1 Ağustos 1997 Cuma

Beni İstanbul'a cebren ve hile ile getirdiler

Ayşe ARMAN Description: http://www.hurriyet.com.tr/p/spacer.gif
Hürriyet'in teknolojik devrimine imza atan yazıişleri müdürü Cafer Yarkent: En güneyim Ölüdeniz, en kuzeyim Ayvalık, en doğum Manisa'dır. Önüm de mutlaka deniz olmalı!
32 yaşıma kadar, ne İstanbul'u, ne de Ankara'yı görmüştüm, öyle bir arzum da olmamıştı. İzmir yetiyordu bana. Şövenist sayılabilirim İzmir konusunda.


Meraktan çatlıyorum...
Şimdiye kadar, hep başkalarının sayfasını yaptı.
Hürriyet eklerinin görselliği ondan sorulur.
Ama şimdi...
Şimdi kendi sayfasını yapacak.
Acaba neler hissedecek?
Reha Muhtar gibi olmamak için, bu soruyu ona sormuyorum, neler hissediyorsunuz demiyorum, ama gördüğünüz gibi meraktan da çatlıyorum. Cafer Yarkent, sevgili Yazı İşleri Müdürümüz kendi sayfasını yaparken neler hissedecek?
Cengiz Çandar'ı nasıl kandırdım!

Hürriyet'e yeni geçmiştim. Yazı işleri sorumlusuyum. Bilgisayar mühendisi arkadaşlarım, laptop çalışmalarını bitirmiş, sıra denemesine gelmişti. Makineyi kapattım, o zaman altı buçuk kiloydu, Cengiz Çandar'ın odasına daldım. Benim nazımı belki o çeker diye, teklifimi patlattım: ‘‘Trakya seçimlerine bu makinayla gider misin?''. Öyle bir gürledi ki Cengiz, ben bile korktum. Cevabı son derece netti: ‘‘Ben, elektrik lambası bile değiştiremem Cafer, sen manyak mısın?'' Sakin olmam gerekiyordu, tane tane konuşmaya başladım, ‘‘Sevgili Cengiz, sen öyle herkes gibi telekslere koşuşturmayacak, sıra beklemeyeceksin. Haberi yazmak ve gazeteye geçmek için bir arabaya atlayıp oteline geleceksin, odana çıkacaksın. Ama odana çıkmadan, bir de bol buzlu Whisky ve çerez siparişi vereceksin!'' Pek şaşkındı, gözleri açılmış, beni dinliyordu. Devam ettim, ‘‘Hemen yazını yazmaya başlayacaksın, siparişlerin gelinceye kadar işin bitmiş olacak. Ve şu düğmeye basacaksın. Sadece bu kadar. Bak gördün mü, elektrik lambasını değiştirmekten daha kolay''. Cengiz'i kandırmayı başardım. Sonuç mu? Avrupa'da ve Türkiye'de ilk kez başka bir ülkeden Türkiye'ye laptop ile haber geçmiş oldu, sevgili Cengiz Çandar!

Siz kimsiniz?

- Ben bir provakatörüm... İşin şakası bu tabii.. Ne kadar gazete provası hazırladığımı hatırlamıyorum. Tabii bir de sayın Özkök var... Onunla çalışmak ve ona yetişmek çok zor... Kendi gölgesini bile beğenmez. O sürrrrrrrekli değişiklik ister... Beyniniz döner. Ve hiçbir şeyi beğenmez. Bilmem anlatabildim mi, şu bizim provakatörlüğü!

İzmir takıntınız nereden kaynaklanıyor?

- Doğuştan, genlerimde var! Benim en güneyim Ölüdeniz, en kuzeyim Ayvalık, en doğum Manisa'dır. Önüm de mutlaka deniz olmalı! Otuziki yaşına kadar, ne İstanbul'u ne de Ankara'yı görmüştüm, öyle bir arzum da olmamıştı. İzmir yetiyordu bana. Şövenist sayılabilirim İzmir konusunda. Onbir yıldır İstanbul'dayım ama hala koyu bir İzmirliyim. İzmir, benim için hem yaşanılacak hem ölünecek yer. ..

Peki bu kadar sevdiğiniz İzmir'i nasıl terkedip İstanbullara geldiniz...

- Gelmedim, getirildim. Cebren ve hileyle! Yeni Asır'da çalışıyordum ve o dönem İstanbul'da bilgisayar gazeteciliğini bilen kimse yoktu. Dinç Bilgin, Sabah Gazetesi'ni kuruyordu. Bu gazetecilik türü, Türkiye'de olduğu kadar batıda da ilkti. Dünyada bu sistemi kullanan, üç gazeteden biridir, Yeni Asır, o günlerde...

Neden özellikle siz İstanbul'a getirildiniz...

- Çünkü bu konuda ilktim. Önce eğitildim, sonra eğitmeye başladım. İzmir'de bir sürü öğrencim oldu. Ancak İstanbul'da yeni bir gazete tasarımı ortaya çıkınca, ‘‘Kurs alanını, İstanbul'a taşımamız lazım'' dendi. Dinç Bilgin, dört günlüğüne, diye kandırdı. ‘‘İyi de, ben uçakla gelemem ki, korkuyorum uçaktan'' dedim. ‘‘O zaman, akşama otobüsle geliyorsun'' dedi. Ben de atladım

Varan uçağına! Sabahın şafağında kapıda karşıladı beni. Kucakladığı gibi götürdü yukarıya. Hemen işe koyulduk. Günde sadece üç saat uyumaya gidiyordum. Bu tam onbir ay filan sürdü.

Sadece Türkiye'de değil, dünyadaki ilk bilgisayarlı gazetelerin kuruluşunda yer almışsınız, demek ki siz çok mühim birisiniz!

- Kendim için evet!

At yarışı tuzağı

Bilgisayaralı gazeteye geçiş kolay oldu mu?

- Asla! Görünürde bilgisayar kullanmak için can atıyorlardı. Ama yalan. Herkes daktilosuna yapıştı! Onları anlıyordum, çünkü organizma olarak önce ben de aynı korkuyu geçirmiştim. Toplu öğretim yerine, tek tek öğretmeyi tercih ettim. Çünkü insanlar toplu yerde hata yaptıklarında daha çok utanıyorlar.

Yazı yazarken mi gerginlerdi...

- Hayır daha bilgisayara dokunurken! Sabah'tan Hürriyet'e geçtiğimde beş yıl geriye dönmüştüm. Bilgisayar vardı ama pek kullanılmıyordu. Sürekli, bu insanları nasıl ikna edebilirim diyerek çalışanları inceliyordum. Herkesin arası benimle çok iyi, beni reddetmiyorlar, fakat ‘‘Sen kullan, bakarız'' diyorlardı. Patron ise bir zaman koymuş. ‘‘Ne zaman bilgisayara geçeriz'' diye soruyordu...

Peki ne yaptınız?

- Yazı İşleri'ndeki arkadaşlarımın, neyle ilgilendiklerine baktım: Kesinlikle herkes at yarışıyla ilgileniyor. Hemen at yarışlarını girdim sisteme. Yine de ‘‘Hadi sen bize şu sonuçları, tahminleri bir göster'' diyorlar. Olacak gibi değil! İnsanları terminale sokamıyorum. Sonunda, ilgilerini çekecek bir şey buldum: Yemek listesi! Duvarlara asılı yemek listelerini bir güzel söktüm. Bir de yazı yazdım: Yemek listesi F tuşunda diye. Bu bir ifadeydi, temas sağlamak için. Ve sene 1986...

Sanki 60'lardan söz ediyor gibiyiz...

- Hürriyet'te herşey çok hızlı değişti. Bu değişimin komutanı Özkök'tür. Onun bu konudaki yardımlarını asla yadsıyamam.

Bütün bu zorluklara katlandınız mı, yoksa işinizi çok sevdiğiniz için olan biten herşeyi bir hoşluk olarak mı değerlendirdiniz?

- Ben gerçekten iş konusunda, bir manyağım, bir ruh hastasıyım. Geçenlerde bir test yaptım kendime, işkolik çıktım. Bir de, hep yeni şeyler öğrendim. Benim o günlerde de, bugün de değişmeyen bir özelliğim var: Ben hep bir öğrenciyim. Zaman benim için çok önemli, fakat hedef daha önemli. Hedefe de varmak istiyorsunuz ama zamanı da kısa kullanmak istiyorsunuz. İşte ben bunu yapmadım. Zamanı en rantabl şekilde kullandım, hedef için. Ama hep kendi zamanımdan yiyerek! En başta da aileminkinden. Bu işlerimi bitirdikten sonra karım ve çocuklarımı karşıma alıp, ‘‘Afedersiniz'' dedim. Ama bunu dediğimde çocuklarım 16 yaşındaydı. 16 yaşına kadar onlarla hiç irtibatım olmadı. Sadece bir adam var, gizlice eve giriyor ve çıkıyor. Yine de bunların hepsini istediğim için yaptım. Mükemmeliyetçi olduğum söylenebilir, ama mükemmel diye bir şey yoktur, ancak mükemmele tırmanmak vardır. Son iki yıldır eskisine oranla biraz daha rahatım.

Neden?

- Çünkü kimseye değil, kendime çalışıyorum. Sonra, bir de oyunlarım var. Herkesten farklı olarak bilgisayar oyunlarını son derece ciddi bir iş olarak görüyorum. Oyunlarım işim kadar önemlidir.

Sizin özel bir ev hayatınız var mı?

- Var. Ama iş mi, ev mi derseniz: Birincisi iş. Benim için hep öyle oldu. Önce işim, sonra eşim. Evlenirken tek şartım bu olmuştu. İşim olmazsa, eşim olmaz ki!

Çizgi roman hastasıyım

Eşinize hiç acımıyor musunuz?

- Acımak ona verebileceğim en büyük ceza, yanlış olur!

Kim ister, kafasını teknolojiyle bu kadar bozmuş sürekli çalışan bir adamı...

- Eşime sormak lazım...

Çalışırken mi ölmeyi düşünüyorsunuz?

- Ne güzel olur!

Hayatta hiç özlem duyduğunuz şeyler oldu mu?

- Neye özlem duyduysam yaptım. Neye ulaşmak istediysem başardım. Ama hayal kurmayı da çok severim. Okuduğum romanlardaki bütün kadınlara aşık oldum ben. Hatta, seyrettiğim filmlerdeki en kötü kadınlara bile...

Ustanız kim? Siz kimin çırağıydınız?

- Ustam yok. Öğretmenlerim var. Ben bu meslekte usta-çırak ilişkisine inanmam. Bizim işimiz bilgi. Bilginin olmadığı yerde bizim işimiz yok. Birisi bilgiyi yüklenir, işi götürür, o en ustadır. Usta-çıraklık esnaf işlerindedir. Deklanşöre basmayı gösterebilirsiniz ama fotoğraf çekmeyi öğretemezsiniz. İşte o bilgidir, o görmektir, hissetmektir. Ben öğrenci olarak öleceğim. Onbir yıldır öğretim görevlisiyim. Sekiz yıl, Eskişehir Üniversitesi'ne gittim, üç yıldır da Akademi İstanbul'a gidiyorum. Arkadaşlarım 18 - 22 yaşlarında, hepsi akranım yani! Onları dinliyorum, onlardan çok çok şey de öğreniyorum...

Doğuştan mı gazetecisiniz, sonradan mı oldunuz...

- Genlerimde gazetecilik yoktu! Sonradan. Gelişerek, okuyarak, izleyerek. Dedim ya, ben tecrübeden çok bilgiye inanıyorum. Bilgi esastır, tecrübe ise hatalarım. Tecrübe hata yapmaya her zaman yatkındır.

Siz nasıl rahatlıyorsunuz?

- Çocuklarımla konuşarak, karımla konuşarak, bahçeyle ilgilenerek. İzin günlerimde gazete okumayarak! Gazetelerin hepsini seyrederek... Bir de çizgi roman hastasıyım. Red Kit, Teks klasiklerimdir. Karaoğlan da tüm ciltleri ile kütüphanemde. Ve bir de mizah. Tüm Gırgır'lar, ciltleri ile başucumda, Oğuz Bey'de bile yoktur belki... Müzik... Müziğim olmazsa, ben bir ölüyüm..

Kadınlar teknolojiden anlamaz ama, siz onlarla pek iyi geçiniyorsunuz...

- Bir kere teknolojiden anlamadıkları doğru değil. Bunca yıldır, bilgisayarı ilk öğrettiklerim hep kadınlar oldu. Geçmişime baktığım zaman, değer verdiğim ve saygı duyduğum insanların hepsi kadın. Dedem hariç!. Güzel kadınları severim, akıllı kadınları daha çok severim. Hem güzel, hem akıllı kadınları çok ama çok çok severim. Orhan Veli gibi oldu burası...

Yarı yolda bırakmadı mı kadınlar sizi hiç?

- Bana hiç ihanet etmediklerini söylesem...

Şanslısınız o zaman, hazır kadınlardan söz açılmışken, ‘‘sanal seks''e girelim, teknoloji ve kadınlar ikisi de sizin uzmanlık alanınız olduğuna göre, ‘‘sanal seks'' hakkında ne düşünüyorsunuz?

- Bilgisayarla sevişmiyorum. Seyretmek, izlemek başka bir şey. Sanal seks kavramı beni heyecanlandırmıyor. Hissetmek, temas çok önemli.

Kadınlarda aradığınız özellikler neler, yanlış anlamayın birlikte çalışmak için!

- Kadının ahmağına kesinlikle dayanamıyorum, dünyanın en güzel yaratığı bile olsa!

Erkeğin ahmağından daha mı feci kadının ahmağı...

- Daha yıpratıcı, berbat birşey.

Kadınlarla birlikte çalışmayı tercih ediyorsunuz...

- Kesinlikle!.. 89'da Cağaloğlu'nda sistemi yeni kurduk, eleman alacağız. ‘‘Geniş bir yer istiyorum, bir de zemin kat olmasın'' dedim. Tamam dediler. Yeni bir mekan, yeni insanlar. Sonra ‘‘Herşey kırmızı ve siyah olacak'' diye tutturdum. Gazetenin içinde, herkes konuşuyor, bu geri zekalı kırmızı ve siyahtan başka bir şey görmek istemiyormuş. Telefon kırmızı, askı siyah, masalar kırmızı, sandalyeler siyah... ‘‘O bölüme girme yasağı istiyorum'' dedim. Kart sistemi konulsun. Herkes şaşırdı. Sadece bir defa Erol Simavi'nin bana verdiği özel hattı kullandım. Kırmızı Oda hemen kuruluverdi!.. Planıma göre, bu bölümün nüfusunun yarısı kadın, yarısı erkeklerden oluşacaktı. O zaman, Erol Simavi bile dedi ki: Bak kadınlarla çalışmak kolay değildir, bilesin! Yine de o bölümün nüfusunu yüzde elli erkek, yüzde elli kadınlardan oluşturdum. Çetin Emeç'le birlikte Hürriyet'te kadınların dönemi başladı. Ferai Tınç o dönemde Dış Haberler Müdürü oldu. Ben de Güzel Sanatlar'dan ve Basın Yayın'dan yeni mezun gençler aldım, yepyeni pırıl pırıl... Yine kurslar.. Kurslar...

Şu İnternet olmasaydı...

Hayatta en sinir olduğunuz şey nedir?

- Son günlerde ‘‘No new message to server''...

O zaman, babalık mesleğinizi teknolojiyle nasıl bağdaştırdığınızı soruyorum...

- Çocuklarım Amerika'da okuyor, onlar benim herşeyim. Fakat internet benim özlemlerimi büyük ölçüde gideriyor. Hergün iki mektubum var. İşte ‘‘no new message'' beni ondan sinirlendiriyor, yani e-mail'im yoksa terminali yumruklayacak kadar sinirleniyorum! Şaka bir yana, bir yıldır 1500'e yakın mektup geldi çocuklarımdan. Ben dünyanın en şanslı babasıyım. Hergün ne yaptıklarını öğreniyorum, onların yanında oluyorum. Çocuklarım aşklarına varıncaya kadar tüm heyecanlarını anlatıyorlar. Onlarla çok iyi iletişim kuruyorum. Bunu da öncelikle teknolojiye borçluyum. İnternet için bazıları bilgi bankası diyor, benim için ise kesinlikle bir bilgi çöplüğüdür. Ve ben o çöplükten asla çıkmayacağım!

 

Hiç yorum yok: