edilen 2429 sayılı (Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı) ifadesinde resmi olarak (Ulus) kelimesi yer almaktadır. (Milletler Arası) ile (Uluslar Arası) tanımlaması eşdeğer görülmektedir Aynı kavramı temsil eden (Millet) ve (Ulus) kelimeler toplum diline eşdeğer olarak yerleşmiş bulunmaktadır.

            Yeri gelmişken şunu da ifade etmek isterim ki, kelime farklılığından yararlanıp aynı kavramı farklı kavramlar imiş gibi zihinleri yanıltarak toplumu (Milliyetçi) ve (Ulusalcı) olarak kamplara ayırma fırsatını kollayanlara da rastlanılmaktadır. Onlara bu fırsatı tanımamak gerektiğini de belirtmek isterim.

Geçen sayıdaki yazımda güdülen amaç harice karşı Dil Birliğimizdir.

          Gazetemizin ocak sayısında değindiğim (Dil Birliği) başlıklı yazımda Mustafa Kemal Atatürk’ün (Ülkesinin yüksek istikbalini korumasını bilen Türk milleti, Dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır) sözünü bir kere daha tekrar etmek istiyorum. Son on yıl içinde dilimize İngiliz kökenli o kadar çok kelimeler sızmaya başladı ki, anlatım aracı ana dilimiz yabancı dillerin boyunduruğu altına girme tehdidi ile karşı karşıya geldi. Ocak sayısında dil birliği başlığı altındaki yazımda ana dilimize sızma durumundaki İngiliz kökenli yabancı kelimelerden verdiğim somut örneklerin yeterli olacağını, bu nedenle aynı örnekleri bir kere daha tekrar etmenin gerekli olmayacağını düşünüyorum.


            Sonuç olarak şunu ifade etmek istiyorum ki, kendi içimizdeki dil farklılığı ayıbının halk olarak bize ait olmadığını belirtirken hariçten gelen yabancı dillerin saldırılarına karşı kendi öz dilimize sahip çıkılması hepimize düşen görev ve sorumluluk olmaktadır… Hoşça kalınız.

Faruk Zabcı'nın oğlu gayrimenkulden mezun oldu


Hürriyet Gazetesi Londra temsilcisi Faruk Zabcı'nın oğlu Mert Zabcı, 23 yaşına bastığı gün, gayrimenkul yönetimi alanında "dünyanın en iyisi" sayılan üniversitesi tarafından üç ödüle birde


Önde gelen ekonomi üniversitelerinden London School of Economic'i sınıf birinciliğiyle bitiren Mert Zabcı, gayrimenkul yönetimi alanında yüksek lisans yaptığı Reading Üniversitesi tarafından, diplomasını en yüksek puanla aldığı için "yılın öğrencisi" seçildi.



Hürriyet

Köy Enstitülerini anarken!


Cep büyüdü ve fındıkları bölüştük!
Yalçın Kamacıoğlu yazıyor:
Beşikdüzü belleğimde silinmeyecek bir yere sahip... PUNTO'nun resimlerini dikkatle izledim. İlk gün açık renk kısa pantolonlu Akın, genel konunun arasında kaynamıştı..
O tarihte Beşikdüzü sakinleri okuldan uzak bir alanda oturuyordu... Okulun büyük binalarına (ki ben göz alabildiğine boş doğal plaj halini de hatırlıyorum... Öğrenciler arılar gibi çalışıyordu) sahile paralel ve çok yakın bir yolla gidiliyordu. Oturduğumuz kiralık ev okula yakındı... Babam evden erken çıkar, okula kadar her gün yürürdü. Bana da ders çalışmamı falan değil keman çalışacağım işaretli yerleri hatırlatırdı.
Bildiğim kadar fındık depolarının bulunduğu alanda bir kiralık evde oturuyorduk... Diğer evlerin pek çoğunda da öğretmen aileleri vardı. Akın bir akşamüstü annem sormadan, ben aramadan hangi sokak arasında demeden eve geldi... Pantolonundan şikâyetçi olmuştu... Sahne çok canlı... Dün gibi..
---Anne offf, olmuyor olmuyor!
--Nedir oğlum?
Akın bir eliyle kemerini tuttuğu pantolu gösteriyordu..
Annem “dar değil oğlum... Paçaları iyi... Hemen büyüyorsun... Bir ay sonra içine zor girersin!”
Akın öfke içinde tarifini sürdürdü; “Anne paçalar değil cepler dar... Ceplere bir şey girmiyor ki?
Mesele anlaşılmıştı. Akın her sabah düzgün bir iş yapardı... Diğer çocukları (bazen 6 bazen daha az olurdu) talime tabi tutardı... Onlar da, ki çoğu ondan daha büyüktü ses çıkarmazdı! Önce düzgün bir şekilde sıraya girerlerdi. Askercilik oyunu oynarlardı... Akın mutlaka elinde bir çubuk ile mangasının yanında yürürdü. Sağa dön sola dön İleri marş.. Hemen öğlene kadar mini sokak Akın’ın komutları ile dolardı... Yapamayanlar, yürüyüşü aksatanların cezası kesilirdi. Sopa derhal inerdi. Bu ceza bazen şikâyete de yol açardı... Önce çocukların dayak yiyenleri bir kaç gün uğramazdı. Sonra yapacak başka şey yoktu ki... Gelir sıraya girerlerdi. Akın onları sıranın en arkasına almayı da ihmal etmezdi...
Depo sahibi bütün gün Akın’ın komuta ettiği ekibi seyrediyormuş... Oyun sonrasında Kumandan dediği Akın’a mutlaka fındık verirdi... Okulun haberlerini takip eder, babama da her seferinde birşeyler sorar onunla konuşurdu..
“Doldur ceplerini kumandan... Bu günde iyi talim yaptırdın”.
Akın’ın sıkıntısı belli olmuştu... Pantolunun mini cebine ya 5 veya 6 fındık anca sığıyordu... Eline de alsa alsa 5 fındık alırdı... O gün annemin başından ayrılmadı... Annem benim eski pantolunlarımdan birini kesti. Akın’a daha büyük bir cep yaptı... Sağ tarafı paça değil boydan boya cep oldu! İyi de oldu... Ancak ondan sonra Akın fındıklardan bana da pay vermeye başladı.

"Ajda İle Çetin Emeç'in mayolu Fotoğrafları Hürriyet'e geince…"



Arda Uskan  
Duayen Magazin Gazetecisi Aykut Işıklar'la "Anılarda Yolculuk"…
Kesintisiz 42 Yıldır Basın Hayatının İçinde Aykut Işıklar. 1968'de Magazin Muhabiri Olarak Başladığı Mesleğine Şimdi Duayen Magazinci Olarak Devam Ediyor. Ondaki Anılar Kimsede Yok. Ajda Pekkan'dan Çetin Emeç'e, Emel Sayın'dan Zeki Müren'e Ve Daha Pek Çok Sürpriz İsme Kadar… Ve Hülya Avşar'ın İlk Günleri De…


Aykut ile mesleğe başladığım ilk yıllardan beri arkadaşlığımız var. O zaman müzik muhabirliği yapıyordum, sonra magazinden yolum ayrıldı ama dostluğumuz hep devam etti.

Aykut, Hürriyet, Bulvar, Kelebek, Hafta Sonu, Günaydın, Posta, Sabah, Tercüman gibi ne kadar gazete varsa oradaydı yıllardır. Şimdi Bugün gazetesinde ve Kanal Türk'te hâlâ mesleğinin başında. Oturduk konuştuk, tabii ki önce ilk yıllardan başlayarak

- 70'lerde birlikte girdik bu macerayaSeninki nasıl oldu?

Meydan dergisi vardı, Hakkı Devrim genel yayın yönetmeni. Orada başladım. Daha sonra Yeni Gazete, derken onu Hürriyet satın alınca beni de Hafta Sonu'na aldılar

- Hafta Sonu o günlerde magazinin kral gazetesi. Müthiş etkisi vardı o âlemde

360 bin satardı. Daha hiçbir gazetede magazin yok, televizyon yok. Bir şarkıcı, hakkında iki haber çıkınca meşhur olurdu.

- Ama Hafta Sonu'nun agresif, saldırgan bir tavrı da vardı

Genel yayın yönetmeni İlhan Tu-ralı'ydı. Çetin Emeç o zaman Ses dergisinin başında. İtiraf etmek gerekirse fotoğrafa göre haber yapan ilk gazete olmuştur, sonra onu Günaydın takip etti.

- Nasıl yani?

Bilmiyormuş gibi sormaMuhabirler fotoğrafları çekip getirirler, masanın üzerine yığarlar. İlhan Turalı fotoğraflara bakar haber üretirdi. Mesela Gökben denize giriyor. "Gökben'i denizde köpek ısırdı" olurdu haber. İlhan Turalı, asparagas haberciliği Rahmi Turan'ın Tan gazetesinden önce Türkiye'ye getiren ilk adamdır.

- Yalan haberlerle canı yananlar da oluyordu. Tabii ki sorumlusu sen değilsin de, neden yapıyordunuz?

Türk milletinin yalandan hoşlanması o zaman da vardı. Konsere çıktı, şu filmde oynadı dediğin zaman kimse okumaz. O zaman da özel yaşamlar, kapışmalar okunurdu. Olmuyorsa uydurulurdu.

- O günden bu güne magazin mantığı değişmemiş diyorsun!

Bugün de yalan haberler devam ediyor. Ama o zaman gazeteciler yalan haber yapsa bile sanatçılar kızarlardı ve dost kalabilirlerdi. Bugünkü gibi gazetecilerden kaçmazlardı. Her şeye rağmen gazeteciye sırlarını anlatırlardı.

- Yazma dediği zaman yazmaz mıydınız?

Asla. Çünkü beraber gezer tozardık. Şimdi iş çığrından çıktı. O zamanki magazincilerle şimdikileri karşı karşıya getirdiğin zaman müthiş bir kültür farkı var. Sanatçılar da öyle tabii.

- Daha sonra Hafta Sonu'ndan, aynı grubun gazetesi Hürriyet'e sıçrıyorsunBu sırada Hafta Sonu'nun başına rahmetli Çetin Emeç geliyor. Nezih Demirkent de Hürriyet'in yayın yönetmeni. Emeç ile Demirkent'in aralarının iyi olmadığı söylenirdi!

Bir sabah Nezih Bey çağırdı. Masada fotoğraflar. Çetin Emeç, Ajda Pekkan'ın Çengelköy'deki villasının bahçesindeAjda bikinisiyle, ikisi güneşleniyorlar. Hürriyet muhabiri Oktay Şengüler sandaldan gizlice çekmiş.

26 Nisan 2014 Cumartesi

Binali Yıldırım'dan Uğur Dündar'a dava


Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme eski Bakanı Binali Yıldırım, kendisine iftira attığı gerekçesiyle gazeteci Uğur Dündar ile Sözcü'ye dava açtı.
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme eski Bakanı Binali Yıldırım, köşe yazısında kendisine iftira attığı gerekçesiyle gazeteci Uğur Dündar ile Sözcü gazetesi aleyhine 200 bin lira tazminat istemiyle dava açtı.
Yıldırım, avukatı Serkan Bayram aracılığıyla yaptığı başvuruda, 200 bin lira manevi tazminatın yanı sıra Dündar'ın köşe yazısının hukuka aykırılığının tespit edilmesini, basılı ve internet ortamında yapılan yayınların kaldırılmasını ve erişimlerinin engellenmesini, mahkeme kararının gazetede ve internette yayımlanmasını talep etti.
Dava dilekçesinde, Dündar'ın köşe yazısında, "İstanbul da Sabiha Gökçen Havalimanı'na 2. pist inşa edileceği, ihale bedelinin 2 milyar doları bulacağı, pistin ihalesini ön yeterlilik belgesi sunan 20 firmadan birinin üstleneceği ve bu anlamda çok yakında ihaleye çıkılacağı, bazı ses kayıtlarına dayanılarak Cengiz İnşaat'ın sahibi Mehmet Cengiz'in bu ihale için yüzde 10 verdiği, bu sebeple bahsi geçen kişinin 14 Kasım 2013 günü eski Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım'la İstanbul'daki Kıyı Emniyeti Sosyal Tesisler'inde buluştuğu ve 23.00'e kadar pist ihalesini konuştukları ve yüzde 10 vererek ihalenin halledildiği" iddialarına yer verildiği kaydedildi.
 
HAKARET EDİLMİŞ, İFTİRA ATILMIŞ, KİŞİLİK HAKLARI İHLAL EDİLMİŞTİR

Söz konusu yayınların, "Yıldırım'ı karalamaya yönelik, toplumun gözünde önyargılı ve yanlış bir algı oluşturma gayreti taşıyan, eleştirel niteliği bulunmayan, ciddiyetten uzak ve asparagas nitelikte" aktarılan dilekçede, şu ifadelere yer verildi:
"Davacı sayın müvekkil Binali Yıldırım, eski Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı'dır. Yayınlarda, bu tür asılsız isnat ve karalamalar ile davacı müvekkilin siyasi başarısı gölgelenmeye ve engellenmeye çalışılmıştır. Bir bakan ve siyasetçi olarak davacı müvekkil, sanki rüşvet almak, menfaat temin etmek, yolsuzluk yapmak ve adam kayırmak yollarıyla kamu ihalelerinin belli gruplara kazandırılmış gibi gösterilerek ve kamu vicdanında rüşvet alan, menfaat temin eden, yolsuzluk yapan ve adam kayıran kişi konumuna sokulup mahkum edilmeye çalışılmıştır. Oysaki sayın müvvekilin bahsi geçen kişi ve kurumlar ile yalan haberde belirtildiği şekilde bir ilişkisi bulunmamakta olup, davacı müvekkile hakaret edilmiş, iftira atılmış, kişilik hakları ihlal edilmiştir."
 
SES KAYITLARININ GERÇEKLİKLE ALAKASI YOK
Köşe yazısında iddiaların ses kayıtlarından yola çıkılarak yöneltildiği kaydedilen dilekçede, "Söz konusu haber her ne kadar bir takım ses kayıtlarına dayanılarak yapılmış olsa da, bu ses kayıtlarının gerçeklikle ilgisi yoktur. Hukuki düzenlemeleri gözeterek haber yapan bir gazeteciden beklenmesi gereken öncelikle bir takım duyumların gerçekliğini araştırmaktır. Oysa ki dava konusu yapılan bu haberi yapan yayıncı kuruluş ve yazar hiçbir hukuki düzenlemeleri gözönünde bulundurmadan meslek etiğini hiçe sayarak yalan haber yapılmıştır" denildi.
Dava, İstanbul Anadolu Adliyesi 23. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde görülecek.

Gazetecilik Başarı Ödülleri sahiplerini buldu


TGC Başkanı Turgay Olcayto, Gazetecilik Başarı Ödülleri töreninde "Özgür ve bağlantısız gazetecilik için birlik olalım" mesajı verdi.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) 55’incisini gerçekleştirdiği Geleneksel Türkiye Gazetecilik Başarı Ödülleri, düzenlenen törenle sahiplerine takdim edildi. DenizBank’ın desteğiyle düzenlenen ödül töreni,  The Marmara Oteli’nde yapıldı.
Törende; Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Turgay Olcayto, önceki Başkan Orhan Erinç, Başkan Yardımcısı Recep Yaşar, Genel Sekreter Sibel Güneş, Genel Sayman Gülseren Ergezer Güver, Genel Sekreter Yardımcısı Ahmet Özdemir, Yönetim Kurulu üyeleri İhsan Yılmaz ve Göksel Göksu hazır bulundu.
Törene ayrıca; TGC Gazeteciler Sosyal Dayanışma Vakfı Başkanı Selami Turgut Genç, TGC Onur Kurulu Başkanı Ergin Konuksever ve üyeler Şükran Soner, Orhan Ayhan;  TGC Balotaj Kurulu Başkanı Muammer Tuncer, Balotaj Kurulu Sekreteri Haşmet Yavuz,  Balotaj Kurulu üyesi Şevket Uygun, TGC Denetleme Kurulu üyesi Nurcan Sabur, TGC Onursal üyeleri Dr. Mücahit Atmanoğlu ve Prof. Dr.Turgay Atasü, Başbakanlık Basın -Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü İstanbul İl Müdürü Necmettin Altuntaş,  Basın Enstitüsü Derneği (IPI) Başkanı Kadri Gürsel, Basın Konseyi Genel Sekreteri Namık Koçak, Gazeteciler Cemiyeti(Ankara) Genel Sekreteri Ümit Gürtuna, Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Genel Başkanı Uğur Güç, İletişim Araştırmaları Derneği  (İLAD) Genel Sekreteri Füsun Özbilgen, İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Taner Gören,  Hürriyet Gazetesi yazarı Sedat Ergin, Halit Kıvanç, Hıfzı Topuz, Yalçın Bayer, Türk Kalp Vakfı Başkanı Semiramis Sekban ile CHP İstanbul Milletvekili Süleyman Çelebi,  Kadıköy Belediye Başkanı Aykurt Nuhoğlu’nun da aralarında bulunduğu 700 davetli katıldı. Ödül töreni DenizBank’ın desteğiyle gerçekleştirildi.
GAZETECİLİK TARİH BOYUNCA ZORLU DÖNEMLERDEN GEÇTİ
Tören, Türkiye Cumhuriyeti kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ile haber peşinde ölen ve öldürülen basın şehitleri için 1 dakikalık saygı duruşuyla başladı. Sunuculuğunu Başak Şengül’ün üstlendiği törenin açılış konuşmasını Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Turgay Olcayto yaptı.  Başkan Olcayto,  şunları söyledi:
“Siyasi tarihimiz boyunca gazetecilik mesleği çok zorlu dönemlerden geçmiş, türlü baskılara göğüs germe durumunda kalmıştır. İkinci Meşrutiyet’ten bu yana dürüst, ilkeli gazetecilik için uğraş veren nice değerli meslektaşımız bu uğurda yaşamlarını kaybetmişlerdir. Abdi İpekçi Uğur Mumcu, Çetin Emeç, Ahmet Taner Kışlalı, Metin Göktepe, Hrant Dink bir çırpıda aklımıza gelen meslektaşlarımızdır. Salt gazetecilik yapmaktan, düşüncelerini ifade etmekten, kamuoyunu bilgilendirmeye çalışmaktan başka hiçbir suçu olmayan bu meslektaşlarımızı saygıyla anıyoruz. Yazıktır ki; böylesi hain saldırıların arkasındaki sis bulutu günümüze dek dağıtılamamış, kirli cinayetlerin üzerindeki örtü kaldırılamamıştır.”
44 MESLEKTAŞIMIZ HÂLÂ CEZAEVİNDE BULUNUYOR
Gazeteciler üzerindeki baskıya dikkat çeken Başkan Olcayto, sözlerini şöyle sürdürdü: “Özellikle geçtiğimiz üç yılda başta iktidar olmak üzere tüm siyasetçilerin yazılısı, görseliyle tüm medya üzerinde yoğun baskı kurduklarını gözlemliyoruz. Yanlışlarının günahını medyaya yüklüyorlar. Devlet sırrı diyerek ülkede yaşanan önemli olayları yurttaşlardan saklamak istiyorlar. Kolluk güçleri marifetiyle hedef gösterdikleri muhabirlere, kameramanlara şiddet uygulayarak gözdağı veriyorlar. Gazeteciler bir yandan ceza usul yasası özellikle de terörle mücadele yasası yüzünden mahkemeden mahkemeye koşuşturmakta, bir yandan da yine bu yasaların bir türlü iyileştirilemeyen maddeleri yüzünden cezaevlerinde çile doldurmaktadır. Halen bu yasaların kurbanı olarak 44 meslektaşımız cezaevinde bulunmaktadır.    
SEÇİMLERDE GAZETECİLERE ÖNEMLİ GÖREV DÜŞÜYOR 
Önümüzde bir Cumhurbaşkanlığı seçimi ve bir genel seçim var. Bu ortamda gazetecilere önemli görevler düşüyor. Medyamızın içinde bulunduğu durumu ortaya koymak için bir saptama yapmak istiyorum. İktidar baskısı gazetecinin üzerinde giderek ağırlaşıyor. Muhalif gazeteciler işten çıkarılıyor, gazeteciler kutuplaştırılıyor. Siyasi baskıları içine sindiremeyen değerli gazeteciler işsiz kalmayı yeğliyorlar.
YASAKLAMALAR BİRBİRİNİ İZLİYOR
İktidarın gazete yönetimlerine talimatla sansür yaptırabildiği ya da kendi meşrebine uygun  haber kotarttığı artık saklanamayan bir gerçek. Sosyal medyada yasaklamalar birbirini izliyor. Kamu reklamları gazetelere adaletli bir biçimde dağıtılmıyor. İktidarın yarattığı korku ikliminden sermaye grupları da etkileniyor ve muhalif gazetelere reklam vermekten kaçınıyorlar. Art arda kapanan ve ücret ödeyemez duruma düşen gazeteler ve televizyonlarda birikmiş ücretlerini, tazminatlarını alamayan yüzlerce basın emekçisi var. Sektörde sendikacılığı tamamen yok etme çalışmaları yapılıyor. MİT yasası nedeniyle artık haber kaynaklarımıza da elveda dememiz gerekecek. Çünkü gazeteci haber kaynağını açıklama evrensel ilkesi ülkemizde artık tarih oluyor. Sırada Basın Kanunu kapsamına alınmak istenen internet yasası var. Peki biz gazeteciler, sıkça değişen gündemi izlerken, tüm bunların ne kadar farkındayız? Özgürlük alanımız bu denli kısıtlanırken, düşünceyi ifade özgürlüğü önündeki engeller giderek çoğalırken, neden mesleğimizi korumak için birleşemiyor, bütünleşemiyoruz?
ÖRGÜTLÜ OLALIM
Örgütlü olmaktan neden korkuyoruz? Meslek örgütlerine üye olalım. Yasakların birbirine eklemlenerek çoğaldığı bir toplumda gazetecilik yapılabilir mi? Gelin sevgili meslektaşlar çuvaldızı başkasına batırırken iğneyi kendimize batıralım. Özgür ve bağlantısız gazetecilik için birlik olalım. Özgür ve bağlantısız gazeteciliğe ihtiyaç var. Basını özgür olmayan kamuoyunun haber alma, bilgilenme kanallarına yasak getirilen, düşünceyi ifade etmenin cezalandırıldığı, sansürün, oto sansürün kol gezdiği bir ülkede çağdaş bir demokrasiden söz etmek elbette olanaksızdır.  Gazeteciliği işte bu ağır ve zor koşullar altında türlü güçlüklerle yapan meslektaşlarımızı, ödüle değer görülen haberleri, araştırma ve köşe yazıları, fotoğraf ve kamera çalışmaları, belgesel ve TV programları, radyo çalışmaları nedeniyle şimdiden yürekten kutluyorum. Sorumlu ve titiz çalışmalarına tanık olduğum seçici kurul üyelerini de ayrıca kutlamak istiyorum.”
ÖDÜL ALAN GAZETECİLER KONUŞTU
Açılış konuşmasının ardından ödül törenine geçildi. Gazetecilik kategorisinde Haber-Siyasal dalında Sözcü Gazetesi’nde 13.12.2013 tarihinde yayımlanan “Enişteden Hükümeti Sarsacak İddialar: Bakanlığa Rüşvet Verdim” başlıklı haberiyle Uğur Dündar ödüle değer bulundu. Dündar, ödülü TGC Genel Saymanı Gülseren Ergezer Güver’in elinden aldı.
UĞUR DÜNDAR: YAŞASIN BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ, YAŞASIN ÖZGÜR BASIN
Uğur Dündar, ödülünü alırken şunları söyledi:
“Genç bir gazeteciyi heveslendiren bu ödül nedeniyle çok teşekkür ederim. Gelecekte çok başarılı olma sözü veriyorum. Çok sağ olun. Şaka bir tarafa, ben bu ödülü evrensel meslek ilkelerimize sıkı sıkıya bağlı kalarak toplumun gerçekleri öğrenme hakkına yiğitçe hizmet ederken kalemleri kırılan, işsiz bırakılan, zindanlara atılan tüm meslektaşlarım adına alıyorum. Yaşasın basın özgürlüğü, yaşasın özgür basın.”
BU ÖDÜLLER ÇOCUKLARIMIZA HEDİYEMİZ
Aynı dalda Cumhuriyet Gazetesi’nde 10.09.2013 tarihinde yayımlanan “AKP’li Belediye Binayı Yapıp Vakfa Bedelsiz Tahsis Edecek. Halkın Parası Deniz” başlıklı haberiyle Aykut Küçükkaya övgüye değer görüldü. Küçükkaya’ya ödülünü TGC Genel Saymanı Gülseren Ergezer Güver takdim etti. Küçükkaya, “Burada 9 yaşında bir oğlum var. Herhalde gazetecilerin çocuklarına bırakacağı en büyük servet işte bu ödüller” dedi.
MESLEK HAYATIMDAKİ İLK ÖDÜL
Gazetecilik kategorisinde Haber-Ekonomi dalında Akşam Gazetesi’nde 07.01.2013 tarihinde yayımlanan “320 Kilo Altın Böyle Uçtu” başlıklı haberiyle Süleyman Şen ödüle değer bulundu. Şen’ e ödülünü Türkiye Gazeteciler Sendikası  (TGS) Başkanı Uğur Güç verdi. Şen,  “Meslek hayatımdaki ilk ödülüm çok teşekkür ediyorum” diyerek duygularını dile getirdi.  Aynı dalda Taraf Gazetesi’nde 15.07.2013 tarihinde yayımlanan “Yine Cengiz Yine Kıyak” başlıklı haberiyle özgüye değer görülen Hüseyin Özay’a ödülünü TGS Başkanı Uğur Güç takdim etti. Özay, duygularını şöyle dile getirdi:
“Bir insan için en güzel şey, kendi meslektaşları tarafından ödüllendirilmesi oluyor. Ben Ankara’da görev yapıyorum. Özellikle 25 Mart gibi soğuk Ankara gününden gelip ödül almak çok güzel”.
Aynı dalda Sol Gazetesi’nde 23.07.2013 tarihinde yayımlanan “Altından Yandaşlar Çıktı” başlıklı haberiyle Yıldız Koç övgüye değer görüldü.  Ödülü  İletişim Araştırmaları Derneği  (İLAD) Genel Sekreteri Füsun Özbilgen’den alan Yıldız,  Koç, “Şu anda direnişte olan Karşı emekçilerine buradan selam göndermek istiyorum. Çok haklı bir direnişe başarılı bir şekilde devam ediyorlar. Benim ödül aldığım haberde pek çok arkadaşımın emeği var. Bu ödülü onlar adına alıyorum” diye konuştu.
YEŞİL İSTANBUL ÖZLEMİ
Gazetecilik kategorisinde Haber Çevre dalında Ömer Erbil, Radikal Gazetesi’nde 01.12.2013 tarihinde yayımlanan “16.9’un Yıkımına” başlıklı haberiyle ödüle değer bulundu.  Erbil ödülünü TGC Genel Sekreteri Sibel Güneş’in elinden aldı. Ömer Erbil ödülü alırken,  “Şantiyenin İstanbul’u bıraktığı Yeşil görmek dileğiyle” dedi. Aynı dalda Milliyet Gazetesi’nde 25.08.2013 tarihinde yayımlanan “Gökdelenler Baharımızı Yaza Çevirdi” başlıklı haberiyle Arif Balkan övgüye değer görüldü. Balkan’a ödülünü Basın Konseyi Genel Sekreteri Namık Koçak verdi. Balkan, “Meslek hayatının daha henüz başında olan bir gazeteci olarak bu ödüle layık görülmek çok büyük bir onur. Herkese teşekkür ediyorum” diye konuştu.
YAŞADIĞIMIZ TÜM ZORLUKLARIN ÜSTESİNDEN GELECEĞİZ
Haber eğitim dalında Habertürk Gazetesi’nde 20.08.2013 tarihinde yayımlanan “Lise-Leaks Skandalı” başlıklı haberiyle Sultan Uçar, ödüle değer bulundu. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu üyesi İhsan Yılmaz, Sultan Uçar’a ödülünü takdim etti. Uçar, duygularını şu sözlerle dile getirdi:
“2013 yılı aslında benim için çok zor bir yıldı.  Bu haberi yazdıktan henüz 4 ay önce babamı yeni kaybetmiştim. Haberi yazarken annem çok ağır bir ameliyat geçirmişti ve hastane odasındaydı. Her şeyi unutturacak şekilde kalben sevdim bu mesleği. Yaşadığımız bütün zorlukların üstesinden geleceğime inanıyorum. Bu ödülü hayata tutunarak aramızdan yer alan annem için alıyorum.”
GENÇ GAZETECİLERE MORAL OLUYOR
Haber Sağlık dalında Zaman Gazetesi’nde 13.01.2013 tarihinde yayımlanan “Bakıma Muhtaç Engellileri Köle Gibi Alıp Satıyorlar” başlıklı haberiyle Bünyamin Köseli ödüle değer bulundu. Köseli’ye ödülünü İstanbul Tabip Odası Başkanı Taner Gören verdi.
Aynı dalda Radikal Gazetesi’nde 27.05.2013 tarihinde yayımlanan “Kanser Çetesi İş Başında” başlıklı haberiyle İdris Emen övgüye değer görüldü. Emen’e ödülü TGC Onursal üye Mücahit Atmanoğlu verdi.  Emen, ödülü “Bu tarz ödüller biz genç gazeteciler için çok motive edici. Herkese teşekkür ederim” dedi.
TÜRKİYE YASAKLAR ÜLKESİ
Haber Kültür Sanat-Magazin dalında Cumhuriyet Gazetesi’nde 29-30.04.2013’de yayımlanan “Kırmızı Ruja Yasak ” başlıklı haberiyle Özcan Yaşar ödüle değer bulundu. Yaşar’a ödülünü TGC Genel Saymanı Gülseren Ergezer Güver takdim etti. Yaşar, “Türkiye adeta yasaklar ülkesi. Benim haberimin konusu da yasak konuluydu. Ama bazen yasaklar işe yarıyor. Böyle ödül getiriyor. Herkese teşekkür ediyorum” diye konuştu.
Aynı dalda Sol Gazetesi’nde 14.10.2013 tarihinde yayımlanan “Bilimsel Vurgun” başlıklı haberiyle Özgür Savaşçıoğlu övgüye değer görüldü. TGC Onursal üye Rüştü Bozkurt Savaşçıoğlu’na ödülünü verdi. Savaşçıoğlu, “Ben gazeteciliğe en yeni başlayanlardan biriyim. Gazeteciliğe başlamak için beni cesaretlendirenlere teşekkür ediyorum. Ayrıca penguen medyasına aklamayan hepimizi cesaretlendiren,  umutlandıran, boyun eğmeyen Türkiye halkına teşekkür ediyorum” diye konuştu.
Haber Spor dalında Hürriyet Gazetesi’nde 19.10.2013 tarihinde yayımlanan “100 Altın Uğruna” başlıklı haberiyle Celal Demirbilek ödüle değer bulundu. Ödülünü gazeteci Halit Kıvanç’ın elinden alan Demirbilek, “Mesleğimizin en önemli ödülünü bu yıl 12’incisi genelde 192. ödülü alıyorum” dedi.
HER ŞEYİ GAZETEDEN ÖĞRENDİM
Aynı dalda Habertürk Gazetesi’nde 14.06.2013 tarihinde yayımlanan “Lahmacunla Gelen Kupa” başlıklı haberiyle Murat Ağca, övgüye değer görüldü. Ağca, ödülü Halit Kıvanç’ın elinden aldı. Ağca, yaptığı haberin hikayesini anlattı. Ağca, “Haberde konusu geçen ticaret meslek lisesinin genç futbol lisesi, dünya şampiyonasına girerek yolluk ve harcırahlarını alamadıkları için orada lahmacun, döner yiyerek maçlara çıktılar. Ama şampiyon oldular. Haberim sayesinde döndüklerinde harcırahlarını ve yolluklarını aldılar. Şimdi bir de ödül aldılar” şeklinde konuştu.
UMARIM YENİ ŞAHSİYET AYAKLANMALARINA VESİLE OLUR
Hürriyet Gazetesi’nde 10.11.2013 tarihinde yayımlanan “Bülent Arınç’ın Yaptığı Bir Şahsiyet Ayaklanmasıdır” başlıklı köşe yazısıyla Ahmet Hakan Coşkun ödüle değer bulundu. Ödülünü TGC Başkanı Turgay Olcayto’nun elinden alan Ahmet Hakan Coşkun, şunları söyledi:
“Ben bu yazıyı yazdığım zaman, Başbakan Erdoğan, Bülent Arınç’ı biraz ezmişti. O da ‘beni ezme’ diye bir çıkış yapmıştı. Ben onu bir şahsiyet ayaklanması olarak nitelendirmiştim. Ama o ayaklanma kısa sürdü. Arınç, kendi ayaklanmasını bastırdı. Ayaklanma bitti ama yazı ortada kaldı. Ona da ödül verdiler. Çok teşekkür ediyorum. Umarım bu ödül, yeni şahsiyet ayaklanmasına vesile olur. “
İNSANLAR YAŞLANARAK ÖLEBİLSİNLER
Araştırma dalında Zaman Gazetesi’nde 1-5.03.2013 tarihinde yayımlanan “İnsan Kaçakçılığı  Gerçeği”  başlıklı araştırmasıyla Burak Kılıç- Fazlı Mert ile Habertürk Gazetesi’nde 4-6.05.2013 tarihleri arasında yayımlanan  “Mayın Kurbanı Hayatlar” başlıklı araştırmasıyla Ümran Avcı-Güngör Karakuş ödüle değer bulundular.  Gazeteciler ödüllerini TGC Önceki Başkanı Orhan Erinç elinden aldılar. Burak Kılıç, haberin yaklaşık 6 aylık bir çalışma ürünü olduğunu belirtti. Fazlı Mert, “Gazetecilik etiğin yitik olduğu böyle bir dönemde ödül almak benim için onur verici” dedi. Ümran Avcı, “Ben bu ödülü insan eliyle yarım bırakılan hayatlara adıyorum. İnsanlar, yaşlanarak, ecelleriyle, sevdiklerinin gözlerinin içine bakarak can verebilsinler” diye konuştu. Güngör Karakuş ödülü  mayın kurbanı çocuklar için aldığını dile getirdi.
ÖZGÜR BASINA İHTİYAÇ VAR
Röportaj dalında Hürriyet Pazar ekinde 19.05.2013 tarihinde yayımlanan “Annem Beni Akıl Hastanesine Kapattı” başlıklı röportajıyla Melis Alphan ödüle değer bulundu. Alphan’a ödülü TGC Yönetim Kurulu üyesi Göksel Göksu verdi. Alphan,  haberin basının nasıl işlev gördüğünün kanıtı olduğu söyleyerek, “Özgür basına ekmek kadar, su kadar ihtiyaç var. Özgür basın adına ödülü almak istedim.” Aynı dalda Milliyet Gazetesi’nde 10.02.2013 tarihinde yayımlanan “Obama: Barışçı Çözümü Alkışlıyorum” başlıklı röportajıyla Pınar Ersoy övgüye değer görüldü.  Ersoy, Amerika’da olduğu için törene katılamadı.
SAYFA TASARIMLARI ÖDÜLLENDİRİLDİ
Spor Köşe Yazısı dalında Milliyet Gazetesi’nde 16.05.2013 tarihinde yayımlanan “Ulusal Ar Damarı” başlıklı köşe yazısıyla Uğur Meleke ödüle değer bulundu. Meleke’ye ödülü TGC Onursal Üye Turgay Atasü takdim etti. Ardından sayfa düzeni dalında ödüllerin verilmesine geçildi. Hürriyet Gazetesi’nin 12.06.2013 tarihli birinci sayfasıyla Arif Dizdaroğlu ödüle değer bulundu. Dizdaroğlu, ödülünü TGC Balotaj Kurulu Sekreteri Haşmet Yavuz’dan aldı.
Posta Gazetesi’nin 24.11.2013 tarihli birinci sayfasıyla Saliha Pekel övgüye değer görüldü. Balotaj Kurulu Sekreteri Haşmet Yavuz verdi. Pekel yerine Posta Gazetesi’nden Elif Yılmaz ödülü aldı. Yılmaz, “Bir gün bu ülkede başbakanın genel yayın yönetmeliğine soyunmadığı bir güne uyanmayı diliyorum.”
Star Gazetesi’nin 16.06.2013 tarihli 12.sayfasıyla Sinan Alemdar ödüle değer bulundu. Alemdar’a ödülü Selami Turgut Genç takdim etti.  Zaman Gazetesi’nin 11.01.2013 tarihli Sinema sayfasıyla Yunus Emre Yıldırım övgüye değer görüldü.
Habertürk Gazetesi’nin 16.10.2013 tarihli Spor sayfasıyla Emre Bilir ödüle değer bulundu. TGC Onur Kurulu Başkanı Ergin Konuksever, Bilir’e ödülü takdim etti.
Todays Zaman  Gazetesi’nin 13.04.2013 tarihli spor sayfasıyla Kadir Özmen övgüye değer görüldü. Özmen’e ödülü TGC Denetleme Kurulu üyesi Nurcan Sabur verdi.
Gırgır Dergisi’nde 21-28.08.2013 tarihinde yayımlanan “İstanbul 2013 Unutma…” başlıklı karikatürüyle Öğünç Ersöz ödüle değer bulundu. Ödülü Ersöz adına Rıdvan Bağış aldı. Ödülü Basın Enstitüsü Derneği Başkanı Kadri Gürsel takdim etti.
ÖRGÜTLÜ NASIL ÇALIŞILABİLECEĞİNİ GÖRDÜK
21 Foto Muhabirinden Gezi Fotoğrafları “Gazeteci Gözüyle Direniş” başlıklı çalışma ödüle değer bulundu.  Ödülleri kitabın editörleri Serkan Ocak, İdris Emen ile birlikte 21 foto muhabiri birlikte aldı. TGC Genel Sekreteri Sibel Güneş, ödülü takdim etti. Serkan Ocak, duygularını şöyle dile getirdi:
“Gezi, hakikaten bu memlekette çok şey değiştirdi. Bizim için de çok şey değiştirdi. Örgütlü nasıl çalışılır onu gördük.  Bu olayı belgeselleştirmek, tamamen gerçekten gazeteci gözüyle bir belge bırakmak istedik. Coşkun Aral bizi kırmadı. Danışmanlık yaptı. Biliyorsuuz, Gezi’de pek çok arkadaşımız yaralandı, gözaltına alındı. Gece gündüz hepimize orada görev yaptık. Bu ödüle bizi değer gören herkese çok teşekkür ediyoruz.”
Reuters’den Osman Örsal 30.06.2013 tarihli “Kırmızılı Kız” fotoğrafıyla övgüye değer görüldü.
TELEVİZYON-RADYO
TV Haber Dalında TV 8’de 30.07.2013 tarihinde yayınlanan “Sağlık Skandalı” konulu haberiyle Yavuz Oymak ödüle değer bulundu. Oymak’a ödülünü Hürriyet gazetesi yazarı Sedat Ergin verdi. Oymak, haberin hikayesini ve haberi hazırlarken karşılaştıklarını konuklarla paylaştı.  DHA’da 10.11.2013 tarihinde yayınlanan “Alın O Gavatı” başlıklı haberiyle Bünyamin Yıl  ile Çağlar Öztürk  övgüye değer görüldüler.  CNN Türk’te 02-06/12/2013 tarihlerinde yayınlanan “Engelsiz Kal Alanya” başlıklı haberiyle Zeynep Karamustafa ile Serkan Emekçi övgüye değer görüldüler. Gazetecilere ödüllerini Sedat Ergin takdim etti.
SORU SORULMASI BİLE TEHDİT OLARAK ALGILANIYOR
CNNTürk’de 24.09. 2013 tarihinde 5N1K programında yayınlanan “Özel Rojava Dosyası” programıyla Cüneyt Özdemir ödüle değer bulundu. Özdemir, sahneye birlikte çalıştıkları iki yapımcı arkadaşıyla çıktı. Özdemir’e ödülü TGC Başkanı Turgay Olcayto verdi. Özdemir, gazetecilerin soru sormasının bile tehdit olarak algılandığı bir dönemde bu ödülü ailesine, eşi ve çalışma arkadaşları  adına aldığını belirtti.
NTV’de 23.07.2013 tarihinde yayınlanan Pasaport programının  “Kıbrıs Kayıp Kişiler” konulu bölümüyle Mete Çubukçu özgüye değer görüldü. Onur Kurulu Üyesi Şükran Soner takdim etti. NTV’de 01.11.2013 tarihinde yayınlanan Güncel Dosya Programının  “Suça İtilmiş Çocuklar” bölümüyle Burcu Aydındağ övgüye değer görüldü. Aydındağ’a ödülü TGC Onur Kurulu Üyesi Şükran Soner verdi.
TV Belgesel Dalında:
Habertürk TV’de 25.05.2013 tarihinde yayınlanan “Dostluğun Son Kalesi-İnönü Stadı” belgeseliyle Tayfun Gönüllü ödüle değer bulundu. Gönüllü’ye ödülü TGC Başkan Yardımcısı Recep Yaşar verdi. Gönüllü, gazetecilerin işsiz bırakıldığına değindi. Gazetecilerin gelecekten duydukları endişeyi şu sözlerle anlattı:
“Gelecek yıl da katılmak istiyordum ancak katılmayacağım. Çünkü işsizim.  Şu anda bir Gezi belgeseli yok. Onu yapacağız ama yayınlayamayacağız.”
Rumeli TV’de 03.09.2013 tarihinde yayınlanan “Ağına Yolculuk” belgeseliyle Bülent Uğur  ve Hüseyin Özden övgüye değer görüldü. Ödülleri Başbakanlık Basın -Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü İstanbul il Müdürü Necmettin Altuntaş, gazetecilere takdim etti.
TV Spor Programı
TRT’de 11.09.2013 tarihinde yayınlanan “Bir Ömür Spor” adlı programı ile Ahmet Fisunoğlu ödüle değer bulundu. Fisunoğlu’na ödülü TGC Onur Kurulu Üyesi Orhan Ayhan verdi.
TV Kamera Çalışması
CNNTürk’de18.09.2013 tarihinde 5N1K programında yayınlanan “Halep Dosyası” çalışmasıyla Kenan Taş ödüle değer bulundu. Taş’a ödülünü usta gazeteci Hıfzı Topuz verdi.
Radyo Haber Programı
TRT’de 05.04.2013 tarihinde yayınlanan “Ve Yazı Kaldı” programıyla Gülay Oktar övgüye değer görüldü. Ödülü Hıfzı Topuz verdi. Hıfzı Topuz, basın özgürlüğü için mücadele eden gazetecilere “Dayanın, sizleri kutluyorum” dedi.
NEZİH DEMİRKENT ÖZEL ÖDÜLÜ:
TGC Yönetim Kurulu 2013 Türkiye Gazetecilik Başarı Ödülleri Yönetmeliği kapsamında Nezih Demirkent Özel Ödülü’nün “Gezi Parkı” olaylarını titiz ve yansız bir biçimde ekrana yansıtan CNNTürk Televizyonu’ndan Rıdvan Akar’ın “Hayatın Tanığı” programının Gezi Parkı konulu bölümüne verilmesini oy birliğiyle kararlaştırdı. Ödülü Rıdvan Akar adına editör Kerem Şener aldı. Şener’e ödülü TGC Başkanı Turgay Olcayto takdim etti.
ŞÜKRAN PLAKETİ VERİLDİ
Geleneksel Türkiye Gazetecilik Başarı Ödülleri’nin ardından törenin düzenlenmesine katkıda DenizBank’a şükran plaketi verildi. DenizBank adına plaketi Reklam ve Halkla İlişkiler Kurumsal İletişim Strateji Müdür Yardımcısı  Elvan Ebru Yetkin aldı.

4 Nisan 2014 Cuma

Renkli bir hayat siyah-beyaz anılar



Foto muhabirlerinin duayeni Yaşar Uçar hayata gözlerini yumdu
 04-03-2014 10:23
Ümit KOZAN  / ANKARA, (DHA) - 50 yılı aşan gazetecilik yaşantısı boyunca Türk siyasal tarihinin kilometre taşlarını fotoğraflama şansı yakalayan, Kıbrıs Barış Harekatı'nı da gazeteci olarak izlediği için “Gaziö ünvanı alan foto muhabiri Yaşar Uçar 74 yaşında yaşamını yitirdi.
Geçirdiği ani bir rahatsızlık sonucu kaldırıldığı Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde yaşamını yitiren Yaşar Uçar, 1940 yılında Ankara'nın Bala İlçesi'nde dünyaya geldi. Henüz iki yaşındayken babasını kaybetti. Hem okuyup, hem çalışmak zorunda kaldı. Kültür Kitapevinde çalışırken Atatürk'ün fotoğrafçısı diye tanınan foto Cemal Işıksel ile tanıştı. 1956 yılında Yeni Sabah'ta gazeteciliğe başladı. Hürriyet, Anadolu Ajansı, Sabah, Adalet, Ulus, Zafer, Sabah, Son Havadis, Öncü, Günaydın ve Güneş gazetelerinde, Türk Haberler Ajansı, BTV ve TRT'de çalıştı. Meslek yaşamı süresince onlarca ödül aldı.
Uçar'ın vefatı dolayısıyla, üye olduğu Gazeteciler Cemiyeti, Türkiye Foto Muhabirleri Derneği, Parlamento Muhabirleri Derneği ve Spor Yazarları Derneği birer başsağlığı mesajı yayınladı.
Foto muhabirlerinin renkli simalarından Yaşar Uçar, bugün öğlen namazı sonrası Karşıyaka Camii'nde kılınacak cenaze namazı sonrası toprağa verilecek.
DHA

RIZAÖZEL 9 Mart 2014
Foto muhabirliği camiası geçtiğimiz günlerde mesleğin en renkli yüzlerinden birine veda etti. Ankara’da 50 yılı aşkın süre gazetecilik yapan Yaşar Uçar, geride 74 yıllık renkli bir hayat ve birçok siyah-beyaz anı bıraktı.
Türkiye’de bir gazeteden diğerine transferi televizyon reklamlarında kullanılan belki de tek foto muhabiri Yaşar Uçar oldu.
1988 yılında Hürriyet’ten Güneş Gazetesi’ne geçen Uçar’ın transferi televizyon reklamlarında, “Usta foto muhabiri Yaşar Uçar da, Güneş’te. Olayları onun vizöründen izleyin” sloganları ile yayınlandı. Ankara’da 50 yılı aşkın süre gazetecilik yapan ve geçtiğimiz günlerde tedavi gördüğü hastanede organ yetmezliği sonucu hayata gözlerini yuman 74 yaşındaki gazeteci, mesleğin en renkli simalarından da biriydi.
Türkiye Foto Muhabirleri Derneği’nin de ilk üyeleri arasında yer alan Yaşar Uçar, derneğin dergisi Foto Muhabiri’nde yayınlanan Yavuz Özden’le röportajında başarısının sırrını, “Dürüst olun, mesleğinizi sevin, mesleğinize bağlanın. Meslek senin ekmek teknen, mesleğini öğreneksin, öğrendiğini uygulayacaksın. Seveceksin, seveceksin, seveceksin” sözleriyle anlattı. 50 yılı aşan gazetecilik hayatı boyunca Türk siyasal tarihinin kilometre taşlarının en yakın tanığı usta foto muhabiri Uçar, Türk sosyalist hayatının yıkılmaz anıtlarından Deniz Gezmiş’in yargılanmasını da, 12 Eylül askeri darbesinin mimarı Kenan Evren’i de fotoğrafladı.
 

ATATÜRK’ÜN FOTOĞRAFÇISI BAŞLATTI
Uçar, gazete satmaktan gazeteciliğe öyküsünü ise şöyle anlatıyordu:
“1957 yılında İstanbul da çıkan gazeteler Kültür Kitabevine gelirdi. 17 yaşındaydım, burada gazete satıyordum. Atatürk’ün fotoğrafçısı Cemal Işıksel yani Foto Cemal sürekli benden gazete alırdı. Bir gün Cemal amca, elime adresi yazılı bir kağıt verdi, ‘Beni bul’ dedi. Ertesi gün yanına gittim. ‘Seni Sabah gazetesine alalım’ dedi. Yeni Sabah’ta işe girdim. Maaş vermiyorlardı, gazeteye çay ocağı açtılar. Orada çalışmaya başladım. O sıra fotoğraf servisinde film yıkamaya başladım. Yalçın Kılan, öğretti film yıkamayı. Derken, fotoğraf çekmeyi de öğrendim. Polis adliye haberleri yapmaya başladım. Emniyet basın bürosundan İhsan abi ilk makinemi Yashica’yı verdi. Sonrasında işi iyice öğrendim ve foto muhabiri olmayı seçtim. Adalet, Zafer, Türk Haberler Ajansı, Hürriyet, Güneş, Anadolu Ajansı, Türkiye, Son Baskı, Son Havadis, Öncü ve TRT’de çalıştım.”
27 MAYIS İHTİLALİ’NDE GÖZALTINA ALINDI
Meslek hayatı boyunca bir çok renkli anı biriktirdi, Yaşar Uçar, zaman zaman sohbetlerde genç gazetecilere anılarını aktarmayı da severdi. İşte onun anlattığı hikayelerin bazıları:
- İlk gözaltımı 27 Mayıs İhtilali’nde yaşadım. İhtilali oldu, Başbakan Adnan Menderes’in fotoğrafları geldi. O filmleri yıkadım, baskıya götürürken askerler beni yakaladı. Beni gözaltına aldılar, fotoğraf makinemi ezdiler. Fotoğraflarda gitti tabii öylece.
KIZININ OLDUĞUNU TELEFONDAN ÖĞRENDİ
- Kıbrıs Harekatı sırasında askerlerle birlikte hareket ediyorduk. Gazeteciler ikiye ayrılmıştı. Gazeteci Adem Yavuz diğer gruptaydı ve vuruldu, şehit oldu. Çıkartma plajı dedikleri yere geldiğimizde Rum askerleri üzeremize ateş açtı. Bu sırada bir kurşun kaskıma çarpıp gitti, ölüme en yaklaştığım andır, sonrası bana Allah’ın hediyesi gibi. 3 ay boyunca Kıbrıs’ ta kaldım. Bu sırada kızım da doğdu. Doğumunu Kara Kuvvetleri Komutanı’nın aracılığı ile ettiğim bir telefon ile öğrendim.
YAPMAYIN SAYIN BAŞBAKAN
- ‘Tik’ huylu olduğum için zaman zaman meslektaşlarım, zaman zaman bunu bilen korumalar hatta bazen siyasetçiler beni dürterdi. Bir gün Başbakan Süleyman Demirel’i takip ederken biri beni dürttü, benim de ağzımdan bir küfür çıktı. Süleyman Demirel bana baktı. ‘Efendim size demedim’ dedim. O da gülüp “Bir de bana deseydin” dedi. Özal, bu huyumu bilir ve kendisinin de şaka yapmak için dürttüğü olurdu. Bir gün Özal’ı izliyoruz, Milliyet’ten Süreyya Oral’la uçak kokpitinde fotoğrafını çekeceğiz Özal’ın, arkada da hostesler bir şeyler hazırlıyor. O sırada farkında olmadan biri beni dürttünce, benim ağzımdan yine bir küfür çıktı. Hostes üstüne alındı, başladı ağlamaya. Sonra Özal, geldi. Benim bunu bilerek yapmadığımı anlatmak için o da beni dürttü ve küfür ettirmeye çalıştı. Bense kendimi sıkıp yalnızca ‘Yapmayın, Sayın Başbakanım’ diyordum.


3 Nisan 2014 Perşembe

Gazeteci Zincirkıran'ın yarım asırlık anıları


Hürriyet (1960-1969) ve Günaydın'da (1970) genel yayın müdürlüğü yapmış olan gazeteci Necati Zincirkıran, 1950 yılında başlayan meslek anılarını, "Olaylar, Anılar ve Gerçekler" (Epsilon Yayınevi) adıyla kaleme aldı.

NAKİ ÖZKAN

Hürriyet (1960-1969) ve Günaydın'da (1970) genel yayın müdürlüğü yapmış olan gazeteci Necati Zincirkıran, 1950 yılında başlayan meslek anılarını, "Olaylar, Anılar ve Gerçekler" (Epsilon Yayınevi) adıyla kaleme aldı. 1929 doğumlu Zincirkıran, gazeteciliğe Beyoğlu muhabiri olarak başladı. Ortadoğu muhabirliği yaptı. Hürriyet'in Ankara bürosunu kurdu. 31 yaşında Hürriyet'in Genel Yayın Müdürü oldu. Genel Yayın Müdürlüğü'ne Günaydın'da devam etti. 12 Eylül sonrasında Anadolu Ajansı Yönetim Kurulu Başkanlığı'na getirildi. 13 yıl da Sabah'ta çalıştıktan sonra 55 yıl süren kariyerini noktaladı.

Marksist gazetecinin damadı MİT'çiydi
Emin Karakuş, Hürriyet'in kurulduğu günden 1957 yılına kadar Ankara temsilcisiydi. Karakuş bu işe 1937 yılında başlamış ve 1975 yılına kadar sürdürmüştü. Karakuş Marksistti. Karakuş'un küçük kızının eşi kimdi? Tahmin edemezsiniz. MİT Müsteşar yardımcılarından Hiram Abas!.. Namı diğer 'Bay Pipo'...
Bir gün Hiram'a sormuştum.
"Senin kayınpederin komünistliği ne düzeyde, biliyor musun?"
"Keşke bütün komünistler onun gibi olsa" diye cevap vermişti. "Emin Bey zararsız komünisttir. Dürüst ve mert bir insandır. Nâzım'dan şiir, Ruhi Su'dan türkü okumak hoşuna gider. Hepsi o kadar! Sicili de pek fena değil!.."
İşte bu Emin Bey 1957'de yerini bana bıraktı.
Ona araba kullanmayı ben öğrettim. 5 Mayıs 1960 tarihinde, saat 5'te (yani "555 K" olayında) Kızılay'da, Atatürk Bulvarı'ndaki protestoda, arabasından inip gençlerin üzerine giden Başbakan Menderes'i, Emin Karakuş Volkswagen arabasıyla kurtarmıştı.

Sedat Simavi kime "Vandallar" diye bağırdı?

Sedat Simavi, Yunanistan'dan gelen misafirleri Sakız'a uğurlama görevini Hikmet Bil'e vermişti. Hikmet sormuştu: "Neden Sakız'a kadar?"
Simavi, "Babam Sakız Mutasarrıfı iken öldü. Bu vesileyle dönüşte onun Müslüman mezarlığındaki mermer kabrinin bir fotoğrafını getirirsin bana" demişti. Hikmet Bil'e mezarın yerini krokiler çizerek tarif etmişti.
Sedat Simavi'nin babası Hamdi Bey (1851-1907) hür fikirli bir Türk aydını olduğu için ömrünü sürgün sayılan görevlerde geçirmişti. Bu bakımdan Sedat Bey babasından uzak büyümek zorunda kalmıştı.
Hikmet, Sakız'da her önüne gelene oradaki Müslüman mezarlığını soruyordu ama bulamıyordu. Bir gece, Osmanlılar zamanında milletvekilliği yapmış birine sordu.
Adam, "Ooo", demişti. "O mezarlık çoktan tarihe karıştı. Şimdi oradan şehre gelen geniş asfalt yol geçiyor!"
Hikmet Bil Sakız'dan dönünce Sedat Simavi sormuştu, "Nerede babamın mezarının fotoğrafı?"
"Müslüman mezarlığı yok edilmiş. Oradan yol geçiyor."
"Peki nereye almışlar?"
"Yok etmişler!"
Sedat Simavi'nin gözleri dolu dolu olmuş: "Bu vandallıktır" diye bağırmış, sonra bir kelime daha söylemeden susmuştu!

Makariosçu gazete sayesinde araba aldım

Gazetecilik hayatımda Kıbrıs'ın önemli yeri var. Çünkü, Hürriyet'te 1952 yılından itibaren Kıbrıs'la ilgili haber ve faaliyetlerin içindeydim. Yılda beş-altı sefer adaya gidip geliyordum.
"Times of Cyprus" Makaris'un Başpiskoposluğu'nun finanse ettiği İngilizce bir gazeteydi. İşte, benim Kıbrıs'a bir gidişimde Times of Cyprus'ta birinci sayfadan bir haber yayımladı:
"Yalancı gazeteci Necati Zincirkıran Kıbrıs'ta" diye. Bu başlığı görünce şaşırıp kalmıştık.
Haberde büyük bir maddi yanlışlık vardı. Benim Cumhuriyet gazetesi yazarı olduğum yazılıydı. Yazılar ve yalanlamalar benimle ilgili değildi. O sırada ada başsavcılığından ayrılarak kendini cemaat işlerine veren Rauf Denktaş, yeni avukatlığa başlamıştı. Bana, "Bir dava açarsak bu adamlardan 10 bin sterlin tazminat alabiliriz. Papazı da mahkum etmiş oluruz. Kıbrıs davası için bunu yapalım" demişti.
"Times of Cyprus"ı 7000 sterlin ödemeye mahkum ettirdik. Sabah telefon çaldı. Karşımda Denktaş, "Oğlum, papazı nihayet mahkum ettik, gel paranı al. Çekin, bende" diyordu. 1960'da otomobil permisi de çıkınca Makarios'un parasıyla yeni bir araba sahibi oldum.

Mısır'la arayı bozan büyükelçi

Ortadoğu'da, Hürriyet muhabiri olarak çalıştığım yılların en ilginç olaylarından biri, Türkiye Cumhuriyeti devletinin Kahire Büyükelçisi Hulusi Fuat Tugay'ın Mısır'dan sınır dışı edilmesidir.
1952 yılı Eylül'ünün son günlerinde Kahire'deydim. Mısır'da Genç Subaylar İhtilali'nin üzerinden henüz iki buçuk ay geçmemişti bile.
Tugay ise, ihtilal lideri için, "Bunlar Çingene" diyordu bana. Açık açık böyle konuşuyordu sefarethanenin balkonunda buzlu çayını yudumlarken (...)
Doğru olan, ihtilal olduktan sonra bu büyükelçiyi Kahire'den başka bir göreve almaktı. Nedense bu yapılmamıştı. Yapılmadığı gibi büyükelçinin ihtilalcilere karşı kendi kafasına göre davranmasına da seyirci kalınmıştı.
Adam peşin hükümlüydü ve delice işler yapıyordu. Bir gün bana, "Ben Deli Fuad Paşa'nın oğluyum. Arnavutum, kafam kızarsa her şeyi yaparım" dediğini hatırlıyorum.
Mısır basınında Tugay aleyhinde yazılar gittikçe artmaya başlamıştı.
İşte böyle bir havada, 1954'te Kahire Operası'ndaki resepsiyonda Mısır lideri Cemal Abdülnasır, sefirlerin ellerini teker teker sıkarak Tugay'a yaklaşmış, "Hello" diyerek elini uzatmış. Tugay'ın eli sanki kasıtlı şekilde arkasındaymış. Tugay, Nasır'ın uzanan elini sıkmadan işaretparmağını sallayarak, "Basındaki saldırılarınızla bir centilmen gibi davranmıyorsunuz" demiş. Bu sözleri etraftaki diğer yabancı sefirler tarafından da duyulmuş.
Bunun üzerine iyice öfkelenen, 38 yaşındaki ihtilal lideri Abdülnasır, Büyükelçimiz Tugay'ı neredeyse tokatlayacakmış. Ancak kendini tutmuş. Derhal Devrim Konseyi'ni toplayarak Büyükelçiyi "istenmeyen kişi" ilan etmişti.

Ref'i Cevat'la karşılaşma

1950 yılının ilk aylarıydı. Yenisabah gazetesi İngilizce bilen muhabir arıyordu, başvurdum, hemen yer gösterip haber yazdırdılar. "Yalnız bu yerin sahibi Ref'i Cevat Ulunay Bey'dir. Gelince hemen kalk, kendisine hürmet göster" dediler.
Ref'i Cevat Ulunay Bey tipik bir yazardı. Kapıdan girer girmez oranın havası değişmişti. Başında güzel bir bere vardı. Çantasından bir minder çıkardı, benim kalktığım sandalyeye koydu ve oturdu. Sonra gene çantasından mürekkep hokkası ile üzerinde Redis uç bulunan kalemini aldı. Masaya koydu.
Bana dönerek, "Nuru aynım, sen kimlerdensin?" diye sordu. Gazeteci olmak istediğimi söyledim.
"Başka bir iş mi bulamadın, yavrum?" dedi.
"Hayır, bu işi yapmak istiyorum."
"Ha, söylesene çile çekmeyi seviyorsun sen!.."

Başbakan Melen'in ayna tedirginliği

Yıl 1969... İlk defa Sovyetler Birliği'ni ziyaret eden Cumhurbaşkanı Orgeneral Cevdet Sunay, yanına büyük gazetelerin genel yayın müdürlerini ve başyazarlarını almıştı. Ben, o zaman Günaydın gazetesinin genel yayın müdürü ve başyazarıydım.
Çankaya Köşkü'nde Cumhurbaşkanı dahil hepimize brifing verilmişti. MİT Kontrispiyonaj Daire Başkanı, Rusya'da kapalı mekânlarda gizli şeylerin konuşulmamasını istemişti.
Moskova'da kaldığımız odalarda büyük aynalar vardı. MİT uzmanı, aynaların önünde soyunmamamızı da istemişti!
Benim odamın yanında eski başbakanlardan Ferit Melen kalıyordu.
İlk gece aynaların önünde bir tereddüt geçirmiş ve gelip kapımı vurmuştu. Kulağıma eğilmiş; "Necati Bey kardeşim, gelip benim odama bir bakar mısınız? Nerede soyunayım? Her taraf ayna" demişti. Soğukkanlı bir kişi olan Melen bayağı endişelenmişti. Onu alıp odasına götürdüm ve bir köşeyi gösterdim. "İşte burada soyunabilirsiniz" dediğimde rahatlamıştı.

"Biz getirirdik"

Nevzat Tandoğan'la ilgili bir anıyı da eski tüfeklerden olan bir solcu akrabam anlatmıştı. Bir gün onu valinin karşısına çıkarmışlar.
Vali, "Anlat bakalım şu komünistlik nedir?" demiş. Zeki Bey de tatlı tatlı komünistliğin "eşitlik ve adalet" olduğunu anlatmış.
Vali Tandoğan, "Ne diyorsun ulan sen?" diye parlamış. "Kalkmış, bana komünizm propagandası yapıyor. Ulan komünizm iyi bir şey olsa biz bunu sizin gibi kılkuyrukların eline mi bırakırız? Önce biz kabul ederdik. Defol buradan" diye bağırmış.

Dışişleri Bakanımız sevgilisiyle geldi

1959 yılı... Başbakan Adnan Menderes, Zürih'te Yunan Başbakanı Karamanlis'le yapılan ikili görüşmelerden sonra Londra'da antlaşmaları imzalayacaktı. Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ön hazırlıklar için beraberindeki heyetle İsviçre'den Londra'ya gidiyordu. Basel Havaalanı'na indiğimizde Daily Mail gazetesinin diplomatik muhabiri John Dickie yanıma geldi.
"Zorlu'nun yanındaki güzel kadın kim?" diye sordu. Dışişleri Bakanı, Zürih'e Vesamet adındaki sevgilisiyle birlikte gelmişti. Başbakan Menderes, Türk heyeti ve Yunanlılar Dolder Oteli'nde, Bakan ise göl kenarındaki Barolac'da kalıyordu.
Bir sabah Vesamet Hanım ve Fatin Rüştü Bey'le asansörde karşılaştım. Zorlu, Vesamet Hanım'ı bana takdim etmek zorunda kalmıştı. Zarif ve şık bir hanımefendiydi.
Dickie, Büyükelçi Zeki Kuneralp'e gitmişti. O da, "Bilmiyorum" diye başından savmıştı. En sonunda olay Zorlu'ya, intikal ettirildiğinde, Dışişleri Bakanı, "Söyleyin ona, İngiltere Müstemlekeler Nazırı Duncan Sandys'in yanındaki sarışın ne ise, bu da odur" demişti.
Bunu duyduğumda, "Eyvah!" demiştim, "Yarın İngiltere'de büyük bir skandal olacak."
Dickie'ye sordum, "Zorlu, çok mert bir adam. Doğruyu söyledi, hiç gizlemedi. Onun için bu konuda bir şey yazamam" demişti.
 

1 Nisan 2014 Salı

İlhan Karaçay’dan Hürriyet anıları…

 

Hürriyet’ten nostaljik anılarım istendiği zaman çok sevindim. Sevindim ama, yazacağım o kadar çok nostaljik anılar var ki, bunları bir kitaba sığdırmak imkânsızdır.
1967 yılında Tercüman gazetesinin muhabirliğini yapıyordum. Hürriyet’in Avrupa Müdürü Garbis Keşişoğlu, gazetenin Avrupa’da basılmaya başladığı zaman bana Benlüks muhabirliğini teklif etti. 1969 yılında Hürriyet’e başladığım zaman, Tercüman gazetesinin tirajına ulaşmak bir hayal gibiydi.
Ama biz öyle atraksiyonlar yaptık ki, bu atraksiyonlar sayesinde 3 yıl içinde Tercüman’ın tirajını geçtik ve daha sonra da tirajımızı ikiye ve hatta üçe katladık.
Tercüman gazetesi o zaman daha çok dini yayınlar ile tiraj kazanmıştı. Biz de onları kendi silahları ile vurmalıydık.
Atraksiyonların birincisi, Türkiye’nin en ünlü mevlithanlarını toparlayıp Avrupa’ya getirmek oldu. Ünlü mevlithanlar Nusret Yeşilçay ve Mahmut Hataylı başta olmak üzere, sevilen 6 mevlithanı Avrupa turnesine çıkardık.
Almanya’nın dört bir yanında yurttaşlarımızı buluşturduğumuz mevlithanlar, o zaman gazetenin sahibi olan Simavi ailesini ‘Simavlı’ Müslüman bir aile olarak lanse ediyor ve bu aile hakkındaki dedikoduları çürütüyorlardı.
1970 yılında yaptığımız bu organizasyonun Hollanda toplantısını Amsterdam’daki Atatürk Yurdu’nda yapmıştık. Ünlü mevlithanlar yaptıkları muhteşem konuşmalar ile herkese göz yaşı döktürüyorlardı.
İkinci atraksiyonumuz, o zaman Tercüman’da yazan ünlü tefrikacı Murat Sertoğlu’nu transfer edip, yine Avrupa turuna çıkarmak oldu.



1973 yılında tirajımız zirveye çıkmıştı. Gazetemizin dağıtımcısı Van Gelderen firması, Türkler’e dağıtılmak üzere 10 bin adet bez poşet yaptırmıştı. Poşetlerin üzerinde Hürriyet gazetesi fotoğrafı ve 1.000.000 ibaresi vardı. Zira o yıl Hürriyet Hollanda’da tam bir milyon adet satılmıştı. Bizim için de sürpriz olan bu poşetler çarşıda pazarda her Türk’ün elinde görülüyordu.
Hürriyet için yazabileceğim en eğlenceli nostalji, sevgili ve değerli meslektaşım Ertuğrul Akbay ile ilgili olabilir.
Yıl 1978. Arjantin’de Dünya Futbol Şampiyonasını izliyoruz. Türkiye’nin tüm ünlü futbol yazarları ve muhabirleri orada. Ben de orada tek başıma Hürriyet’i temsil ediyorum.
Türkiye’de ‘En çok haber atlatan adam’ olarak bilinen “Gölge Adam” lakaplı Ertuğrul Akbay kardeşimiz de orada. Ertuğrul çok iyi bir magazincidir. O da  Günaydın’a çalışıyor. Ertuğrul’un haber atlatma maceraları öylesine çok ki, kendi anlatımı ile bunlardan biri şöyle: Ünlü Maria Callas İstanbul’a gelmiş. Hiç kimse onunla görüşemiyor. Ama Ertuğrul bir helikopter kiralamış ve Callas’ın bulunduğu Marmara’daki yata iniş yaparak kendisiyle konuşmuş.
O zaman Günaydın’ın sporda çok iddiası yoktu. Ama Hürriyet hem sporda ve hem de magazinde iddialı idi. Bu nedenle benim Ertuğrul’dan daha atik davranmam gerekiyordu.
Ertuğrul, 1976 Monreal Olimpiyatları sırasında, Hürriyet’in ünlü foto muhabiri Mehmet Biber ile bir anlaşmazlık sonunda kavga etmiş ve fotoğraf makinesi ile kafasını yarmıştı. Hastaneye kaldırılan Mehmet Biber, Kanada televizyonlarına bile haber olmuştu. Bu nedenle Ertuğrul’a fazla yanaşılmazdı. Ertuğrul kurnaz bir gazeteciydi. Orada en büyük rakibi bendim. Bu nedenle bana yanaşmak ve böylece beni kontrol etmek durumundaydı. Bana ilk teklifini yapmıştı: “Bak kardeş, birlikte çalışalım ve birbirimize yardımcı olalım”
Benden de tabii ki bir ‘hay hay’ yanıtı almıştı.
Aynı gece uyumaya giderken, otelin ilan tahtasında, ertesi sabah saat 07.00’de bir otobüsün Arjantin milli takımının kamp yaptığı şehre gideceği yazılmıştı. Arjantin ev sahibi olduğu için çok önemliydi. Ben bu ilanı Ertuğrul’un görüp görmediğini merak ediyordum.
Ertesi sabah erkenden kalkıp otobüse bindiğim zaman arka sıralarda Ertuğrul’u gördüm. Tabii ki ben önce davrandım ve ‘Neredesin be, odanın kapısını çaldım ama yoktun’ yalanını söyledim. O da bana bir yalanla kendini af ettirmeye çalıştı.
Ertuğrul, 3 saatlik yol boyunca hayat hikâyesini ve nasıl çalıştığını anlattı. Bu ara Mehmet Biber’i de nasıl perişan ettiğini anlattı. Arjantin kampına vardığımız zaman, o da, ben de futbol haberinden çok magazin haber peşine düştük. O kendine göre, ben de kendime göre güzellikler bulduk ve gazetemize gönderdik. Burada birbirimize üstünlük sağlayamadık.
Şampiyona sırasında Arjantin’de bir güzellik yarışması da vardı. Jüri üyeleri arasında bizim Togay Bayatlı da olduğu için, tüm Türk gazeteciler özel davetliydi.
TV’den canlı yayınlanan yarışma sırasında, sahnedeki güzellerden birine yanaştım ve ‘En güzel sensin’ diye iltifat ettim.
Yarışma sonrasında benim favorim kraliçe seçilince, yaptığı ilk iş benim boynuma sarılmak oldu. Ondan sonra bu kızın ‘hamisi’ durumuna geldim ve bütün programı onunla birlikte yaşadım. Fotoğraf çekimi ve mülakat için hep bana başvuruluyordu. Tabii ki bu arada ben de onunla birlikte dans ederken fotoğraf çekildim. Ertuğrul da kendine göre fotoğraflarını çekiyordu.
Yarışma sonrasında otele giderken Ertuğrul teklif etti: “Kardeş, yarın sabah saat 10.00’da Lufthans’nın önünde buluşalım ve filmlerimizi gönderelim” Ama ben Ertuğrul’a güvenemezdim ki. Aynı gece özel bir adreste filmi banyo ettirdim. Filmden bir tek kare kestim. Zarfladıktan sonra sabah saat 09.00’da İberia Havayolları’na gittim. Zarfımı Madrid ve Frankfurt üzerinden İstanbul’a gönderdim. Zarfın bu şekilde aktarmalı gitmesi zordu ama bu bir kumardı. Ertuğrul ile saat 10.00’da buluştuğumuz zaman film şeridini olduğu gibi gösterdim. Filmi zarfa koydum. O da filmini zarfa koydu. İki zarfı birlikte Lufthansa’ya verdik.
Çok talihliymişim ki, İberia ile gönderdiğim zarfım o günün akşamı Madrid ve Frankfurt’tan sonra İstanbul’a ulaştı. Ertesi gün Basın Merkezi’nde telekslerin başındayız. Milliyet’in Fotoğraf Servisi Müdürü Hüseyin Kırcalı da yanımızda.
Ertuğrul yazıyor: “Burada güzellik yarışması yapıldı... Filmler bugün elinize geçecek”
Karşı taraftan cevap: “Güzellik Yarışmasına ait haber ve fotoğraf bugün Hürriyet’in birinci sayfasında var” O zaman Ertuğrul’un yüzünü görmeliydiniz. Bana döndü ve sorar gibi baktı. Ben de ‘Ajanslardandır’ dedim. Ertuğrul da aynısını yazdı ama oradan gelen cevap daha da moral bozucuydu: “Fotoğraf renkli”.
O zaman ajanslar henüz renkli fotoğraf çekmiyorlardı. Ben de ‘Ne bileyim kardeşim, filmi beraber göndermedik mi? O resim bir ajanstan gitmiştir’ diye ısrar edince, Hüseyin Kırcalı araya girdi ve Ertuğrul’u daha çok fitillemeye başladı: “Vay be Ertuğrul, başına bu da mı gelecekti. Hürriyet basıldı, satıldı ve Diyarbakır’da kese kağıdı oldu ama senin haber halâ yayınlanmadı.”
Egale edilemeyen gol kralı
Ertuğrul ile Arjantin’de bu kez bir başka ödül törenindeyiz. Dünya Kupaları’nın egale edilemeyen gol kralı Juste Fontaine’ye ödül verilecek. Dünya Kupası tarihinde, İsveç 1958'de 13 gol atarak rekor kıran Fontaine’nin ödül törenine Halit Kıvanç, Necmi Tanyolaç, Kemal Belgin, Togay Bayatlı, Metin Türel, Erol Aydın, Hüseyin Kırcalı, Ertuğrul Akbay ve ismini hatırlayamadığım arkadaş ile kalabalık bir şekilde gitmiştik. Orada Ertuğrul Akbay, güzel bir kız ve top buldu. Kızı masaya çıkardı. Fontaine’yi de yanında getirdi. Ben de arkadaşlara, ‘Bakın şimdi Ertuğrul’u nasıl çıldırtacağım’ dedim. Ve arkasından deklanşöre bir kez bastım. O sırada Ertuğrul geri döndü ve “Benim hazırladığım sahneyi çekme yahu ” diye bağırdı. Arkadaşların yanına oturduğum zaman hepsi kıs kıs gülüyorlardı.
O gün filmleri ancak akşam uçağı ile gönderebilirdik. Haber de ertesi gün kullanılabilir ve iki gün sonra da yayınlanabilirdi. Saate baktım. Frankfurt’a gidecek olan bir uçağın kalkmasına yarım saat vardı. O uçağa kargo vermenin imkânı yoktu. Ben tuvalete gider gibi yaptım ve bir taksiye atlayarak 10 dakika ilerideki havaalanına gittim. Basın kartı sayesinde içeri girdim ve Lufthansa uçağına kadar gittim. Bir hostese yalvardım. Bir arkadaşımın kendisini Frankfurt havalimanında karşılayacağını söyledim. Hostes kabul etti ve içinde film olan zarfımı aldı. 20 dakika sonra geri döndüğüm zaman, yerime otururken Hüseyin Kırcalı yine konuştu: “Eee Sayın Karaçay, zarf gitti mi? ”
O an Ertuğrul’u gerçekten görmeliydiniz. Hüseyin ateşlemeye devam etti: “Oh anam oh, haber yine yarın Hürriyet’te. Diyabakır’da kese kâğıdı olduktan sonra da film Günaydın’a gidecek”
Ajda Pekkan ve Eurovizyon
Kader Ertuğrul ile beni bir kez de 1980’de Hollanda’da karşı karşıya getirdi.
Ajda Pekkan Eurovizyon Şarkı Yarışması için Hollanda’daydı.
Böyle olunca, Ertuğrul Akbay ile Arjantin sonrasında bir de Lahey’de kapıştık. O zaman Hürriyet’in başında ağabeyim ve dostum rahmetli Nezih Demirkent vardı. Ajda, ünlü bir işadamı ile yaşıyordu. Rahmetli Demirkent telefonla aradı:
”İşadamı ……. bugün Hollanda’ya gidiyor. Havalanından al ve ilgilen. Sonra da bir ara Ajda ile birlikte fotoğrafını çek ve bana gönder. Bu işi yapamazsan ceketini alır ve Hürriyet’ten gidersin ha ! ”
İşadamını havaalanından aldım ve Lahey’deki otele götürdüm. Ertesi gün, Lahey’de otelde işadamı, Ajda ve eşimle otururken Ertuğrul Akbay geldi. Artık bir yarış da burada başlayacaktı. Ben o zaman aynı zamanda TRT’ye de çalışıyorum. Kafile Başkanı TRT’ci Bülent Özveren’e, “Bak, bu Ertuğrul Ajda ile ne yapmak isterse bana bildir ha ! ”  dedim. Daha sonra onun Ajda’yı bir camiye götürüp dua ederken fotoğraf çekeceğini öğrendim. İyi bir işti. Ben de Ajda’yı Hollanda’nın otantik kasabası Volendam’a götürmeyi planladım ve Bülent Özveren’den bu izni aldım. Daha sonra işler sıkışınca gidemedik. Ben de Volendam’a adam gönderdim ve bir  milli kıyafet satın aldırdım.
Ajda’yı Lahey’e yakın Minyatür Park Madurodam’a götürdüm. Orada Volendam kıyafeti giydirdim. Bir yığın fotoğraf  çektikten sonra sokakta bir laternacı buldum. Orada da çektiğim fotoğraflar başta Hürriyet olmak üzere, Kelebek, Hafta Sonu, TV’de 7 Gün ve Gong  dergilerinde  birinci sayfadan yayınlandılar.
Ajda’nın işadamı ile fotoğraf çekimini merak ediyorsunuzdur. Onu da anlatayım.
Hiçbir gazetecinin fotoğraf çekmeye teşebbüs bile edemediği işadamı, Ajda, ve eşim ile, fiyaskoyla sonuçlanan yarışma sonrasında otelin barına gittik. İşadamı da Ajda da kederden çok içtiler.
O sırada işadamına seslendim:
 “ ….. kardeş bir hatıra fotoğrafı çekilelim mi?”
İşadamından yanıt cesurcaydı : “Çekin anasını satayım”
Barda dolaşan foto muhabirimiz Zozo Toledo’ya seslendim :
“Zozo, gel bir fotoğrafımızı çek. ”
Zozo’dan yanıt : “Çekmem abi”
İşadamına sesleniyorum : “Söyle şuna bir fotoğrafımzı çeksin”.
İşadamı sesleniyor :  “Çek lan Zozo”.
Zozo direniyor : “Abi şimdi sarhoşsun, yarın ayıkınca beni mahvedersin”.
Sonuçta Zozo’ya resim çektirdik.
Aynı gece Schiphol Havalimanına gittim ve zarfı kargoya verdim.
Ertesi gün sabah otelde Ajda ile TRT için çekim yaparken işadamı İstanbul’u telefonla arıyordu :
“Gazeteleri dolaşın. Fotoğraflar gitmiş. Çaresine bakın.”
Ama Nezih ağabey, Hafta Sonu gazetesinin birinci sayfasını tamamen bizim fotoğraflarla doldurmuştu. “ İlhan Karaçay,  ünlü işadamı ve Ajda Pekkan’ı işte böyle görüntüledi.” Başlığı ile sadece 100 adet bastırmıştı. İnanır mısınız, ünlü işadamınin isteği üzerine o akşam gazetenin sahibi Erol Simavi bile işe müdahele etmiş ve gazeteye kadar gelmişti. Aynı akşam ne oldu biliyor musunuz? Anadolu’ya gazete götüren tüm kamyonlar durmuştu. Zira bu nakil işini de o ünlü işadamı yapıyordu.
Evet, işte bunlar gazeteciliğin  güzel anları.
Ama gazeteciliğin çileli anları da çoktur. Örneğin, daha önce fotoğraflı olarak yayınladığımız bir haber vardı. Hürriyet muhabiri Ünal Öztürk ile Zaman muhabiri Basri Doğan’ı, yere oturmuş çalışırken görüntülemiştik, Hem de nerede biliyor musunuz? Hollanda Parlamento binası içinde. Gazetelerine haber yetiştirmek ve ‘atlamamak’ için ter içinde kalan bu arkadaşlarımızın çilesini anlayın artık.