27 Ocak 2014 Pazartesi

Hürriyet, Karanlıktan Aydınlığa'dır.




Bab-ı Ali Caddesi - Cağaloğlu - Divanyolu - Çemberlitaş ve Çevresinden enstantaneler......
Hürriyet Gazetesi..
Babıali Caddesindeki Hürriyet Gazetesinin önündeki Rölyef tunçtan yapılmıştır...
Fikir, Merhum Sedat Simavi' nindir.
Kabartma eseri Heykeltıraş Hüseyin Anka yapmıştır.
Manası, Karanlıktan Aydınlığa'dır.
Ortadaki Genç Kadın ve Erkek Aydınlığı temsil etmektedir.
Kadın, sağ eliyle karanlıkta kalanlara uzattığı tastan alevli ışık saçmaktadır.
Karanlık gruptan çocuk ve onun yanındaki erkek ışığa yönelmişlerdir,
Arkadaki üç kişi henüz kararsızdır.
Sağ taraftakiler aydınlıkta olanlar;
Oturan kadın kültürü, ortadaki genç çalışmayı, kadın ve çocuk ise sulh ve sükunu temsil etmektedir...








17 Ocak 2014 Cuma

Deniz Izgi kendi fotoğrafını paylaştı



Deniz Izgi
O zamanlar/bu zamanlar gibi değildi... Cağaloğlu'nda İran Konsolosluğu'nun dörtyol ağzında iki saat kadar durdun mu, efsaneleşen yıldızların yağmuru altında nereye bakacağını kime selam vereceğine şaşırırdın... Sirkeci'den yukarıya çıkan Ankara Caddesi günün öğlene doğru saatlerinde bir gazeteciler/bir edebiyatçılar/yazarlar/şairler/fotoğrafçılar podyumuna dönüşürdü... Yaşar Kemal orada... Aziz Nesin orada... Abdi İpekçi orada... Çetin Altan orada... Hikmet Feridun Es orada... Halit Kıvanç orada... Recep Bilginer orada... Fikret Otyam orada... Halit Çapın orada... Burhan Felek orada... Hatta Simavi Kardeşler de orada... Ve Ercüment Karacan da orada... Ve daha onlarcası ve daha yüzlercesi... Göz göze geldiğinde selam verir/selam alabilirdin... Elini uzatabilir/elin havada kalmazdı ve mutlaka da sıkılırdı... Ve hal hatır ve hatta bir derdin varsa da çözülürdü... ... Benim merdivenin başında o ilk basamak zamanında bir yol arayışında pusulalaştırdığım idollerim vardı... Spor fotoğrafçılığında Hüseyin Kırcalı... Konserli/artistli fotoğraflarda Arda Uskan... Günlük yazı kıvraklığında Çetin Altan... Dış Haber yansıtmasında Sami Kohen... Ve bunların en ama en önünde de Gökşin Sipahioğlu... Ara Güler yoktu bu listemde... Çünkü ulaşılamazdı... Çünkü başka... Çünkü müthişti... Diğer herkes gibi olama(z)sam da yaklaşabileceğimi düşünüyordum ama Ara Güler'e asla... ... Bir gün Milliyet Çocuk Dergisi'ne bir 23 Nisan foto/röportajı yaptım... Yayın Müdürüm Cemal Hoşgör, çektiğim fotoğraflara bakıp/bakıp 'Yahu Deniz... Ara gibi çekmişsin... Ellerine sağlık... Aferin'... O an ayaklarında kanatları olan Hermes gibi olmuş Milliyet'in iki kat yukarıda HEY'e Erhan Akyıldız'a koşmuştum... 'Erhan ağbi, bak Cemal Ağbi ne diyor'... Erhan Akyıldız baktı/baktı... 'Sana birşey söyleyeyim mi' dedi, 'Sen söylemesen Ara Güler çekti sanacaktım'... ... O gaz bana bir ömür yetti bugüne kadar... ;) Ve bu arada da bir ders... 'Marifet İltifata ...:) :) :) ... ... O zamanlar öyle idi... Bir önceki kuşak, ister bunu işi görülsün, diye düşünün, ister usta çırak ilşkisi olarak algılayın arkadaki adam yeni gelene kol/kanat gererdi... Ve biz de öyle gördük sonra da bu geleneği sürdürdük... ... Şimdi burada FACE'de üçüncü/dördüncü/beşinci baharını yaşayan Erdoğan Ağbi (Erdoğan Sevgin) de öyle yaptı, Doğan Şener de, Abdi İpekçi de Namık Sevik de, Semih Balcıoğlu da Arda Uskan da ve hepsi... ... O saatten sonra Ara Güler'e daha bir baktım... Biz renkli/slayt/dia peşindeyken Ara Güler giderek siyah beyaza ağırlık veriyordu... Ve aklımızın ucuna gelmeyen noktalara ağlarını atıyordu... Ara Güler'in zamanla ve hala sanıldığı gibi Usta Bir Fotoğrafçı değil aslında Çok Ama Çok Büyük Bir Gazeteci Olduğunu fark ettim... Yazısı/haberi o fotoğraf karesinin içinde idi... Ve çoğu kez altına ne fotoğraf altı ne de bir başlık bir manşete de gerek yoktu... ... O zamanlar fotoğraf makinelerinin içine film konuyordu... 50 ASA... 100 ASA... 400 ASA... v.b. 50 ASA filmler kontrastı ama içinde gren dediğimiz noktacıklar olmazdı... Ancak çok ışık gerektirirdi... 100 ASA genel kullanım için en uygundu... 400 ASA loş yerlerde kullanılırdı ancak noktacıkları boldu... Ve daha karanlıklarda flaşsız çalışmak için 400 ASA'lık filmi 1600 ASA imiş gibi kandırık ;) yapar çeker sonra banyoda iterdik ;) yani yıkama süresini uzatırdık... Filmler genelde bir buçuk metre idi ve 36 kare... Yani bir filmi makineye taktık mı 36 poz/36 fotoğraf çekerdik... ... Usta hastanede komada... Usta böbrek yetmezliğinde çok zor durumda... Usta kalkar mı... Bilmem... Şimdi dua zamanı... Ve usta hayatının 36. Karesinin tam orta yerinde... Kim çekebilir ki onun fotoğrafını... Kim cesaret edebilir ki... Kim cüret... Usta için 3. KARE ZAMANI ve 'Selfie'... ... Şimdi sizlere bir iş... Gençler, Vikipedi ile başlayın... Gidin Ara Güler'i oaradan keşfedin... Yaşlılar, siz de 'Selfie'nin ne olduğunu... Ve sonra gelin elel verelim/bir köprü kuralım/ birbirimizi daha iyi anlayalım... ARA GÜLER için bundan daha güzel bir dua olabilir mi... Deniz İZGİ / KARABAŞ Siyasi Hayvan Dergisi / TEST Aşaması




O zamanlar/bu zamanlar gibi değildi...
Cağaloğlu'nda İran Konsolosluğu'nun dörtyol ağzında
iki saat kadar durdun mu,
efsaneleşen yıldızların yağmuru altında nereye bakacağını
kime selam vereceğine şaşırırdın...
Sirkeci'den yukarıya çıkan Ankara Caddesi günün
öğlene doğru saatlerinde
bir gazeteciler/bir edebiyatçılar/yazarlar/şairler/fotoğrafçılar
podyumuna dönüşürdü...
Yaşar Kemal orada... Aziz Nesin orada... Abdi İpekçi orada...
Çetin Altan orada... Hikmet Feridun Es orada... Halit Kıvanç orada...
Recep Bilginer orada... Fikret Otyam orada... Halit Çapın orada...
Burhan Felek orada... Hatta Simavi Kardeşler de orada...
Ve Ercüment Karacan da orada...
Ve daha onlarcası ve daha yüzlercesi...
Göz göze geldiğinde selam verir/selam alabilirdin...
Elini uzatabilir/elin havada kalmazdı ve mutlaka da sıkılırdı...
Ve hal hatır ve hatta bir derdin varsa da çözülürdü...
...
Benim merdivenin başında o ilk basamak zamanında
bir yol arayışında pusulalaştırdığım idollerim vardı...
Spor fotoğrafçılığında Hüseyin Kırcalı...
Konserli/artistli fotoğraflarda Arda Uskan...
Günlük yazı kıvraklığında Çetin Altan...
Dış Haber yansıtmasında Sami Kohen...
Ve bunların en ama en önünde de Gökşin Sipahioğlu...
Ara Güler yoktu bu listemde...
Çünkü ulaşılamazdı... Çünkü başka... Çünkü müthişti...
Diğer herkes gibi olama(z)sam da yaklaşabileceğimi düşünüyordum ama
Ara Güler'e asla...
...
Bir gün Milliyet Çocuk Dergisi'ne bir 23 Nisan foto/röportajı yaptım...
Yayın Müdürüm Cemal Hoşgör, çektiğim fotoğraflara bakıp/bakıp
'Yahu Deniz... Ara gibi çekmişsin... Ellerine sağlık... Aferin'...
O an ayaklarında kanatları olan Hermes gibi olmuş
Milliyet'in iki kat yukarıda HEY'e Erhan Akyıldız'a koşmuştum...
'Erhan ağbi, bak Cemal Ağbi ne diyor'...
Erhan Akyıldız baktı/baktı...
'Sana birşey söyleyeyim mi' dedi,
'Sen söylemesen Ara Güler çekti sanacaktım'...
...
O gaz bana bir ömür yetti bugüne kadar...
Ve bu arada da bir ders...
'Marifet İltifata ... ...
...
O zamanlar öyle idi...
Bir önceki kuşak, ister bunu işi görülsün, diye düşünün,
ister usta çırak ilşkisi olarak algılayın
arkadaki adam yeni gelene kol/kanat gererdi...
Ve biz de öyle gördük sonra da bu geleneği sürdürdük...
...
Şimdi burada FACE'de üçüncü/dördüncü/beşinci baharını
yaşayan Erdoğan Ağbi (Erdoğan Sevgin) de öyle yaptı,
Doğan Şener de, Abdi İpekçi de Namık Sevik de,
Semih Balcıoğlu da Arda Uskan da ve hepsi...
...
O saatten sonra Ara Güler'e daha bir baktım...
Biz renkli/slayt/dia peşindeyken
Ara Güler giderek siyah beyaza ağırlık veriyordu...
Ve aklımızın ucuna gelmeyen noktalara ağlarını atıyordu...
Ara Güler'in zamanla ve hala sanıldığı gibi
Usta Bir Fotoğrafçı değil aslında
Çok Ama Çok Büyük Bir Gazeteci Olduğunu fark ettim...
Yazısı/haberi o fotoğraf karesinin içinde idi...
Ve çoğu kez altına ne fotoğraf altı ne de bir başlık
bir manşete de gerek yoktu...
...
O zamanlar fotoğraf makinelerinin içine film konuyordu...
50 ASA... 100 ASA... 400 ASA... v.b.
50 ASA filmler kontrastı ama içinde gren dediğimiz
noktacıklar olmazdı... Ancak çok ışık gerektirirdi...
100 ASA genel kullanım için en uygundu...
400 ASA loş yerlerde kullanılırdı ancak noktacıkları boldu...
Ve daha karanlıklarda flaşsız çalışmak için
400 ASA'lık filmi 1600 ASA imiş gibi kandırık yapar çeker
sonra banyoda iterdik yani yıkama süresini uzatırdık...
Filmler genelde bir buçuk metre idi ve 36 kare...
Yani bir filmi makineye taktık mı 36 poz/36 fotoğraf çekerdik...
...
Usta hastanede komada...
Usta böbrek yetmezliğinde çok zor durumda...
Usta kalkar mı... Bilmem... Şimdi dua zamanı...
Ve usta hayatının 36. Karesinin tam orta yerinde...
Kim çekebilir ki onun fotoğrafını...
Kim cesaret edebilir ki...
Kim cüret...
Usta için 3. KARE ZAMANI ve 'Selfie'...
...
Şimdi sizlere bir iş...
Gençler, Vikipedi ile başlayın...
Gidin Ara Güler'i oaradan keşfedin...
Yaşlılar, siz de 'Selfie'nin ne olduğunu...
Ve sonra gelin elel verelim/bir köprü kuralım/
birbirimizi daha iyi anlayalım...
ARA GÜLER için bundan daha güzel bir dua olabilir mi...

Deniz İZGİ / KARABAŞ Siyasi Hayvan Dergisi / TEST Aşaması

14 Ocak 2014 Salı

Bir avuç eski Hürriyetçi


Celal Korkut

Bu sabah Sevgili Ercüment Abi'nin (Ercüment Erkul)'un yazısını okudum. Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun Sevgili Coşkun Abi'yi yazmıştı. Cenaze töreninde çekilmiş bir fotoğrafı gördüm, eski dostları, abileri, arkadaşları. Ercüment Abi şöyle diyor: Coşkun Çulcu’yu önceki gün sonsuzluğa uğurladık. “Bir avuç eski Hürriyet’çi”. Onun ne kadar “Önemli” biri olduğunu bilen “Bir avuç”. Coşkun’a üzüldük, kalbimiz acıdı. Aylar sonra dostları gördük, gözlerimiz parladı. Birbirimize sarıldık, sarıldık… Hürriyet’in her bölümü önemlidir. Ama en önemlisi “İlan”dır. Yıllardır para basar. Seri ilanından vefatına, Renkli ilanından ticarisine. Hep zirvededir. Hep en çok kazanandır. Hürriyet’in gücünün en büyük paydaşıdır. Coşkun işte o bölümde 20 yılı aşkın çalıştı. Unvanı “Reklam Müdür Muavini” idi. Birçok özelliği vardı. İşini çok iyi bilirdi, Çok çalışırdı, Çok iyi içerdi, İyi futbol oynardı, Mütevazıydı, En önemlisi, Dosttu." Bundan sonraki bölümü almadım. Çünkü o benim, bizim, hala Hürriyet'te çalışan 'Eski' Hürriyetçilerin ayıbı. O yüzden üzgünüm, kusuruma bakmayın. Sevgiyle kalın.
Bu sabah Sevgili Ercüment Abi'nin (Ercüment Erkul)'un yazısını okudum.
Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun Sevgili Coşkun Abi'yi yazmıştı.
Cenaze töreninde çekilmiş bir fotoğrafı gördüm, eski dostları, abileri, arkadaşları.
Ercüment Abi şöyle diyor:
Coşkun Çulcu’yu önceki gün sonsuzluğa uğurladık.
“Bir avuç eski Hürriyet’çi”.
Onun ne kadar “Önemli” biri olduğunu bilen “Bir avuç”.
Coşkun’a üzüldük, kalbimiz acıdı.
Aylar sonra dostları gördük, gözlerimiz parladı.
Birbirimize sarıldık, sarıldık…
Hürriyet’in her bölümü önemlidir.
Ama en önemlisi “İlan”dır.
Yıllardır para basar.
Seri ilanından vefatına,
Renkli ilanından ticarisine.
Hep zirvededir.
Hep en çok kazanandır.
Hürriyet’in gücünün en büyük paydaşıdır.
Coşkun işte o bölümde 20 yılı aşkın çalıştı.
Unvanı “Reklam Müdür Muavini” idi.
Birçok özelliği vardı.
İşini çok iyi bilirdi,
Çok çalışırdı,
Çok iyi içerdi,
İyi futbol oynardı,
Mütevazıydı,
En önemlisi,
Dosttu."
Bundan sonraki bölümü almadım.
Çünkü o benim, bizim, hala Hürriyet'te çalışan 'Eski' Hürriyetçilerin ayıbı. O yüzden üzgünüm, kusuruma bakmayın.
Sevgiyle kalın.

10 Ocak 2014 Cuma

Biz gazeteciydik



1978...
Hürriyet İzmir bürosu ( HHA ) ekibi.
Biz gazeteciydik
Kopyası degil...
O zamanın adam gibi yapılan gazetecilik mesleği kutlu olsun.

9 Ocak 2014 Perşembe

Bâb-ı Âli'nin çınarları...


Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin kuruluşunun tanığı sekiz gazeteci bir arada. Bu meslektaşlarımız artık hayatta değil. (Soldan itibaren) Haluk Durukal, Recep Bilginer, Orhan Mete, Mahmut Erhan, Hikmet Bil, Ali Sema Aydoğdu, Alaattin Berk ve Selami Akpınar. (Fotoğraf: İskender Özsoy)

6 Ocak 2014 Pazartesi

Radikal ve Hürriyet çalışanları soruyor!


Öncellikle bu mektubu neden kaleme aldığımızı açıklamakla başlayalım: Kurumsal kararlara itiraz edebilirim çünkü ‘Hürriyet benim.
Hüriyet Daily News’ten 20, Radikal’den ise 15 gazetecinin işten çıkarılması üzerine, iki gazetenin çalışanları bir manifesto yayımladı. “Dayanışma içinde, evrensel işçi haklarının bizlere sunduğu tüm mücadele yöntemlerine, yönetimin bu kararından geri dönmesi için başvurmaktan geri kalmayacağımızı arz ederiz” denilen ancak imza atılmadan yayımlanan manifestonun tamamı şu şekilde:
HDN ve RADİKAL emekçileri manifestosu
Öncellikle bu mektubu neden kaleme aldığımızı açıklamakla başlayalım: Kurumsal kararlara itiraz edebilirim çünkü ‘Hürriyet benim.’
Son yaşanan tenkisatla birlikte Hürriyet Daily News’te 20, Radikal’de ise 15 arkadaşımız artık yanımızda çalışmıyor.
Hürriyet Daily News ve Radikal çalışanları olarak, yönetim kurulu tarafından alınan tenkisat kararı üzerine ve de özellikle bu kararların uygulanma şekline karşı rahatsızlığımızı dile getirmek, hatta duygularımızı daha iyi ifade eden bir terimle, isyanımızı haykırmak istiyoruz.
Nitekim aylar önce belirlenen bu kararların yangından mal kaçırır gibi işten çıkarılan arkadaşlarımıza yeni bir iş bakma fırsatı bırakmadan, son anda tebliğ edilmesini kabul etmiyoruz. Hürriyet yönetiminin “insan hakları / basın özgürlüğü” diye ahkam kesmeden önce, bırakın işçi-emekçi haklarını, en basit nezaket kurallarını da çiğneyen bu vahşi yöntemlerden vazgeçmesi gerekirdi.
Ayrıca bu kararların gerekçesini tüm ayrıntılarına kadar bilmek istiyoruz.
* Bu kararlar nasıl bir “dönüşüm” stratejisi doğrultusunda alındı?
* HDN ve Radikal’in erişilemeyen hedefi nedir? Ortalama tıklama sayısı ya da tiraj mıdır? Hedeflediğimiz ortalama tıklama sayısı ya da tiraj kaçtı?
* Reklam gelirleri yeterli değil mi? Eğer yeterli değil ise, fatura neden editör/muhabir/fotomuhabir/sayfa sekreteri arkadaşlarımıza kesildi?
* Öte yandan kalite kriterlerimiz neler? (Haberin içeriği, yazılı metin, gazete ve web görselliği bakımından)
* İş bu noktaya gelmeden önce, çalışanlarla toplanılıp bu hedefler paylaşılamaz mıydı?
* Yöneticilerin başarısızlığının faturası neden çalışanlara kesilmektedir?
Sizlerin, yönetim kurulu olarak böyle bir profesyonellik çerçevesinde çalışmadığınızı ve bunun gibi somut bir strateji geliştirmediğinizi de gayet iyi biliyoruz. Bu durumda zaman zaman özeleştiri yapıyor musunuz?
Bu şartlarda alınan kararlar sonucunda, aramızdan kimsenin eksilmesini kabul etmiyoruz. Dayanışma içinde, evrensel işçi haklarının bizlere sunduğu tüm mücadele yöntemlerine, yönetimin bu kararından geri dönmesi için başvurmaktan geri kalmayacağımızı da bu mektupla arz ederiz.
Kahrolsun bağzı dönüşümler!

4 Ocak 2014 Cumartesi

"Gerçek Hayat Hikayeleri"nin usta çizeri Faruk Geç'i yitirdik!..


MİZAHHABER - Faruk Geç... Biz onu en çok Hürriyet gazetesinde yıllarca çizdiği "Gerçek Hayat Hikayeleri" ile sevmiştik. Orada adeta çizgiyle sinema yapardı Faruk Geç usta... 26 yıl boyunca çizmişti Hürriyet'te ve hemen ardından Güneş gazetesinde devam etmişti gerçek hayat hikayelerine... Usta bir gazete ressamı, usta bir çizerdi Faruk Geç... Resimli öykünün 83 yaşındaki çınarı 3 Ocak 2014 Cuma günü yaşama veda etti. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti üyesi Geç, Basın Şeref Kartı ve 2005 Burhan Felek Basın Hizmet Ödülü sahibiydi.

FARUK GEÇ'İN ÖZGEÇMİŞİ.


Faruk Geç,1931 yılında Adapazarı’nda doğdu. Galatasaray Lisesi’ni 1951’de bitirdi. 1956 yılında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nden mezun oldu. Lise yıllarında başladığı  Babıali çalışmaları Türkiye Yayınevi'nde, Hafta ve Binbir Roman dergileri ve Nebioğlu Yayınevi'nde 20. Asır ve Bütün Dünya  dergileri, Doğan Kardeş Yayınevi'nde Resimli Hayat dergisi ile devam etti. Fransa, İtalya ve İngiltere'de mesleki çalışmalar yaptı.

 
1955 yılında başladığı Hürriyet gazetesinde aralıksız 26 yıl çalıştı. Daha sonra Güneş ve Günaydın gazeteleriyle meslek yaşamını sürdürdü. Yıllar boyu  yazıp resimlediği 'Gerçek Hayat Hikayeleri' ile tanındı. Eserleri halen yurt dışında da yayınlanıyor. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Müzesi'ne bağışladığı Tevfik Fikret, Sabahattin Ali ve Nazım Hikmet tabloları nedeniyle Türkiye  Gazeteciler Cemiyeti’nden plaket aldı. Faruk Geç, basınımızın usta çizerleri; Sezgin Burak ve Ersin Burak kardeşlerin dayı çocuğu yani kuzenleridir.

 Faruk Geç ustanın cenazesi, 5 Ocak 2014 Pazar günü, Zincirlikuyu Camiinden öğlen namazını takiben kalkacak ve Zincirlikuyu mezarlığına defnedilecek...

CİHAN DEMİRCİ'DEN FARUK GEÇ'Lİ BİR ANI...

Faruk ağabeyin Hürriyet gazetesinde çizdiği "Gerçek Hayat Hikayeleri"nin sıkı bir okuruydum 70'li yıllarda... 1981'de Güneş gazetesinin çıkışıyla birlikte o da Güneş'e transfer olmuştu. O sıralar Güneş'te çalışmaya başladığımda daha da yakından takip ettim. Sonra gün geldi... Güldürü Üretim Merkezi adlı kurumda çalıştığım bir dönemde bir mizah gazetesi çıkardık. 1985 yılının Kasım ayıydı... Gümgüm adlı bir mizah gazetesi çıkarmıştık. O gazetede yapmadığım iş yoktu, köşe hazırlıyordum, bant çiziyordum, yazı dizisi yapıp, röportajlar gerçekleştiriyor, sayfa sekreterliğine bile dalıyordum zaman zaman. Gazetenin hazırlanma aşamasında bir gazete parodisi yapacağımız için yönetime şöyle bir önerim olmuştu. Faruk Geç'in son derece ciddi gerçek hayat hikayelerinin balonlarıyla oynamak gibi muzip bir iş gelmişti aklıma. Bunu yöneticilerimiz Kandemir Konduk ve Müjdat Gezen'le paylaştım. Ancak bunun için bize Faruk Geç'in izin vermesi gerekirdi. Son derece ciddi, gerçek hayat hikayeleri yazıp-çizmiş bir gazete ressamı, işlerinin biraz suyunu çıkaracak böyle işe izin verir miydi?.. İşte böyle bir anda Faruk Geç arandı ve usta orjinalleriyle çıkageldi. Bizim acaba kabul eder mi diye endişe ettiğimiz bu teklif onun çok hoşuna gitmişti. Çok ince, çok zarif ve yeniliklere açık bir usta vardı ne de olsa karşımızda. Hiçbir sorun çıkarmadan çizimlerini bana teslim etti ve bendeniz hain emellerimi gerçekleştirip Gümgüm adlı mizah gazetesinde onun son derece ciddi çizgi öykülerine absürd balonlar yazdım. Okur tarafından da çok sevilmişti bu ciddiyet içindeki absürtlük. Yeni yılın daha 3. gününde Faruk ağabeyin ölüm haberini aldığım anda bu anı geldi hemen aklıma. Onu en son bir kaç yıl önce bir ödül töreninde görmüştüm. Eşref Kolçak'ı andırıyordu. Aslında artist gibi kalıplı, dimdik bir adamdı Faruk Geç, usta bir çizer olmasaydı, Yeşilçamda rahatlıkla jön olabilirdi. Sevgiyle anıyorum. Ruhu şad olsun... (C.D.)