23 Ocak 1963 günü Çatalca yakınlarında kara saplanan Edirne İstanbul trenine ulaşıp haber yapmak için yola çıkarlar; muhabir Yüksel Kasapbaşı, foto muhabiri Abidin Behpur Tapaner ve gazetenin şoförü Yüksel Öztürk. 24 Ocak'ta kara saplanan araçlarına yardım istedikleri kamyon şoförleri onları sağ gören son kişilerdir. 25 Ocak'ta karayolları ekipleri kar altındaki aracı çıkardıklarında donmuş olarak bulunurlar. Kaderin garip cilvesi, Tapaner geride bıraktığı tek kitabı "Bahçekapı Durağı"na, "Hatırlar mısın karın lapa lapa yağdığını" diye başlamıştır...
BEYAZ BİR ÖLÜM
Abidin Behpur Tapaner'dir yazarın adı. Hürriyet Gazetesi'nde foto muhabirliği yapan Tapaner'in ceseti, 25 Ocak 1963 tarihinde bir otomobilin içinde bulunur. Yirmi beş yaşındaki genç gazeteci, iki arkadaşıyla birlikte gider ölüme. Trafik kazası mı? Hayır, geride bıraktığı tek kitabına kar yağışını anlatarak başlayan Abidin Behpur Tapaner, donarak ölür! Silindirlerinin içine "aile saadeti" nin konamadığı ve kar taneciklerinin kefen gibi örttüğü bir otomobil tabut olur, bu güzel yüreğe. Hem de uzaklarda, Anadolu'nun Doğu'sunda ıssız bir yolda değil, İstanbul'a sobanın yanına sokulan bir kedi kadar yakın... Paris'e giden Kadir Raşit Paşa, İspanya sınırına yakın bir yerde bulunan bir Fransız köyünü öylesine çok sever ki, soyadı kanunu çıktığında, o köyün adını alır soyadı olarak. Çocuk doktoru Kadir Raşit Paşa'nın yeğeni Melih Cevdet de, o köyün adını şiir kitaplarının kapağına taşır: "Anday
UMUR TALU'NUN KALEMİNDEN: ABİDİN'DEN İSMAİL'E
Sabah Gazetesi yazarı Umur Talu, "Dipsiz Kuyu"
başlıklı köşesinde bugün(1 Nisan 2009) görev şehidimiz İsmail Güneş anısına bir
yazı kaleme aldı. Meslektaşlarının duygularına tercüman olan değerli
gazetecinin yazısını aşağıda aynen yayınlıyoruz. Yazının özgün metnine alttaki
link bağlantısından da ulaşılabilir.
Abidin'den İsmail'e
Karların arasında imişler: Basın kartı, bilgisayarı,
fotoğraf makinesi, bir de kamerası.
İşte bunlar, gazetecinin en çıplak mirası .
İsmail Güneş' i umarım ülke gazeteciliği ve meslektaşları
hiç unutmaz.
Çünkü, "şöhret gürültüsü" kirliliğinden mustarip
memleket ile medyada...
Karbeyaz bir nihai mücadele ile bu mesleği onurlandırdı.
Her kayıp elbette acı.
Ama telefondaki, şokta ama vakur sesinden, kırık ayakla buz
gibi hayata tutunmaya çabalayışına, koltuğu kızak yapışına, ailesine doğru umutsuz
adımları inatla atışına...
Nihayetinde, anlaşıldığı kadarıyla, oturup da öyle tam
yıkılmadan, tipiden bir heykel oluşuna kadar...
Beynimin içinde dönüp duruyor, kalbimde ısınıyor, inadına
yaşıyor bu kardeşim.
46 yıl önce
İsmail, kendisi doğmadan önce haber yolunda donarak ölmüş...
Unutulmadıkça ondan da genç yaşlarında donup aramızda kalmış
üç gazeteci ile buluştu, gazeteciliğin hatıra cennetinin bembeyaz bir
köşesinde.
46 yıl önce, 26 Ocak 1963'te, Cağaloğlu'ndan, Hürriyet
binasından yola çıkan araçta, karın bastığı Trakya yoluna koyulmuş üç basın
mensubu vardı.
30 yaşındaki sürücü Yüksel Öztürk, yanında 25 yaşında foto
muhabiri Abidin Behpur Tapaner, arkada 29 yaşındaki muhabir Yüksel Kasapbaşı.
Çerkezköy'de kara saplanan trene ulaşıp...
Cep telefonsuz, bilgisayarsız, dijitalsiz, televizyonsuz,
otoyolsuz ama gazetecilik aşkının tartışılmaz olduğu, mütevazı "daktilo ve
foto çağı" ndan haberler vereceklerdi.
Kara saplandılar, yardım da alabilirlerdi, ama çalışmayan
aracı terk etmediler, üstü karla kaplanan araç içinde, birbirlerinin son
nefesine sığınıp dondular.
Abidin Behpur, filmlerinin ve makinesinin bulunduğu fotoğraf
çantasına sıkı sıkı sarılmıştı...
46 yıl sonra Kahramanmaraş'ta bir başka fotoğraf makinesinin
zor vedalaşması gibi, belli ki iki sevgili ayrılamamıştı.
Bilesiniz diye...
Ulaşmak istedikleri trende mahsur kalan 180 yolcu
kurtarıldı.
BİR DESTAN
46 yıl önce tam o günlerde, küçücüktüm ama gazeteciliğe
tertemiz miras bırakan hikâyeyi yakından biliyordum.
Biliyordum, çünkü tam o sırada, bir başka gazeteci yi,
babamı hastanede hayata tutabilmek için yakarıyordum. Hastanede her gelen
gazeteci ziyaretçiyle "üç şehit" konuşuluyordu.
Bilmiyordum, bizim de uğurlamaya hazırlandığımızı.
Yükseller ile Abidin' i hiç unutmadım sonra da. Hep aklıma
yazılı kaldı.
Çünkü, uğurladıktan sonra babamı, hanemize, aklımıza,
hayatımıza ölüm çökmüşken, hem bir başka hassastım gazeteci ölümü ne; hem de, o
sıra taşındığımız Basınköy'de, zamanın iyi ama tevazu dolu gazetecilerinin
mahallesinde, Yükseller ile Abidin hep konuşulur, hep anılır, bir destanın
içine sıcacık sarılıp hep yaşatılırdı.
Tek kişiden
Bir de şöyle bir şey:
İsmail Güneş' in mirasına dikkat ettiniz mi?
Bilgisayar, fotoğraf makinesi, kamera.
Biir manası, teknoloji çağında, elinin altında, üç kişilik
işi tek kişinin yapabilmesine imkân veren donanımla... çalışıyorsun, yaşıyorsun
veya donanımlı donuyorsun!
Bir acı manası ise şudur: Bir insandan birçok post!
Tek bir İsmail'de, tek bir ücretle, bazen tek kaşeyle, bazen
sigortasız bile, aynı anda iki Yüksel bir Abidin çalıştırmak, yaşatmak ve elbet
kimse istemez ama...
Kar miras
"Trakya basın şehitleri" nin bir mirası da, aynı
mesleği paylaşırken aynı kadere donan İsmail Güneş' e idi esasında.
46 yıl önce o günlerde tam da gazeteci hakları gündemdeydi.
Gazeteciliğin, gazetecinin istismarına, köleleştirmeye karşı
doğan 212 sayılı kanun, aslında o devirde kendileri de genellikle gazeteci olan
patronların tepkisini almıştı.
Karşı tavırları sürüyordu. Kanunu delen, gazeteciyi iki
dudak arasında rehin tutacak uygulamalar icat ediyorlardı.
Devrin Yeni Sabah gazetesinde, kanunu yerden yere vurup
kalkmasını isteyen başyazının çıktığı gün, işte o gündü:
Hürriyet'ten Yükseller ile Abidin'in haber peşinde donarak
öldüğü gün!
28 Ocak'ta cenazeler kalktı, 29 Ocak'ta yüzlerce gazeteci
yürüyüş yaptı:
"Gazeteciyi halkı aldatmakta kullanamazsınız...
Rotatifler beyinsiz olmaz...
Düşünce özgürlüğünün yanında, sömürünün karşısındayız"
Gazeteci direnişi karşısında, üç çalışanın beyaz hatırası
önünde eğilerek, patron direnişi bitti.
Doğarken donarken
Yıllar sonra, biz de İsmail Güneş de, 46 yıl önce donanların
o mirasına ortak olduk.
İsmail donduğu sırada, kimi patron ile iktidar,
gazeteciliğin risksiz, yıpranmasız bir meslek olduğuna karar vermişti çoktan.
Muhtemelen, yakın ve yakından bildikleri kimi gazetecinin durumu onları
yanıltmıştı!
212 epey kemirilmiş, yıllardır yüzlerce gazeteciden
esirgenir olmuştu.
İsmail doğduğu sırada gazetecinin hakkı olan Abidin'in
mirası, İsmail donduğu sırada kar gibi eriyordu... Ama şunu diyebilmek zor
muydu:
"Gazeteciyi halkı aldatmakta kullanamazsınız!"
Zor mu bunu önce kendi kendine demek.
Yine de rahat uyu İsmail Güneş... Yüksel, Abidin ve
Yüksel'le, öteki herkesle birlikte.
http://www.sabah.com.tr/talu.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder