26 Mart 2009 Perşembe

Abidin Behpur Tapaner, donarak öldü


23 Ocak 1963 günü Çatalca yakınlarında kara saplanan Edirne İstanbul trenine ulaşıp haber yapmak için yola çıkarlar; muhabir Yüksel Kasapbaşı, foto muhabiri Abidin Behpur Tapaner ve gazetenin şoförü Yüksel Öztürk. 24 Ocak'ta kara saplanan araçlarına yardım istedikleri kamyon şoförleri onları sağ gören son kişilerdir. 25 Ocak'ta karayolları ekipleri kar altındaki aracı çıkardıklarında donmuş olarak bulunurlar. Kaderin garip cilvesi, Tapaner geride bıraktığı tek kitabı "Bahçekapı Durağı"na, "Hatırlar mısın karın lapa lapa yağdığını" diye başlamıştır... 

BEYAZ BİR ÖLÜM
Abidin Behpur Tapaner'dir yazarın adı. Hürriyet Gazetesi'nde foto muhabirliği yapan Tapaner'in ceseti, 25 Ocak 1963 tarihinde bir otomobilin içinde bulunur. Yirmi beş yaşındaki genç gazeteci, iki arkadaşıyla birlikte gider ölüme. Trafik kazası mı? Hayır, geride bıraktığı tek kitabına kar yağışını anlatarak başlayan Abidin Behpur Tapaner, donarak ölür! Silindirlerinin içine "aile saadeti" nin konamadığı ve kar taneciklerinin kefen gibi örttüğü bir otomobil tabut olur, bu güzel yüreğe. Hem de uzaklarda, Anadolu'nun Doğu'sunda ıssız bir yolda değil, İstanbul'a sobanın yanına sokulan bir kedi kadar yakın... Paris'e giden Kadir Raşit Paşa, İspanya sınırına yakın bir yerde bulunan bir Fransız köyünü öylesine çok sever ki, soyadı kanunu çıktığında, o köyün adını alır soyadı olarak. Çocuk doktoru Kadir Raşit Paşa'nın yeğeni Melih Cevdet de, o köyün adını şiir kitaplarının kapağına taşır: "Anday


UMUR TALU'NUN KALEMİNDEN: ABİDİN'DEN İSMAİL'E

Sabah Gazetesi yazarı Umur Talu, "Dipsiz Kuyu" başlıklı köşesinde bugün(1 Nisan 2009) görev şehidimiz İsmail Güneş anısına bir yazı kaleme aldı. Meslektaşlarının duygularına tercüman olan değerli gazetecinin yazısını aşağıda aynen yayınlıyoruz. Yazının özgün metnine alttaki link bağlantısından da ulaşılabilir.

Abidin'den İsmail'e

Karların arasında imişler: Basın kartı, bilgisayarı, fotoğraf makinesi, bir de kamerası.

İşte bunlar, gazetecinin en çıplak mirası .

İsmail Güneş' i umarım ülke gazeteciliği ve meslektaşları hiç unutmaz.

Çünkü, "şöhret gürültüsü" kirliliğinden mustarip memleket ile medyada...

Karbeyaz bir nihai mücadele ile bu mesleği onurlandırdı.

Her kayıp elbette acı.

Ama telefondaki, şokta ama vakur sesinden, kırık ayakla buz gibi hayata tutunmaya çabalayışına, koltuğu kızak yapışına, ailesine doğru umutsuz adımları inatla atışına...

Nihayetinde, anlaşıldığı kadarıyla, oturup da öyle tam yıkılmadan, tipiden bir heykel oluşuna kadar...

Beynimin içinde dönüp duruyor, kalbimde ısınıyor, inadına yaşıyor bu kardeşim.

46 yıl önce

İsmail, kendisi doğmadan önce haber yolunda donarak ölmüş...

Unutulmadıkça ondan da genç yaşlarında donup aramızda kalmış üç gazeteci ile buluştu, gazeteciliğin hatıra cennetinin bembeyaz bir köşesinde.

46 yıl önce, 26 Ocak 1963'te, Cağaloğlu'ndan, Hürriyet binasından yola çıkan araçta, karın bastığı Trakya yoluna koyulmuş üç basın mensubu vardı.

30 yaşındaki sürücü Yüksel Öztürk, yanında 25 yaşında foto muhabiri Abidin Behpur Tapaner, arkada 29 yaşındaki muhabir Yüksel Kasapbaşı.

Çerkezköy'de kara saplanan trene ulaşıp...

Cep telefonsuz, bilgisayarsız, dijitalsiz, televizyonsuz, otoyolsuz ama gazetecilik aşkının tartışılmaz olduğu, mütevazı "daktilo ve foto çağı" ndan haberler vereceklerdi.

Kara saplandılar, yardım da alabilirlerdi, ama çalışmayan aracı terk etmediler, üstü karla kaplanan araç içinde, birbirlerinin son nefesine sığınıp dondular.

Abidin Behpur, filmlerinin ve makinesinin bulunduğu fotoğraf çantasına sıkı sıkı sarılmıştı...

46 yıl sonra Kahramanmaraş'ta bir başka fotoğraf makinesinin zor vedalaşması gibi, belli ki iki sevgili ayrılamamıştı.

Bilesiniz diye...

Ulaşmak istedikleri trende mahsur kalan 180 yolcu kurtarıldı.

 

BİR DESTAN

46 yıl önce tam o günlerde, küçücüktüm ama gazeteciliğe tertemiz miras bırakan hikâyeyi yakından biliyordum.

Biliyordum, çünkü tam o sırada, bir başka gazeteci yi, babamı hastanede hayata tutabilmek için yakarıyordum. Hastanede her gelen gazeteci ziyaretçiyle "üç şehit" konuşuluyordu.

Bilmiyordum, bizim de uğurlamaya hazırlandığımızı.

Yükseller ile Abidin' i hiç unutmadım sonra da. Hep aklıma yazılı kaldı.

Çünkü, uğurladıktan sonra babamı, hanemize, aklımıza, hayatımıza ölüm çökmüşken, hem bir başka hassastım gazeteci ölümü ne; hem de, o sıra taşındığımız Basınköy'de, zamanın iyi ama tevazu dolu gazetecilerinin mahallesinde, Yükseller ile Abidin hep konuşulur, hep anılır, bir destanın içine sıcacık sarılıp hep yaşatılırdı.

Tek kişiden

Bir de şöyle bir şey:

İsmail Güneş' in mirasına dikkat ettiniz mi?

Bilgisayar, fotoğraf makinesi, kamera.

Biir manası, teknoloji çağında, elinin altında, üç kişilik işi tek kişinin yapabilmesine imkân veren donanımla... çalışıyorsun, yaşıyorsun veya donanımlı donuyorsun!

Bir acı manası ise şudur: Bir insandan birçok post!

Tek bir İsmail'de, tek bir ücretle, bazen tek kaşeyle, bazen sigortasız bile, aynı anda iki Yüksel bir Abidin çalıştırmak, yaşatmak ve elbet kimse istemez ama...

Kar miras

"Trakya basın şehitleri" nin bir mirası da, aynı mesleği paylaşırken aynı kadere donan İsmail Güneş' e idi esasında.

46 yıl önce o günlerde tam da gazeteci hakları gündemdeydi.

Gazeteciliğin, gazetecinin istismarına, köleleştirmeye karşı doğan 212 sayılı kanun, aslında o devirde kendileri de genellikle gazeteci olan patronların tepkisini almıştı.

Karşı tavırları sürüyordu. Kanunu delen, gazeteciyi iki dudak arasında rehin tutacak uygulamalar icat ediyorlardı.

Devrin Yeni Sabah gazetesinde, kanunu yerden yere vurup kalkmasını isteyen başyazının çıktığı gün, işte o gündü:

Hürriyet'ten Yükseller ile Abidin'in haber peşinde donarak öldüğü gün!

28 Ocak'ta cenazeler kalktı, 29 Ocak'ta yüzlerce gazeteci yürüyüş yaptı:

"Gazeteciyi halkı aldatmakta kullanamazsınız...

Rotatifler beyinsiz olmaz...

Düşünce özgürlüğünün yanında, sömürünün karşısındayız"

Gazeteci direnişi karşısında, üç çalışanın beyaz hatırası önünde eğilerek, patron direnişi bitti.

Doğarken donarken

Yıllar sonra, biz de İsmail Güneş de, 46 yıl önce donanların o mirasına ortak olduk.

İsmail donduğu sırada, kimi patron ile iktidar, gazeteciliğin risksiz, yıpranmasız bir meslek olduğuna karar vermişti çoktan. Muhtemelen, yakın ve yakından bildikleri kimi gazetecinin durumu onları yanıltmıştı!

212 epey kemirilmiş, yıllardır yüzlerce gazeteciden esirgenir olmuştu.

İsmail doğduğu sırada gazetecinin hakkı olan Abidin'in mirası, İsmail donduğu sırada kar gibi eriyordu... Ama şunu diyebilmek zor muydu:

"Gazeteciyi halkı aldatmakta kullanamazsınız!"

Zor mu bunu önce kendi kendine demek.

Yine de rahat uyu İsmail Güneş... Yüksel, Abidin ve Yüksel'le, öteki herkesle birlikte.

http://www.sabah.com.tr/talu.html

Hiç yorum yok: