Yazan: Yavuz NÜFEL
23 Aralık 1942 Mersin doğumlu olan Karaçay, gençlik yıllarında, CHP İçel İl Gençlik Kolu Başkanlığı görevini sürdürürken, bu partinin organı sayılan ULUS Gazetesi’nde de haber ve yorum yazmağa başlar. Aynı zamanda genç yaşına rağmen, Mersin’de ailece sahip oldukları ve Pompeipolis adını koydukları motel, plaj, gazino ve kampingten oluşan turistik tesislerin işletmeciği de küçük Karaçay’ın omuzlarındadır.
Yirmi beş yaşında, çalıştırdığı turistik tesislere gelen bir
Yunan kapatanın hayatının rotasını değiştireceğini söyleseler kendi bile
inanamazdı belki de….
Sohbet koyulaşınca bu kaptanın gemisi ile Çin’in ŞangHay
kentine gittiğini öğrenir. Çin’de Mao’nun Kültür İhtilali yaşandığı yıllardır.
Gazetecilik mesleğine sevdalı Karaçay için bu kaçırılmaz bir fırsattır. Karaçay
üç arkadaşı ile birlikte gemiye işçi olarak girmeyi başarır. 1967’nin haziran
ayı başlarında başlayan yolculuğun gerçek amacı gazeteciliktir Karaçay için.
Çin’e yolculuk geminin Süveyş Kanalı’nı geçtikten hemen
sonra bombalanışı sonucu bir maceraya dönüşür. Onlar Kanalı geçerler geçmesine
fakat 7 Haziran 1967 günü Cibuti’ye ulaştıklarında İsrail ile Arap ülkeleri
arasında savaşın tüm şiddetiyle devam ettiğini ve Süveyş Kanalı’nın kapandığını
öğrenirler. Singapur üzerinden ŞangHay’a varıp karaya ayak basıldığında diğer
gemicilerin neler yapacağı az çok bilinir ama Karaçay soluğu postanede alır.
Süveş Kanalı’ndan ve yolculuk boyunca uğradıkları limanlardan çektikleri
fotoğrafları ve birbirinden ilginç haberleri AKŞAM Gazetesi’ne postalar.
ŞangHay’da, Mao’nun gerçekleştirdiği Çin Kültür İhtilali’nin
en renkli günlerini yaşar.
O zamanların dünyaya kapalı, dünyanın en kalabalık ülkesi
Çin’de sarılık hastalığına yakalanır. Hastaneye yatırılır. Fakat götürüldüğü
hastaneden kaçar. Karaçay Hastaneden kaçışını ve nedenini şöyle anlatıyor:
“Kaptanın verdiği garanti belgesi ile, beni hastaneye
götürmek için gelen jandarmanın elinden kurtulmayı ve kaçmayı başardım. Çünkü
ŞangHay’dan sonraki yolculuk Kanada’nın Vancouver kentiydi. Yatacaksam modern
dünyada hastaneye yatmalıydım. Gemi giderse ben bu bilinmezde ne ederdim?”
Modern dünyaya ayak basar basmaz hastaneye yatar, tam tamına
iki buçuk ay. Bu süre içinde kendini idare edecek kadar bildiği İngilizcesini
geliştirir. Hastanenin bayan doktoru, çok kısa zamanda İngilizce öğrenen
Karaçay’ı tebrik eder, daha da geliştirmesi için kütüphane müdürünü ona ders
vermesi için görevlendirir. Karaçay hastalığından kurtulur, öğrendiği İngilizce
ise yanına kâr kalır. Kısacası, hasta olarak girdiği hastaneden sağlam ve “Bir
lisan bir insan demektir” sözünden hareketle iki insan olarak çıkar.
Londra üzerinden Türkiye’ye dönerken Hollanda’ya uğrayan
Karaçay, Hollanda’daki yaşamı ve insanları çok beğendiğini ve burada kalmaya
karar verdiğini söylüyor.
“Nasıl kaldınız, bir fabrikada iş mi buldunuz?” soruma
Karaçay şu yanıtı verdi:
“Avrupa’da basımına başlanan Tercüman Gazetesi’ne muhabirlik
yapmak için, daha önceden tanıdığım İstihbarat Şefi Kemal Özbayraç ile
anlaştım. O zamanlar Hollanda yaşamım oldukça renkli geçiyordu. Pek çok kız
arkadaşım olmuştu. Yine de yaşamın giderek monotonlaştığını düşünüyordum.
Amerika’ya gitmek için karar verdiğimde, şimdiki eşim Jeanne ile arkadaşlık
yapıyordum.”
Amerika yolculuğu için hazırlıkları başlar. Fakat kız
arkadaşı Jeanne bu ayrılıktan hoşnut değildir. Ne ki karar verilmiştir bir
kere. Yolculuk için yapılan alışveriş biter ve yorgun argın eve geldiklerinin
ardından beş dakika bile geçmeden kapının zilini çalan postacının elindeki
uzattığı telgraf, Amerika’ya gidişini ilelebet unutmasına ve Hollanda’ya demir
atmasına neden olur.
Telgraf , Tercüman Gazetesi spor müdürü Necmi Tanyolaç’tan
gelmiştir. Tanyolaç acil çektiği telgrafta; “İlhan, Fenerbahçe Ajax ile
eşleşti. Ajax’ı takibet, yazı ve fotoğrafları acele gönder.” diyordu. Karaçay
ise o ânı anlatırken; “İşte o zaman akan sular durdu. O dönemde Hollanda
futbolu henüz tırmanışa geçmemişti. Rinus Michels’in çalıştırdığı Ajax’ta,
sonradan çok meşhur olan kimler yoktu ki? Mesela Johan Cruyff henüz 17 yaşında
idi. Keizer, Swart, Krol, Hulshoff, Suurbier, Neeskens ve Haan gibi dev
isimlerin esamisi okunmuyordu ama bunların hepsi sonradan birer futbol yıldızı
oldular.” diyor ve kadroları ezbere sayıyordu Karaçay.
10 Kasım 1968 günü Amsterdam’ın Schiphol havalimanına inen
Fenerbahçe’yi Jeanne ile karşılarlar. Oysa Jeanne’yi terk edip Amerika’ya
gitmeyi planlarken Ajax-Fenerbahçe maçı Karaçay’ı Jeanne ile nikah masasına
kadar götürür. Bu konu ile ilgili Karaçay, “Beşiktaşlı olmama rağmen, Jeanne
evlenmeme ve Hollanda’da kalmama vesile olan Fenerbahçe’ye her zaman şükran
duymuşumdur.” diye eklemekten mutlu oluyor.
1969 yılında Avrupa’da yayın hayatına başlayan Hürriyet
gazetesi ile anlaşarak gazetecilikte profesyonelliğe adım atan Karaçay’ın,
Hürriyet’in Avrupa’da bir numara olmasını sağlayan ekibin içinde de yer
aldığını görüyoruz.
1975’te, TRT Haber Dairesi Başkanı Tayyar Şafak’ın Amsterdam
ziyareti sırasında yaptığı muhabirlik teklifini, Nezih Demirkent’ten izin
alarak kabul eder. Bununla birlikte aynı yıl Hollanda Yayın Kurumu NOS
televizyonunda Türkler için ‘Pasaport’ adlı programı yönetmeye başlar.
1980 yılında, İKON Televizyonu’nun ünlü rejisörü Henk
Barnard ile birlikte “Ceremeyi çeken çocuklar” (Kinderen van de Rekening) adlı
beş bölümlük bir dizi yapan Karaçay, iki bölümün çekimlerini Türkiye’de
gerçekleştirdikten sonra, Kapıkule sınır kapısına geldiğinde sabah olmaktadır.
Ortalıkta, tanklar, askerler belirir birden. Yıl 1980, aylardan Eylül,
takvimlerde gün hanesindeki sayı ise 12’dir.
Bir yandan TRT’nin, öte yandan Hürriyet gibi büyük bir
gazetenin ve de Hollanda televizyonlarının başarılı bir elemanı olması, birçok
kapının kolayca açılmasını sağlar Karaçay’a. Hollanda deyince Cağaloğlu
yokuşunda, basın dünyasında ve buradaki vatandaşlarımız arasında İlhan Karaçay
adı Hollanda ile âdeta özdeşleşir. Bu kadar başarılı çalışmaları ile Hollanda’da
yöneticilerin de dikkatini çeken Karaçay, çeşitli bakanlıkların teklifini kabul
ederek çalışma guruplarında yer alır. Çalışma guruplarında da tüm mücadelesi
basın yayın kuruluşlarında olduğu gibi yine vatandaşlarımıza sahip çıkmak,
destek olmaktır.
Söyleşinin başına dönüyor ve Jeanne ile olan ilişkilerini,
ne zaman nişanlandıklarını, nasıl evlendiklerini, çocuklarını soruyorum.
Jeanne’yi ilk kez 1969’da Türkiye’ye götüren Karaçay’ın,
aynı yılın 9 Ağustos tarihindeki nişan törenleri gazetelere konu olur.
Bir yıl sonra ise nikâh ve düğün.
O günleri anlatırken Karaçay unutamadığı bir acı anıyı da
anlatma gereği duyuyor: “Her şeyi hazırlanmış, evlilik töreni için Mersin’e
gidiyorduk. Yolculuğumuzun büyük bölümü geride kalmış Aksaray’a varmak
üzereyken büyük bir trafik kazası geçirdik, Jeanne ile birlikte. İkimiz de ağır
yaralanmıştık. Ölümden döndük diyebilirim. Nihayet 23 Mayıs 1970’te yine
Mersin’de dünya evine girdik.”
Çiçeği burnunda İlhan ve Jeanne çiftinin mutlulukları ikiye,
üçe katlanır 23 Ocak 1971’de… Ruşen ve Vahide adını verdikleri biri erkek,
diğeri kız olmak üzere ikiz çocukları olur. Fakat bu mutlulukları uzun sürmez!
Vahide kalbindeki delik nedeniyle ancak beş hafta hayata tutunabilmiştir.
Kızlarını unutamaz genç evli, bu yüzden 17 Nisan 1974 tarihinde doğan ikinci
kızlarına, beş haftalıkken ölen Vahide’nin adını verirler.
İlk çocukları Ruşen’den Eva, Vahide’den de Esra isminde iki
torunu ile geçirdiği güzel zamanlar için Karaçay: “Hayatımın en güzel anları
torunlarımla geçirdiğim anlardır. Her fırsatta torunlarımla olmak benim için
dünyanın en büyük mutluluğu.”
YAZ GAZETECİ YAZ
“Başka nelerle uğraştınız, neler yaptınız?”diye soruyorum.
Karşımdaki sıradan bir insan olsa bu soru elbette sorulmaz. Fakat o, İlhan
Karaçay olunca soruyor insan.
1973 yılında gazeteciliğin yanı sıra seyahat işine de el
atar ve 1976 yılında Bakanlar Kurulu Kararı ile THY’nin Utrecht Bölgesi Genel
Satış Acenteliği’ni üstlenir.
1966-1977 kış döneminde Türkiye’ye düzenledikleri tur bir
ilktir. Çünkü o zamana kadar kış sezonu ölü sezondur ve kış döneminde kimse
Türkiye’ye tur düzenlememiştir. Karaçay bürosunda gazeteciliğin ve seyahat
acentalığının yanı sıra ihtiyaç ve istek üzerine sigorta ve kredi işleriyle de
uğraşır. Bu kadar uğraşı, gece gündüz iş derken, 1981 yılında geçirdiği ağır
ameliyatlar sonucu ölüm korkusu sarar benliğini. Bu nedenle önce seyahat
bürosunu Refik Selahiye’ye devreder.
Sağlığına kavuştuktan sonra Amsterdam’da Hürriyet Bürosu’nu
açarak kendini artık sadece gazeteciliğe verir. 1983 yılı sonunda, bürosunda
çalışan Yasemin ve Ünal Öztürk’e, Hürriyet temsilciliğini devreder. Uzun
süredir çocuklarının Türkçe eğitim görmelerini istediği için Türkiye’ye dönerek
yerleşme kararı verir. Karaçay bu, boş duramaz ve ilk iş olarak yine turistik
tesislerini işletmeye başlar Mersin’de…
1984 Mart’ında yapılan yerel seçimlere, CHP’li olmasına
rağmen, Mersin Anakent Belediye Başkanlığı’na Doğru Yol Partisi adayı olarak
katıldığının afişlerini görüyoruz fotoğraflarda.
O yıllarda hemen her yerde çok güçlü olan Turgut Özal’ın
patisi ANAP, Mersin’de de işi bitirir ve Karaçay seçilememiştir. Kanının her
hücresine işlemiş gazetecilik mesleği ile o zamanlar Hürriyet’in başında
bulunan Arda Gedik ile “Çukurova İlavesi” yayınlamak için anlaşırsa da bazı
nedenlerden dolayı proje hayata geçmez.
İlhan Karaçay, bir süre sonra Mersin’deki sosyal yaşamdan
rahatsız olmaya başlar, sıkılır. Çocukları yeteri kadar Türkçe öğrenmiştir.
1986 yılının başında Hollanda’ya ikinci kez gelir ve bir daha dönmemek üzere
yerleşir.
Hollanda’ya gelişi ile birlikte Günaydın gazetesinin
muhabirliğini, Türkçe ve Hollandaca yayınlanan HABER Gazetesi’nin Genel Yayın
Yönetmenliğini üstlenir. Aynı yılın sonunda Avrupa’ya açılan SABAH Gazetesi’nin
Benelux temsilciliğini de alır.
Fakat SABAH’ın ilk Avrupa serüveni uzun sürmez ve kapanır.
1988’de Asil Nadir’in Günaydın Gazetesi’ni satın alması ile
birlikte, bu kez bu gazetenin Benelux temsilcisi olarak görüyoruz Karaçay’ı.
Asil Nadir krizinin ardından gazetenin Bekir Kutmangil
tarafından satın alınmasından sonra da aynı görevi sürdürür. Gazetecilik
yaşamımda, bu sektörün her branşında görev yapmış olan Karaçay’ı, 1994 yılında
Günaydın’ın Avrupa baskılarının sahibi olarak görüyoruz.
Karaçay, Avrupa Türk Basınının kalbi olan Frankfurt’a
yerleşir.
BİR ACI, BURUK KUTLAMA ve SONRASI
“23 Mayıs 1995 günü Mersin’de 25’inci evlilik yıldönümü
kutlamasına hazırlanırken, aynı gün Bekir Kutmangil’in öldürüldüğü haberi ile
yıkıldık. Öldürülmeden önce sipariş ettiği buketi Mersin’e ulaşan Kutmangil
için yas tutulurken, televizyonlara konu olan kutlama doğal olarak buruk bir
şekilde yapılmıştı.Bekir Kutmangil’in ölümünden sonra gazeteyi, yeraltı
dünyasının meşhur ismi ‘Altın tabancalı’ ve ‘Altın Mercedesli’ olarak bilinen
Mehmet Saruhan satın aldı. Bundan sonra da bu iş ilişkisi biter. Günaydın,
Avrupa baskılarını durdurduktan sonra, Türkiye’de de işler iyi gitmeyince, bu
gazete tamamen kapandı.'' diyor İlhan Karaçay
Kurduğu ÇAY-PRESS Ajans kanalıyla çeşitli gazete ve TV
kuruluşlarına haber göndererek çalışmalarını sürdüren Karaçay, Radikal ve
Posta’ya haber, bir spor gazetesi olan FANATİK’e de spor haberi ve yorum yazar.
1974 Almanya, 1978 Arjantin, (1980 Uruguay-Mini Şampiyona),
1982 İspanya ve 1994 Amerika’daki Dünya Futbol Şampiyonaları ile 1972, 1976,
1980, 1984, 1988, 1992 ve 2000 yıllarındaki Avrupa Şampiyonalarını izlemiş olan
Karaçay, Tercüman, Hürriyet, Günaydın, Sabah, Radikal, Posta, Fanatik ve DÜNYA
gazeteleri ile TRT, ATV, NTV, SHOW ve STAR televizyonları ile Hollanda
televizyonu NOS’ta ki çalışmaları, deneyimiyle, genel konuların yanında, futbol
konusunda da uzmanlaşmıştır.
DÜNYA GAZETESİ
28 Mart 1998 tarihi, Karaçay’ın gazetecilik yaşamında yeni
bir dönemin başlangıcıdır. Nezih Demirkent’in sahibi olduğu (Şimdiki sahibi
kızı Didem Demirkent) Ekonomi ve Politika Gazetesi DÜNYA’nın, Hollanda ve
Belçika yayın hakkını alır. Türkler’in işçilikten kurtulup işadamı durumuna
gelmeleri ile birlikte, onlara ticari ve ekonomik bilgiler verecek bir yayın
organının piyasaya çıkması kaçınılmaz olmuştu. İşte bu boşluğu gören Karaçay,
gazetecilik yaşamında yeni bir döneme imzasını atmış olur. Haftalık yayınlanan
DÜNYA’nın Avrupa’daki yayın amacı, öncelikle ticari ve ekonomik bilgi sunmak olmasına
karşın, Hollanda’da bir azınlık yaşamı sürdüren Türklerin sorunlarına seyirci
kalmayı doğru bulmaz Karaçay. Bu nedenle gazetenin yapısında değişiklikler
yaparak sosyal-kültürel sorunları da işlemeye başlar.
Çoğu zaman Türkler’e yapılan her haksızlığın karşısında
artık DÜNYA vardır. Öyle ki, Türkler’e ve Türkiye’ye karşı her zaman acımasız
davranan, kasıtlı haberler yayınlayan bir milyon trajlı en büyük gazete De
Telegraaf’a âdeta savaş açar Karaçay. “Boşuna uğraşıyorsun, De Telegraaf’ı yola
getiremezsin!” derlerse de aldırmaz, mahkemelere verilir; yılmaz,
yıldıramazlar. Çünkü Karaçay haklıdır ve adalet tecelli edecektir, eder de.
Karaçay’ın bu mücadelesi sonucu olsa gerek, aynı gazete T.C.
Lahey Büyükelçimiz ile yapılan röportajı tam sayfa olarak yayınlar. Hem de
olumlu bir yaklaşımla.
Karaçay bu konuda şöyle diyor: “Oysa De Telegraaf'ın tarihi
boyunca hiçbir büyükelçiye böylesine geniş yer vermediği bilinen bir gerçektir.
De Telegraaf, bununla da kalmayıp Türkiye lehinde çokça haber yayınladı.
Özellikle, daha önce balta vurmaya çalıştığı turizmimiz için övgü dolu haberler
yayınladı. Bir genel değerlendirme yapıldığı zaman görülür ki, haftalık Dünya
Gaztesi'nin dört sayfasının Hollandaca olarak çıkması, buradaki
vatandaşlarımızın sesini direkt duyurmada çok ama çok etkili olduğu görülüyor.”
VİCDANSIZ SABUHA
Çok yakından izlediğim DÜNYA Gazetesi’nde “Vicdansız Sabuha”
başlığı, beni çocukluk yıllarıma götürdü. Ünlü türkücü İbrahim Tatlıses’in
yıldızının parladığı yıllardı. Pendik’te her köşeden acılı acılı, yanık yanık,
genç türkücünün feryadı duyuluyordu. “Vicdansızzzzzzzzzzzz Sabuhaaaaaaaaaaaaa!”
Hollanda’daki vatandaşlarımızın sesini duyurabilmek için Karaçay, yabancılardan
sorumlu Entegrasyon Bakanı Rita Verdonk’a hitaben bu başlığı seçmişti. Çünkü
Verdonk, uyum kursları altında 7’den 77’ye, herkesin dil kurlarına gitmesi,
Hollanda’ya gelip yerleşecek insanların uyum kurslarına devam etmeleri ve bu
kursların paralarını ceplerinden ödemeleri yolunda bir dizi yasa teklifi
hazırlamış, meclise sunuyordu. Uyum kurslarına ödenecek para için “Başlık
Parası” Verdonk’a da “Vicdansız Sabuha” diyordu Karaçay.
Yılların tecrübesi, elindeki tek silahı olan kalemiyle
haksızlıkların karşısında gördüğümüz Karaçay, Hollanda’da son yıllarda sayıları
hızla artan Türkçe gazete ve dergi sahiplerini (Gazetecileri) bir çatı altında
toplayarak, gazetecilik mesleğine gönül vermiş gençlere ağabeylik yapmak,
gayreti içinde. Bakalım birlikten doğacak kuvvet ne kadar etkili olacak,
birlikte göreceğiz.
Gazetecilik mesleği ile esnaflığın aynı şey olmadığını çok
iyi biliyor, yılların gazetecisi Karaçay. Elmalarla armutları aynı kefeye
koymaz, ayırır. Düşlediği ve gerçekleştirmek için yoğun çaba sarf ettiği
Hollanda Türk Gazeteciler Birliği’ni (ya da adı ne olacaksa) kuracaktır.
Son olarak şunu söylüyorum: İlhan ağabey, görünen köy
kılavuz istemiyor!
*******************************
(İlhan Karaçay’ın, Hürriyet gazetesinde yayınlanan söyleşisi
2008)
Adı, Hollanda ile özdeşleşmiş, yaşayan tarih İlhan Karaçay
iddia ediyor:
“Derin devlet, Türklerin önünü kesmek ve
cezalandırmak istiyor”
Hollanda’daki usta gazeteci İlhan Karaçay, toplumumuzu hedef
alan olumsuz yaklaşımlarla ilgili olarak, “Yaşamın her alanında başarılı bir
tablo ortaya koymaktayız. Ciddi bir ekonomik güç haline gelmekteyiz. Yetişen
genç kuşak son derece başarılı. Hollanda siyasetine damgamızı vurduk.
Desteklenmesi gereken bu tablo, halkta da, siyasetçide de rahatsızlık
yaratıyor” dedi.
Karaçay, “Her araştırma bizim bir kabahatimizi ortaya
çıkarmaya çalışıyor. Bir süre önce Hollandalı bir araştırmacı, ‘Bize araştırma
sonuçları dikte ettiriliyor’ diye açıklamada bulundu. Burada siyasetçilerin
dışında bir derin devlet var. Hollanda istihbarat örgütü bizim içimizde çok
adam besliyor. Ama paralı değil bunlar. Aramızdan bazıları devlet
görevlileriyle oturup kahve içmeyi bir şey sanıyor”
diye devam etti.
Ünal ÖZTÜRK / AMSTERDAM
23 Aralık 1942 Mersin doğumlu olan Karaçay, gençlik
yıllarında, CHP İçel İl Gençlik Kolu Başkanlığı görevini sürdürürken, bu partinin
organı sayılan ULUS Gazetesi’nde de haber ve yorum yazmağa başlar. Aynı zamanda
genç yaşına rağmen, Mersin’de ailece sahip oldukları ve Pompeipolis adını
koydukları motel, plaj, gazino ve kampingten oluşan turistik tesislerin
işletmeciği de küçük Karaçay’ın omuzlarındadır.
Yirmi beş yaşında, çalıştırdığı turistik tesislere gelen bir
Yunan kapatanın hayatının rotasını değiştireceğini söyleseler kendi bile
inanamazdı belki de….
Sohbet koyulaşınca bu kaptanın gemisi ile Çin’in ŞangHay
kentine gittiğini öğrenir. Çin’de Mao’nun Kültür İhtilali yaşandığı yıllardır.
Gazetecilik mesleğine sevdalı Karaçay için bu kaçırılmaz bir fırsattır. Karaçay
üç arkadaşı ile birlikte gemiye işçi olarak girmeyi başarır. 1967’nin haziran
ayı başlarında başlayan yolculuğun gerçek amacı gazeteciliktir Karaçay için.
Çin’e yolculuk geminin Süveyş Kanalı’nı geçtikten hemen
sonra bombalanışı sonucu bir maceraya dönüşür. Onlar Kanalı geçerler geçmesine
fakat 7 Haziran 1967 günü Cibuti’ye ulaştıklarında İsrail ile Arap ülkeleri arasında
savaşın tüm şiddetiyle devam ettiğini ve Süveyş Kanalı’nın kapandığını
öğrenirler. Singapur üzerinden ŞangHay’a varıp karaya ayak basıldığında diğer
gemicilerin neler yapacağı az çok bilinir ama Karaçay soluğu postanede alır.
Süveş Kanalı’ndan ve yolculuk boyunca uğradıkları limanlardan çektikleri
fotoğrafları ve birbirinden ilginç haberleri AKŞAM Gazetesi’ne postalar.
ŞangHay’da, Mao’nun gerçekleştirdiği Çin Kültür İhtilali’nin
en renkli günlerini yaşar.
O zamanların dünyaya kapalı, dünyanın en kalabalık ülkesi
Çin’de sarılık hastalığına yakalanır. Hastaneye yatırılır. Fakat götürüldüğü
hastaneden kaçar.
Karaçay Hastaneden kaçışını ve nedenini şöyle anlatıyor:
“Kaptanın verdiği garanti belgesi ile, beni hastaneye
götürmek için gelen jandarmanın elinden kurtulmayı ve kaçmayı başardım. Çünkü
ŞangHay’dan sonraki yolculuk Kanada’nın Vancouver kentiydi. Yatacaksam modern
dünyada hastaneye yatmalıydım. Gemi giderse ben bu bilinmezde ne ederdim?”
Modern dünyaya ayak basar basmaz hastaneye yatar, tam tamına
iki buçuk ay. Bu süre içinde kendini idare edecek kadar bildiği İngilizcesini
geliştirir. Hastanenin bayan doktoru, çok kısa zamanda İngilizce öğrenen
Karaçay’ı tebrik eder, daha da geliştirmesi için kütüphane müdürünü ona ders
vermesi için görevlendirir. Karaçay hastalığından kurtulur, öğrendiği İngilizce
ise yanına kâr kalır. Kısacası, hasta olarak girdiği hastaneden sağlam ve “Bir
lisan bir insan demektir” sözünden hareketle iki insan olarak çıkar.
Londra üzerinden Türkiye’ye dönerken Hollanda’ya uğrayan
Karaçay, Hollanda’daki yaşamı ve insanları çok beğendiğini ve burada kalmaya
karar verdiğini söylüyor.
“Avrupa’da basımına başlanan Tercüman Gazetesi’ne muhabirlik
yapmak için, daha önceden tanıdığım İstihbarat Şefi Kemal Özbayraç ile
anlaştım. O zamanlar Hollanda yaşamım oldukça renkli geçiyordu. Pek çok kız
arkadaşım olmuştu. Yine de yaşamın giderek monotonlaştığını düşünüyordum.
Amerika’ya gitmek için karar verdiğimde, şimdiki eşim Jeanne ile arkadaşlık
yapıyordum.”
Tam Amerika’ya gidecekken Karaçay yaşamının yön
değıştirişini şoyle anlatır:
1968 yılında Avrupa Şampiyonası’nda Ajax ile Fenerbahçe
eşleşince, spor müdürümüz Necmi Tanyolaç ağabeyimizden bir telegraf gelmişti:
“Fenerbahçe Ajax ile eşleşti stop. Ajax’ı takip et stop. Bize bol bol fotoğraf
gönder stop. Özellikle Cruyff, Swart ve Keizer’in fotoğraflarını gönder stop.”
…Ve Karaçay, Ajax-Fenerbahçe maçları süresince arkadaşı
Jeanne ile ilişkisini sıcaklaştırır, sonunda da O’nunla evlenir.
1969 yılında Hürriyet gazetesine transfer olan İlhan Karaçay
ile yaptığımız söyleşiye güncel konularla devam ediyoruz.
-Sayın Karaçay, son yıllarda Hollanda kamuoyunda Türklere
karşı önyargıların arttığı gözlenmekte. Deneyimli bir gazeteci olarak bunu neye
bağlıyorsunuz?
-“Batı Avrupa ülkeleri zaten Türklerden bıkmışlar ve
Türklerden korkmuşlar. Bu yıllardır var olan bir şey. Buna 11 eylül bahane
oldu. Ardından Pim Fortuyn denilen bir adam çıktı. Hollanda halkı maalesef
Fortuyn’e itibar etti. Durum böyle olunca da Fortuyn bu durumu kullandı.
Hollandalılar, genelde batılıların hepsi halen ‘haçlı ruhu’ taşıdıkları için
Türklere farklı gözle bakıyorlar. Ben bir Hollandalıyla evliyim; kaynıma
çocukken ‘Türk’ derlermiş. Sebep, çok arsızmış, pismiş: bunun için ‘Türk’
derlermiş. Bu da taşıdıkları ‘haçlı ruhunun’ bir göstergesi bence. Yıllar önce
bir toptancı halinde Türkiye’den gelen limonların satışına şahit oldum. Adam
mala baktı, beğendi falan; ama ‘Lütfen bundan sonra sandıklara Türk Malı yazmayalım’
dedi. Çünkü adam ‘Türk’ kelimesinden rahatsız oluyor. Tabii aramızdan bazı
çürük elmalar da çıktı. Mafya babaları falan. Bu nedenle biraz medyatik olduk.
Medyatik olunca da azınlıklarla ilgili her olayda ‘Türk’ denmeye başlandı.
Yabancılar anavatanlarından evlilik yapmasın deniliyor. Surinamlı’ya bir şey
yok, Antilli’ye bir şey yok; ama ‘Türk Türk ile evlenmesin’ deniliyor.
Hakkımızda yanlış bir imaj sahibi olunmuşsa ben hiç bir şey yapmam. Ben neysem
oyum. Batılı genel anlamda, genel kültürü olmayan bir toplum; tarihi de bilmez,
coğrafyayı da bilmez. Ama ben bilirim. Biz bunları ilkokulda öğrendik.
Batılıların genel kültürü zayıf olduğundan bu imajın silinmesi zor.”
- Siyaset ve iş dünyası başta olmak üzere toplumumuz yaşamın
farklı alanlarında etkin olması da ön yargıları körüklüyor mu?
- “Tabii ki. Yaşamın her alanında başarılı bir tablo ortaya
koymaktayız. Türk esnaf sayısı yüzde 40’lara ulaştı. 2020’de bu oran yüzde
80’lere çıkar. İş dünyasının her alanında yer alıyoruz. Ciddi bir ekonomik güç
haline gelmekteyiz. Girişimci sayımız her geçen yıl katlanarak büyüyor. Yetişen
genç kuşağı da son derece başarılı buluyorum. Siz bakmayın ‘Türk gençleri
okumuyor’ palavralarına. Geleceğin toplumunda layık oldukları noktalara
ulaşabilmek için büyük mücadele veriyorlar. Yüksek okullarda öğrenim gören Türk
genci sayısı 1970’lı yıllarda parmakla gösterilecek kadar azdı. Bugün ise
ortada gurur duyacağımız bir tablo var. Anayasa’da yapılan değişiklik sonrası
1986 yılında bu yana yerel yönetimlerde yer almaktayız. Belediye meclislerinde
temsilcilerimizin sayısını her seçim sonrası daha da arttırmaktayız. 1998
yılından bu yana da Hollanda parlamentosunda temsilcilerimiz bulunuyor.
Eyaletlerde de politikacılarımız var. Desteklenmesi gereken bu tablo, halkta
da, siyasetçide de rahatsızlık yaratıyor”
- Sıraladığınız örnekler ‘uyum’ açısından büyük önem
taşımıyor mu?
“Yıllardır bir ‘uyum masalıdır’ gidiyor. Bu konuda samimi
olsalar, şu sıraladığım örneklere yenilerini ekleme çabası sergilemeleri
gerekir. Ancak bunu göremediğimiz gibi, aksine Türklerin önünü kesmek ve
cezalandırmak istiyorlar.”
- Nasıl?
- “Bu örnekleri çoğaltmak istemiyorlar. Seçim dönemlerinde
Türk adayları listelerin alt sıralarına atıyorlar. Girişimcilere destek mi,
köstek mi oldukları belli değil. Sözüm ona çıkardıkları uyum yasalarıyla aile
birleşimini engellemeye, bu ülkede uzun yıllardır yaşayanları da baskıyla geri
dönüşe zorlamak istiyorlar. Ali birleşimindeki şu kritere bakın, eş seçimi için
devlet ülke sıralıyor. Şu, şu ülkelerden evlenirsen sorun yok, ancak
Türkiye’den evlenirsen o zaman ‘dur bakalım’ deniyor. Bunun insan haklarıyla
bağdaşan bir yönü yok. Hitler, Yahudileri niye katletti? Buradakine benzer bir
gelişme gördü. Yahudilerin toplumda gelişme eğiliminden korktu. Yahudilerin
Siyonizm gibi bir derdi de vardı. Bizim böyle bir şeyimiz yok. Biz ekmek parası
için çıktık yola; şimdi ekmek parasını pasta parasına çevirmeye çalışıyoruz.
Bundan korkuyorlar”
- Yabancılara yönelik araştırmalara ilişkin neler söylemek
istersiniz?
- “Her araştırma bizim bir kabahatimizi ortaya çıkarmaya
çalışıyor. Bir süre önce Hollandalı bir araştırmacı, ‘Bize araştırma sonuçları
dikte ettiriliyor’ diye açıklamada bulundu. Burada siyasetçilerin dışında bir
derin devlet var. Hollanda istihbarat örgütü bizim içimizde çok adam besliyor.
Ama paralı değil bunlar. Aramızdan bazıları devlet görevlileriyle oturup kahve
içmeyi bir şey sanıyor.”
- Sözünü ettiğiniz derin devlet mi yabancılara yönelik
yıldırma politikası izlenmesini istiyor?
- “Siyasetçilerin yüzde 99’u bundan habersizdir. Hangi
siyasetçi olursa olsun, derin devlet tarafından yönetildiğini kabul etmez.
Ancak, siyasetçi yönlendiriliyor, oyuna geliyor.
- Türk toplumu örgütlenme açısından çok parçalı bir tablo
ortaya koyuyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
- “Çok bölünmüş bir durumdayız. Bu gücümüzü hissettirmemizi
engelliyor. Dünyaya örnek olarak gösterdiğimiz kurum, devletten üç-beş kuruş
daha fazla destek alayım diye naylon bir araştırma yapıyor ve bunu basın
yoluyla telkin ediyor. Dini ve siyasi görüşlerden uzak vatandaşın ortak
sorunları ve çıkarları için mücadele yürütecek bir oluşum gerçekleşmeli. Bunun
içinde alanında uzmanlaşmış kişiler yer almalı ve iş adamlarımız destek
vermeli. Hem Türk ve hem de Hollanda devletinden bağımsız olmalı.”
- Zaman, zaman yaşanan olaylara karşı bireysel tepki de
ortaya koyup, kişileri, kurumları mektup bombardımanına tutuyorsunuz?
- “Haksızlığa isyanım yıllardır sürüyor. Bu konudaki
mücadelem ölünceye kadar sürecek. Herkesi bıktırırlar ama beni asla.”
Karaçay ile nostaljik konulara da girdik.
- Sayın Karaçay, ‘haber atlatmak’ mesleğimizin bir parçası.
Kuşkusuz unutamadığınız anılarınız da vardır. Okuyucularımızla neleri paylaşmak
istersiniz ?
- “Yıl 1978. Arjantin’de Dünya Futbol Şampiyonasını
izliyoruz. Türkiye’nin tüm ünlü futbol yazarları ve muhabirleri orada. Ben de o
zaman Hürriyet’e çalışıyorum. Türkiye’de ‘En çok haber atlatan adam’ olarak
bilinen “Gölge Adam” lakaplı Ertuğrul Akbay kardeşimiz de orada. Ertuğrul çok
iyi bir magazincidir. O da o zaman Günaydın’a çalışıyor. Ertuğrul’un haber
atlatma maceraları öylesine çok ki, kendi anlatımı ile bunlardan biri şöyle :
Ünlü Maria Callas İstanbul’a gelmiş. Hiç kimse onunla görüşemiyor. Ama Ertuğrul
bir helikopter kiralamış ve Callas’ın bulunduğu yata iniş yaparak kendisiyle
konuşmuş. O zaman Günaydın’ın sporda çok iddiası yoktu. Ama Hürriyet hem sporda
ve hem de magazinde iddialı idi. Bu nedenle benim Ertuğrul’dan daha atik
davranmam gerekiyordu.
Ertuğrul, 1976 Monreal Olimpiyatları sırasında, ünlü foto
muhabiri Mehmet Biber ile bir anlaşmazlık sonunda kavga etmiş ve fotoğraf
makinesi ile kafasını yarmıştı. Hastaneye kaldırılan Mehmet Biber, Kanada
televizyonlarına bile haber olmuştu. Bu nedenle Ertuğrul’a fazla yanaşılmazdı.
Ertuğrul kurnaz bir gazeteciydi. Orada en büyük rakibi bendim. Bu nedenle bana
yanaşmak ve böylece beni kontrol etmek durumundaydı. Bana ilk teklifini
yapmıştı: ‘Bak kardeş, birlikte çalışalım ve birbirimize yardımcı olalım’
Benden de tabii ki bir ‘hay hay’ yanıtı gitmişti. Aynı gece uyumaya giderken,
ilan tahtasında, ertesi sabah saat 07.00’de bir otobüsün Arjantin milli
takımının kamp yaptığı şehre gideceği yazılmıştı. Arjantin ev sahibi olduğu
için çok önemliydi. Ben bu ilanı Ertuğrul’un görüp görmediğini merak ediyordum.
Ertesi sabah erkenden kalkıp otobüse bindiğim zaman arka
sıralarda Ertuğrul’u gördüm. Tabii ki ben önce davrandım ve ‘Neredesin be,
odanın kapısını çaldım ama yoktun’ yalanını söyledim. O da bana bir yalanla
kendini af ettirmeye çalıştı. Ertuğrul, 3 saatlik yol boyunca hayat hikâyesini
ve nasıl çalıştığını anlattı. Bu ara Mehmet Biber’i de nasıl perişan ettiğini
anlattı. Arjantin kampına vardığımız zaman, o da, ben de futbol haberinden çok
magazin haber peşine düştük. O kendine göre, ben de kendime göre güzellikler
bulduk ve gazetemize gönderdik. Burada birbirimize üstünlük sağlayamadık.
O sırada bir güzellik yarışması da vardı. Jüri üyeleri
arasında bizim Togay Bayatlı da olduğu için, tüm Türk gazeteciler özel
davetliydi. TV’den canlı yayınlanan yarışma sırasında, sahnedeki güzellerden
birine yanaştım ve ‘En güzel sensin’ diye iltifat ettim.
Yarışma sonrasında benim favorim kraliçe seçilince, yaptığı
ilk iş benim boynuma sarılmak oldu. Ondan sonra bu kızın ‘hamisi’ durumuna
geldim ve bütün programı onunla birlikte yaşadım. Fotoğraf çekimi ve mülakat
için hep bana başvuruluyordu. Tabii ki bu arada ben de onunla birlikte dans
ederken fotoğraf çekildim. Ertuğrul da kendine göre fotoğraflarını çekiyordu.
Yarışma sonrasında otele giderken Ertuğrul teklif etti:
‘Kardeş, yarın sabah saat 10.00’da Lufthans’nın önünde buluşalım ve
filmlerimizi gönderelim’ Ama ben Ertuğrul’a güvenemezdim ki. Aynı gece özel bir
adreste filmi banyo ettirdim. Filmden bir tek kare kestim. Zarfladıktan sonra
sabah saat 09.00’da İberia Havayolları’na gittim. Zarfımı Madrid ve Frankfurt
üzerinden İstanbul’a gönderdim. Zarfın bu şekilde aktarmalı gitmesi zordu ama
bu bir kumardı. Ertuğrul ile saat 10.00’da buluştuğumuz zaman film şeridini
olduğu gibi gösterdim. Filmi zarfa koydum. O da filmini zarfa koydu. İki zarfı
birlikte Lufthansa’ya verdik.
Çok talihliymişim ki, İberia ile gönderdiğim zarfım o günün
akşamı Madrid ve Frankfurt’tan sonra İstanbul’a ulaştı. Ertesi gün Basın
Merkezi’nde telekslerin başındayız. Milliyet’in Fotoğraf Servisi Müdürü Hüseyin
Kırcalı da yanımızda.
Ertuğrul yazıyor: ‘Burada güzellik yarışması yapıldı...Filmler
bugün elinize geçecek”
Karşı taraftan cevap: ‘Güzellik Yarışmasına ait haber ve
fotoğraf bugün Hürriyet’in birinci sayfasında var’ O zaman Ertuğrul’un yüzünü
görmeliydiniz. Bana döndü ve sorar gibi baktı. Ben de ‘Ajanslardandır’ dedim.
Ertuğrul da aynısını yazdı ama oradan gelen cevap daha da moral bozucuydu:
‘Fotoğraf renkli’ O zaman ajanslar henüz renkli fotoğraf çekmiyorlardı. Ben de
‘Ne bileyim kardeşim, filmi beraber göndermedik mi? O resim bir ajanstan
gitmiştir’ diye ısrar edince, Hüseyin Kırcalı araya girdi ve Ertuğrul’u daha
çok fitillemeye başladı: ‘Vay be Ertuğrul, başına bu da mı gelecekti’
Ertuğrul ile bu kez bir başka ödül törenindeyiz. Dünya
Kupaları’nın egale edilemeyen gol kralı Juste Fontaine’ye ödül verilecek. Dünya
Kupası tarihinde, İsveç 1958'de 13 gol atarak rekor kıran Fontaine’nin ödül
törenine Halit Kıvanç, Necmi Tanyolaç, Kemal Belgin, Togay Bayatlı, Metin
Türel, Erol Aydın, Hüseyin Kırcalı, Ertuğrul Akbay ve ismini hatırlayamadığım
arkadaş ile kalabalık bir şekilde gitmiştik. Orada Ertuğrul Akbay, güzel bir
kız ve top buldu. Kızı masaya çıkardı. Fontaine’yi de yanında getirdi. Ben de
arkadaşlara, ‘Bakın şimdi Ertuğrul’u nasıl çıldırtacağım’ dedim. Ve arkasından
deklanşöre bir kez bastım. O sırada Ertuğrul geri döndü ve ‘Benim hazırladığım
sahneyi çekme yahu’ diye bağırdı. Arkadaşların yanına oturduğum zaman hepsi kıs
kıs gülüyorlardı. O gün filmleri ancak akşam uçağı ile gönderebilirdik. Haber
de ertesi gün kullanılabilir ve iki gün sonra da yayınlanabilirdi. Saate baktım.
Frankfurt’a gidecek olan bir uçağın kalkmasına yarım saat vardı. O uçağa kargo
vermenin imkânı yoktu. Ben tuvalete gider gibi yaptım ve bir taksiye atlayarak
10 dakika ilerideki havaalanına gittim. Basın kartı sayesinde içeri girdim ve
Lufthansa uçağına kadar gittim. Bir hostese yalvardım. Bir arkadaşımın
kendisini Frankfurt havalimanında karşılayacağını söyledim. Hostes kabul etti
ve içinde film olan zarfımı aldı. 20 dakika sonra geri döndüğüm zaman, yerime
otururken Hüseyin Kırcalı yine konuştu : ‘Eee sayın Karaçay, zarf gitti mi ?’ O
an Ertuğrul’u gerçekten görmeliydiniz. Hüseyin ateşlemeye devam etti : ‘Oh anam
oh, haber yine yarın Hürriyet’te. Diyabakır’da kese kâğıdı olduktan sonra da
film Günaydın’a gidecek’
Karaçay’ın yaşam öyküsünde hoşa giden nostaljik kesimler
boldur.
Bunlardan biri de, Karaçay’ın Hollanda’ya gelişinin
akabinde, o zaman Kraliçe olan Juliana’nın küçük kızı Prenses Christina’ya
yazdığı mektup var. Karaçay bunu da şöyle anlatıyor:
“Hollanda’ya yeni gelmişim. Televizyonlarda ve gazetelerde
sürekli olarak Prenses Christina’dan söz ediliyordu. İlk bakışta güzel bir kıza
benziyordu. Oturdum bu güzel (!) kıza mektup yazdım. Özellikle güzel gözlerine
hayran olduğumu yazdım ve evlenme teklifi yaptım. Ama büyük bir hata yapmışım.
Kraliçe Juliana doğum sırasında menenjit hastalığına yakalandığı için, doğan
kızı Christina’nın gözleri bozuk (şası) olmuş. Ben de buna hiç dikkat etmediğim
için O’nun güzel gözlerinden söz etmişim. Bu nedenle de benim mektubum tabii ki
ciddiye alınmamıştır. Bu konuda sadece Emformasyon Dairesi’nden bir mektup
aldım . Mektupta, benim mektubumun presnsese aktarıldığı belirtilmiş. Christina
sonunda yine de
Kübalı bir yabancıyla evlendi ama sonradan boşandı.”
İLhan Karaçay Post Gazetesi’ne (Türkiye Gazetesi eki)
konuştu:
Güvenimi kaybettiler!...
(19.05.2006)
İlhan Karaçay (ortada), Komfortours Hava Şirketi Sahibi
Osman Çelik (solda) ve Yoldaş Partner sahibi Tümer Yoldaş ile.
Gazeteci İlhan Karaçay, Hollanda Temsilcimiz Mehmet Ali
Topcu`ya çarpıcı açıklamalarda bulundu.Zamanın Başbakanı Bülent Ecevit`le
söyleşi yapan
Türk Gazeteci İlhan Karaçay, bilhassa 11 Eylül`den sonra
Müslüman göçmenlere sergiledikleri tavır sebebiyle Hollandalılara güvenini
kaybettiğini söyledi
Hollanda`da `Türk gazeteci` denince ilk akla gelen isimlerin
başında hiç şüphesiz İlhan Karaçay geliyor. Halen Dünya gazetesi Hollanda
temsilciliğini yürüten, yıllardır yerli-yabancı bir çok medya organında çeşitli
görevler alan ve Hollanda gündemini yakından takip eden Karaçay`la, Hollanda
nereye gidiyor? Güvenlik mi, özgürlükler mi? sorularına cevap aradık.
Röportaj: Mehmet Ali Topcu
-Son zamanlarda Hollanda`da gündeme gelen, güvenliğe daha
fazla önem verilmesi ve özgürlüklerin geri plana itilmesi konusu, 11 Eylül
sonrası ABD`de yaşanan gelişmelerin bir uzantısı mı? Bilindiği gibi, 11
Eylül`den sonra özgürlükler askıya alınmaya ve güvenliğe daha fazla vurgu
yapılmaya başlanmıştı. Bu konuda ABD`nin başka ülkelere, özellikle de Avrupa
ülkelerine baskısı söz konusu olabilir mi?
-Aslında bu, Amerika`nın baskısı sonucunda meydana gelmiş
bir hadise değil. Batı Avrupa ülkeleri zaten Türklerden bıkmış ve Türklerden
korkmuşlar. Bu yıllardır var olan bir şey. Buna 11 Eylül bahane oldu. Ardından
Pim Fortuyn denilen bir adam çıktı ve bu durumu kullandı. Halk da bu adama
itibar etti. Akabinde adam öldürüldü. Ne mutlu ki öldüren bir Müslüman veya bir
Türk değildi. O gece ben uyumadım; inşallah bir Müslüman değildir diye merak
ettiğimden. Hollandalılar, genelde Batılıların hepsi halen Haçlı ruhu
taşıdıkları için Türklere karşı değişik bir bakışa sahip. Bunları Faslılar daha
çok rahatsız ettiği halde, bu gruptan biraz söz ediyorlar ama hedef aslında hep
Türkler. Ben bir Hollandalıyla evliyim; kaynıma çocukken Türk derlermiş. Sebep,
çok yaramazmış; bu sebeple Türk derlermiş. Bu da gösteriyor ki, Haçlı ruhu
eskiden beri yüreklerinde yaşıyor.
-Neden bu kadar önyargılılar Türklere karşı?
-Klasik ama gerçek
bir durum var; az önce de belirttim: Haçlı zihniyetinin bir uzantısı var. 15
yıl önce bir toptancı halinde Türkiye`den gelen limonların satışına şahit
oldum. Adam mala baktı, beğendi falan; ama Lütfen bundan sonra sandıklara Türk
Malı yazmayalım dedi.
Çünkü adama antipatik geliyor. Bir de şu oldu: Aramızdan
bazı çürük elmalar çıktı; bunlar koca koca adamlardı, mafya babaları falan. Bu
sebeple biraz medyatik olduk. Medyatik olunca da azınlıklarla ilgili her olayda
`Türk` denmeye başlandı.
`Yabancılar memleketlerinden evlenmesin` deniliyor;
Surinam`lıya bir şey yok, Antil`liye bir şey yok; ama `Türk Türk`le
evlenmesin!` deniliyor. Bir başka boyutu daha var işin: Türkler gerçekten her
alanda çok güzel yayılmaya başladılar. Bir kere esnaf Türk oldu. Bu eğilim
bugün yüzde 30-40`larda. On beş yıl sonra yüzde 80 olur. Bir yığın işadamımız
çıktı. Gençlerimiz söylenenlerin aksine, çok güzel eğitim görüyor ve çok önemli
köşe başlarını kapıyor. Politikaya atıldık; parlamentoda 6 milletvekilimiz var.
İl Genel Meclisleri`nde 12, Belediye Meclisleri`nde 200 üyemiz var. Bu sebeple
Türklerin önünü kesmek ve cezalandırmak istiyorlar. Nasıl ceza kesmek
istiyorlar?
`Bunları çoğaltmayalım` dediler.
Mesela verdiler IOT`ye 75 bin Euro, dediler ki: `Bir
araştırma yap`. IOT de, `Türkiye`den evlenince kültür farkı çıkıyor, akraba
evliliği yüzünden çocuklar sakat doğuyor` diye bir yığın gerekçe sıraladı.-Peki
bütün bu tablonun konumuzla nasıl bir ilgisi var? Türkler Hollanda`nın
güvenliğini mi tehdit ediyor ki, özgürlüklerini kısıtlıyorlar?-Hitler
Yahudileri niye katletti? Buradakine benzer bir gelişme gördü. Yahudilerin
toplum içindeki gelişiminden korktu. Yahudilerin `Siyonizm` gibi bir derdi de
vardı. Bizim böyle bir şeyimiz yok. Biz ekmek parası için çıktık yola; şimdi
ekmek parasını pasta parasına çevirmeye çalışıyoruz.
Bundan korkuyorlar. Her araştırma bizim bir kabahatimizi
ortaya çıkarmaya çalışıyor. Özgürlük mü, güvenlik mi? Özgürlüklerin sınırsız
olduğuna inanmıyorum, burada da özgürlükler kısıtlı...-Özgürlüklerin
kısıtlandığı kesin de, bunun tabii olmayan tarafı, hep bir kesimin (Türklerin)
tehdit unsuru olarak sunulması. -Bundan yedi-sekiz ay önce Hollandalı bir
araştırmacı; `Bize araştırma sonuçları dikte ettiriliyor` şeklinde beyanat
vermişti. O kişiden bugüne kadar bir daha ses çıkmadı.
Burada politikacıların dışında bir derin devlet var.
Hollanda istihbarat örgütü bizim içimizde çok adam besliyor. Ama paralı değil
bunlar. Aramızdan bazıları devlet görevlileriyle oturup kahve içmeyi bir şey
sanıyor. Aramızdan, `Yeşilgöz` gibi ayrılıkçılar bunların dümen suyuna
gidiyor.-`Kötü yabancılar, kötü Türkler` imajından yola çıkılarak, toplumda bir
şeyler yapılmaya çalışılıyor. Bunun elbette ki Hollanda toplumunun geneline de
yansımaları var. Hollandalıların bu konudaki tepkilerini nasıl
değerlendiriyorsunuz?-Aslında konuyu ikiye ayırmak lâzım. Güvenlikten
bahsediyorsunuz. Ama bu içeriden kaynaklanmıyor; dışarıda yaşanan bir takım
gelişmeler var. İsrail-Filistin sorunu çözülmedikçe bunlar güvensiz kalır.
İçeride ise, `Hollanda`da örgütleniyorlar, falan vakıf
burada teröristleri besliyor` deniliyor. Bunları henüz Türklere bağlamadılar.
`Faslılar varmış` falan deniliyor. Bu güvenlik olayı dış politikayı
ilgilendiriyor, Türkleri bağlamıyor. Fakat bizi herkesle aynı kefeye
koyuyorlar.
- Bu imajdan kurtulmak için Türkler ne yapmalı?
- Benim için yanlış bir imaj sahibi olunmuşsa ben hiç bir
şey yapmam. Ben neysem oyum. Batılı, genel anlamda, genel kültürü olmayan bir
toplum; tarihi de bilmez, coğrafyayı da bilmez. Ama ben bilirim. Biz bunları
ilkokulda öğrendik. Batılıların genel kültürü zayıf olduğundan bu imajın
silinmesi zor.
- O zaman şöyle bir tablo mu çıkıyor: Diğer yabancılar
güvenliği ilgilendiren meselelere göre sınıflandırılırken, Türkleri daha çok
kendi hayat alanlarına daha fazla dahil ve müdahil olmuş insanlar olarak mı
sınıflandırıyorlar?
-Ekonomik olarak böyle bir tablo var.
-Yakın zaman içinde iki kere üst üste seçimler oldu. Bu
seçimlerde aynı hava hakimdi. Sağcı, milliyetçi bir hava. Bu çerçevede geleceğe
bakışınız nasıl?
- En solda geçinen Sosyalist Parti bile kalktı seçimlerden
önce genel başkanının ağzından azınlıklar aleyhine üç-beş laf etti. Partinin
kamuoyu yoklamalarında koltuk sayısı 21`e yükseldi. Sonra anlaşıldı ki oy
peşindeler, bu yükseliş düştü. İşçi Partisi de aynı. Ben hiç bir zaman bu
partinin samimiyetine inanmadım. Sebep: Seçmenleri işçi. Yabancılardan en fazla
rahatsız olan kesim de işçiler. Bu itibarla İşçi Partisi kapalı kapılar ardında
çok farklı politikalar yapıyor. Başkanları seçimlerden önce `uyum sağlamayanlar
sınır dışı edilsin` diye bir açıklama yaptı.
- Derin devletten söz ettiniz. Bu çerçevede özgürlüklerin
kısıtlanmasıyla ilgili olarak bir devlet politikasından, gelip geçici olan
hükümetlerin politikalarından ayrı olan bir devlet politikasından bahsetmek
mümkün mü?
- Bu konuda size en son örneği göstereyim. Üç tane Patriot
füzesinin Türkiye`ye gönderilmesine kararı kim verdi: Balkenende! Daha sonra
kararı meclise sundu ve meclisten geçti. Ama asıl kararı kim verdi? O siyasi
partiler mi? Mutlaka Hollanda derin devleti `verin` dedi.
- O zaman Hollanda derin devletinin yabancılara, özelde de Türklere
karşı politikası ne?
- Böyle bir politika varsa bile, ben eminim ki
siyasetçilerin yüzde 99`u habersizdir. Ama yönlendiriliyorlar. Siyasetçi de
oyuna geliyor. Yoksa ben eminim ki siyasetçiler bilse bunu reddederler.
- Bu nereden kaynaklanıyor peki? Özgürlüklerden yana
olmaktan mı?
- Tabii, tabii. Hangi siyasetçi olursa olsun, derin devlet
tarafından yönetildiğini kabul etmez.
- O zaman yabancıların ve Türkler`in, siyasetçilerle, sivil
toplum kuruluşlarıyla daha yakın temas noktasında bir şeyler yapabileceği gibi
bir sonuç çıkmıyor mu ortaya?
- Türkler örgütlenmede zayıflar. Aslında çok güzel
örgütleniyorlar; ancak amaç noktasında zayıflar. Biz çok bölünmüşüz; hem siyasi
ideolojide ve hem de dini ideolojide çok parçalanmışız. Mesela IOT; Türkler
için Danışma Kurulu. Bunu dünyaya örnek gösterdik. IOT içinde federasyonlar bir
araya geldi; ama bir yere kadar el sıkıştılar. Sonra her biri kendi menfaati
doğrultusunda çalışmaya başladı. Bir çatı altında toplanmışsak, ortak menfaat
için çalışmalıyız. Bu yapılmıyor; ne oluyor? IOT devletten üç-beş kuruş daha
fazla destek alayım diye naylon bir araştırma yapıyor ve bunu basın yoluyla
telkin ediyor.
- Buradaki vatandaşların kendilerini rahatsız hissettikleri
konularda Türkiye`den ne gibi beklentileri olabilir?
- Türkiye`nin bu konuda dikkatli davranması çok normal;
çünkü yanlış anlaşılıyor. O yüzden biz Türkiye`den bir şeyler beklemek yerine,
kendimiz bu sorunu çözmeliyiz. Kendi örgütlenmemizle çözmeliyiz. Bu çerçevede
bir Türk Platformu kurmayı bile önerdik. IOT`den farklı olmalıydı bu; ama
olmadı. `Siyasetten uzak, dini ve siyasi görüşlerden uzak bir grup oluşturalım.
Hukukçu olsun, ekonomist olsun, başka çeşitli uzmanlar olsun. Bir de on kadar
bize sponsor olacak işadamımız olsun. Hem Türk ve hem de Hollanda devletinden
bağımsız olsun` dedik. Ama eski bağlar devam edince bu oluşamıyor. Bu konuda
hala arayışlar içindeyim, hiç bir örgütü, hiç bir kuruluşu yermiyorum. Sadece
ortak bir menfaat için çalışmayı öneriyorum.
- Böyle bir oluşum içinde yer alır mıydınız?
- Bugüne kadar Hollanda`da hiç bir oluşum içinde yer
almadım. Sadece 1970`li yıllarda kurulan Hollanda Türk Spor Klüpleri
Federasyonu adlı bir oluşumun içinde, danışma kurulunda yer aldım. Bu
federasyondaki çalışmalarımızda, `ayrımcılık yapmayalım` diye, mesela
`Kayserispor` lafını bile koydurmadık kulüplerimize. `Hiç bir ayrımcılık yok`
dedik; `ne dini, ne siyasi, ne de bölgesel, hemşehriliğe dayalı ayrımcılık
olmayacak` dedik.
- Şimdi Hollandalılar rahatsız oluyor diye Türkçe yasağı
getirilmek istenmesine bakılırsa, nereye gidiyoruz?
- Bu, Hollandalıların uyum konusundaki dertleriyle alakalı.
Bizim federasyonda yapmaya çalıştığımız, ayrı bir şeydi. Bu uyum da ayrı bir
dert. Bizi o raddeye getirdiler ki `Lanet olsun!` deyip buradan kaçmamızı
istiyorlar. Ama ben pes etmeyeceğim. Bu mücadeleyi ölünceye kadar vereceğim.
Herkesi bıktırmaya çalışıyorlar.
- Mücadelenizin adını koydunuz mu?
- Haksızlığa karşı tepki!
- Bu mücadelenizde Hollandalı sivil toplum örgütleriyle
dirsek temasınız oluyor mu? Onların tavrı ne bu konuda?
- Hollandalılarda bize destek olacak hiç bir grup yok. Sol
örgütler, insan hakları örgütleri, ayrımcılık dernekleri; hepsi dahil. İddialı
konuşuyorum. Sadece lafta bizimle beraber oluyorlar. Ayrıca benim güvenimi
kaybettiler. Ancak biz kendi haklarımızı savunabiliriz. Ne yazık ki
Hollandalıların genel kültürü yok. Pim Fortuyn diye bir adam çıkıyor ve bu
adama şu kadar oy verebiliyorlar.
- Açıklamalarınız için teşekkür ederiz.
- Ben teşekkür ederim.
İlhan Karaçay kimdir?
Adı, Hollanda ile özdeşleşmiş yaşayan tarih: İlhan Karaçay.
23 Aralık 1942 Mersin doğumlu olan Karaçay, gençlik yıllarında Ulus
Gazetesi`nde haber ve yorum yazmaya başlar. Karaçay, 1986 yılının başında
Hollanda`ya ikinci gelişinde bir daha dönmemek üzere yerleşir.
Hollanda`ya gelişi ile birlikte Günaydın gazetesinin
muhabirliğini, Türkçe ve Flamanca yayınlanan Haber Gazetesi`nin genel yayın
yönetmenliğini üstlenir. Aynı yılın sonunda Avrupa`ya açılan Sabah Gazetesi`nin
Benelüks temsilciliğini de alır. Fakat Sabah`ın ilk Avrupa serüveni uzun sürmez
ve kapanır. 1988`de Asil Nadir`in Günaydın Gazetesi`ni satın alması ile
birlikte, bu kez bu gazetenin Benelüks temsilcisi olarak görüyoruz Karaçay`ı.
Asil Nadir krizinin ardından gazetenin Bekir Kutmangil
tarafından satın alınmasından sonra da aynı görevi sürdürür. Gazetecilik
hayatında, bu sektörün her branşında görev yapmış olan Karaçay`ı, 1994 yılında
Günaydın`ın Avrupa baskılarının sahibi olarak görüyoruz.
Karaçay, Avrupa Türk basınının kalbi olan Frankfurt`a
yerleşir. Kurduğu Çay-Press Ajans kanalıyla çeşitli gazete ve TV kuruluşlarına
haber göndererek çalışmalarını sürdüren Karaçay, Radikal ve Posta`ya haber, bir
spor gazetesi olan Fanatik`e de spor haberi ve yorum yazar.
1974 Almanya, 1978 Arjantin, (1980 Uruguay-Mini Şampiyona),
1982 İspanya ve 1994 Amerika`daki Dünya Futbol Şampiyonaları ile 1972, 1976,
1980, 1984, 1988, 1992 ve 2000 yıllarındaki Avrupa Şampiyonalarını izlemiş olan
Karaçay, Tercüman, Hürriyet, Günaydın, Sabah, Radikal, Posta, Fanatik ve Dünya
gazeteleri ile TRT, ATV, NTV, SHOW ve STAR televizyonları ile Hollanda
televizyonu NOS`taki çalışmaları, deneyimiyle, genel konuların yanında, futbol
konusunda da uzmanlaşmıştır.
Dünya Gazetesi
28 Mart 1998 tarihi, Karaçay`ın gazetecilik hayatında yeni
bir dönemin başlangıcıdır. Nezih Demirkent`in sahibi olduğu (Şimdiki sahibi
kızı Didem Demirkent) Ekonomi ve Politika Gazetesi Dünyanın, Hollanda ve
Belçika yayın hakkını alır.
Türklerin işçilikten kurtulup işadamı durumuna gelmeleri ile
birlikte, onlara ticari ve ekonomik bilgiler verecek bir yayın organının
piyasaya çıkması kaçınılmaz olmuştu. İşte bu boşluğu gören Karaçay, gazetecilik
hayatında yeni bir döneme imzasını atmış oldu.
Haftalık yayınlanan Dünya`nın Avrupa`daki yayın amacı,
öncelikle ticari ve ekonomik bilgi sunmak olmasına karşın, Hollanda`da bir
azınlık durumundaki Türklerin sorunlarına seyirci kalmayı doğru bulmaz Karaçay.
Bu sebeple gazetenin yapısında değişiklikler yaparak sosyal-kültürel sorunları
da işlemeye başlar.
İlhan Karaçay’ın DOĞUŞ gazetesi ile yaptığı söyleşi
İlhan Karaçay Hollandalılar’ı defterinden silmiş:
Benim güvenimi kaybettiler...
Röportaj: Ahmet Demirhan
Fotoğraflar: Ercan Kuzu
‘Hollanda’da Türk gazeteci’ denince ilk akla gelen isimlerin
başında hiç şüphesiz İlhan Karaçay geliyor. Halen Dünya gazetesi Hollanda
temsilciliğini yürüten, yıllardır yerli-yabancı bir çok medya organında çeşitli
görevler alan ve Hollanda gündemini yakından takip eden Karaçay’la, “Hollanda
nereye gidiyor? Güvenlik mi, özgürlükler mi?” sorularına cevap aradık.
Son zamanlarda
Hollanda’da gündeme gelen, güvenliğe daha fazla önem verilmesi ve özgürlüklerin
geri plana itilmesi konusu, 11 eylül sonrası ABD’de yaşanan gelişmelerin bir
uzantısı mı? Bilindiği gibi, 11 eylülden sonra özgürlükler askıya alınmaya ve
güvenliğe daha fazla vurgu yapılmaya başlanmıştı. Bu konuda ABD’nin başka
ülkelere, özellikle de Avrupa ülkelerine baskısı söz konusu olabilir mi?
Aslında bu
Amerika’nın baskısı sonucunda meydana gelmiş bir hadise değil. Batı Avrupa
ülkeleri zaten Türkler’den bıkmışlar ve Türkler’den korkmuşlar. Bu yıllardır
var olan bir şey. Buna 11 eylül bahane oldu. Ardından Pim Fortuyn denilen bir
adam çıktı ve bu durumu kullandı. Halk da bu adama itibar etti. Akabinde adam
öldürüldü. Ne mutlu ki öldüren bir Müslüman, bir Türk değildi. O gece ben
uyumadım; inşallah bir Müslüman değildir diye merak ettiğimden. Holllandalılar,
genelde batılıların hepsi halen Haçlı ruhu taşıdıkları için Türklere karşı
değişik bir bakışa sahip. Bunları Faslılar daha çok rahatsız ettiği halde, bu
gruptan biraz söz ediyorlar ama hedef aslında hep Türkler. Ben bir
Hollandalıyla evliyim; kayınıma çocukken Türk derlermiş. Sebep, çok arsızmış,
pismiş: bunun için Türk derlermiş. Bu da göteriyor ki, Haçlı ruhu eskiden beri
yüreklerinde yaşıyormuş.
Türklerde ne var ki
bu kadar önyargılılar Türklere karşı?
Klasik ama gerçek bir
durum var; az önce de belirttim: Haçlı zihniyetinin bir uzantısı var. 15 yıl
önce bir toptancı halinde Türkiye’den gelen limonların satışına şahit oldum.
Adam mala baktı, beğendi falan; ama “Lütfen bundan sonra sandıklara Türk Malı yazmayalım”
dedi. Çünkü adama antipatik geliyor.
Bir de şu oldu: aramızdan bazı çürük elmalar çıktı; bunlar
koca koca adamlardı, mafya babaları falan. Bu nedenle biraz medyatik olduk.
Medyatik olunca da azınlıklarla ilgili her olayda ‘Türk’ denmeye başlandı.
Yabancılar memleketlerinden evlenmesin deniliyor;
Surinamlıya bir şey yok, Antilliye bir şey yok; ama ‘Türk Türkle evlenmesin’
deniliyor.
Bir başka boyutu daha var işin: Türkler gerçekten her alanda
çok güzel yayılmaya başladılar. Bir kere esnaf Türk oldu. Bu eğilim bugün yüzde
30-40’larda. On beş yıl sonra yüzde 80 olur. Bir sürü işadamımız çıktı.
Gençlerimiz söylenenlerin aksine, çok güzel eğitim görüyor ve çok önemli köşe
başlarını kapıyor. Politikaya atıldık; parlamentoda 3 milletvekilimiz var. Belediye
meclislerinde 250 üyemiz var. Bu nedenle Türkler’in önünü kesmek ve
cezalandırmak istiyorlar. Nasıl ceza kesmek istiyorlar? “Bunları çoğaltmayalım”
dediler. Mesela verdiler IOT’ye 75 bin Euro, dediler ki, “bir araştırma yap”.
IOT de, ‘Türkiye’den evlenince kültür farkı çıkıyor, akraba evliliği yüzünden
çocuklar sakat doğuyor’ diye bir yığın gerekçe sıraladı.
Peki bütün bu
tablonun konumuzla nasıl bir ilgisi var? Türkler Hollanda’nın güvenliğini mi
tehdit ediyor ki özgürlüklere el atıp yok ediyorlar?Hitler Yahudiler’i niye
katletti? Buradakine benzer bir gelişme gördü. Yahudiler’in toplumda gelişme
eğiliminden korktu. Yahudiler’in Siyonizm gibi bir derdi de vardı. Bizim böyle
bir şeyimiz yok. Biz ekmek parası için çıktık yola; şimdi ekmek parasını pasta
parasına çevirmeye çalışıyoruz. Bundan korkuyorlar. Her araştırma bizim bir
kabahatimizi ortaya çıkarmaya çalışıyor. Özgürlük mü, güvenlik mi?
Özgürlüklerin sınırsız olduğuna inanmıyorum, burada da özgürlükler kısıtlı...
Bu doğal bir şey de, bunun
doğal olmayan tarafı, hep bir tarafın güvenliği tehdit eder bir biçimde
sunulması. Bundan yedi-sekiz ay önce Hollandalı bir araştırmacı beyanat verdi,
“Bize araştırma sonuçları dikte ettiriliyor” diye. O adamdan bugüne kadar bir
daha ses çıkmadı. Burada politikacıların dışında bir derin devlet var. Hollanda
istihbarat örgütü bizim içimizde çok adam besliyor. Ama paralı değil bunlar.
Aramızdan bazıları devlet görevlileriyle oturup kahve içmeyi bir şey sanıyor.
Aramızdan, Yeşilgöz gibi ayrılıkçılar bunların dümen suyuna gidiyor.
Peki ‘kötü
yabancılar, kötü Türkler’ imajından yola çıkılarak toplumda bir şeyler
yapılmaya çalışılıyor. Bunun elbette ki Hollanda toplumunun geneline de
yansımaları var. Hollandalılar’ın bu konudaki tepkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aslında konuyu ikiye ayırmak lazım. Güvenlikten bahsediyorsunuz. Ama bu içerden
kaynaklanmıyor; dışarıda yaşanan bir takım gelişmeler var. İsrail-Filistin
sorunu çözülmedikçe bunlar güvensiz kalır. İçerde ise, “Hollanda’da
örgütleniyorlar, falan vakıf burada teröristleri besliyor” deniliyor. Bunları
henüz Türkler’e bağlamadılar. Faslılar varmış falan deniliyor. Bu güvenlik
olayı dış politikayı ilgilendiriyor; Türkler’i bağlamıyor. Ama bizi herkesle
aynı kefeye koyuyorlar.
Bu imajdan kurtulmak için Türkler ne yapmalı peki?
Benim için yanlış bir imaj sahibi olunmuşsa ben hiç bir şey
yapmam. Ben neysem oyum. Batılı, genel anlamda, genel kültürü olmayan bir
toplum; tarihi de bilmez, coğrafyayı da bilmez. Ama ben bilirim. Biz bunları
ilk okulda öğrendik. Batılıların genel kültürü zayıf olduğundan bu imajın
silinmesi zor.
O zaman şöyle bir tablo mu çıkıyor: Diğer yabancılar
güvenliği ilgilendiren meselelere göre sınıflandırılırken, Türkler’i daha çok
kendi hayat alanlarına daha fazla dahil ve müdahil olmuş insanlar olarak mı
sınıflandırıyorlar?
Ekonomik olarak böyle bir tablo var.
Yakın zaman içinde iki kere üst üste seçimler oldu. Bu
seçimlerde aynı hava hakimdi. Sağcı, milliyetçi bir hava. Bu çerçevede geleceğe
bakışınız nasıl?
En solda geçinen Sosyalist Parti bile kalktı seçimlerden
önce genel başkanının ağzından azınlıklar aleyhine üç-beş laf etti. Partinin
kamuoyu yoklamalarında koltuk sayısı 21’e yükseldi. Sonra anlaşıldı ki oy
peşindeler, bu yükseliş düştü. İşçi Partisi de aynı. Ben hiç bir zaman bu
partinin samimiyetine güvenmedim. Sebep: Seçmenleri işçi. Yabancılardan en
fazla rahatsız olan kesim de işçiler. Bu nedenle İşçi Partisi kapalı kapılar
ardında çok değişik politika yapıyor. Başkanları seçimlerden önce ‘uyum
sağlamayanlar sınır dışı edilsin’ diye bir açıklama yaptı.
Demin derin devletten bahsettiniz. Bu çerçevede
özgürlüklerin kısıtlanmasıyla ilgili olarak bir devlet politikasından, gelip
geçici olan hükümetlerin politikalarından ayrı olan bir devlet politikasından
bahsetmek mümkün mü?
Bu konuda size en son örneği göstereyim. Üç tane Patriot
füzesinin Türkiye’ye gönderilmesine karar kim verdi? : Balkenende. Daha sonra
kararı Meclis’e sundu ve Meclis’ten geçti. Ama asıl kararı kim verdi? O siyasi
partiler mi? Mutlaka Hollanda derin devleti ‘verin’ dedi.
O zaman Hollanda derin devletinin yabancılara, özelde de
Türkler’e karşı politikası ne?
Böyle bir politika varsa bile ben eminim ki siyasetçilerin
yüzde 99’u habersizdir. Ama yönlendiriliyorlar. Siyasetçi de oyuna geliyor.
Yoksa ben eminim ki siyasetçiler bilse bunu reddederler.
Bu neden kaynaklanıyor peki? Özgürlüklerden taraf olmaktan
mı?
Tabii, tabii. Hangi siyasetçi olursa olsun, derin devlet
tarafından yönetildiğini kabul etmez.
O zaman yabancıların ve Türkler’in, siyasetçilerle, sivil
toplum kuruluşlarıyla daha yakın temas noktasında bir şeyler yapabileceği gibi
bir sonuç çıkmıyor mu ortaya?
Türkler örgütlenmede zayıflar. Aslında çok güzel
örgütleniyorlar; ama amaç noktasında zayıflar. Biz çok bölünmüşüz; hem siyasi
ideolojide ve hem de dini ideolojide çok parçalanmışız. Mesela IOT; Türkler
için Danışma Kurulu. Bunu dünyaya örnek gösterdik. IOT içinde federasyonlar bir
araya geldi; ama bir yere kadar el sıkıştılar. Sonra her biri kendi menfaati
doğrultusunda çalışmaya başladı. Bir çatı altında toplanmışsak, ortak menfaat
için çalışmalıyız. Bu yapılmıyor; n’oluyor? IOT devletten üç-beş kuruş daha
fazla destek alayım diye naylon bir araştırma yapıyor ve bunu basın yoluyla
telkin ediyor.
Buradaki vatandaşların kendilerini rahatsız hissettikleri
konularda Türkiye’den ne gibi beklentileri olabilir?
Türkiye’nin bu konuda dikkatli davranması çok normal; çünkü
yanlış anlaşılıyor. O nedenle biz Türkiye’den bir şeyler beklemek yerine
kendimiz bu sorunu çözmeliyiz. Kendi örgütlenmemizle çözmeliyiz. Bu çerçevede
bir Türk Platformu kurmayı bile önerdik. IOT’den farklı olmalıydı bu; ama
olmadı. “Siyasetten uzak, dini ve siyasi görüşlerden uzak bir grup oluşturalım.
Hukukçu olsun, ekonomist olsun, başka çeşitli uzmanlar olsun. Bir de on tane
falan bize sponsor olacak işadamımız olsun. Hem Türk ve hem de Hollanda
devletinden bağımsız olsun” dedik. Ama eski bağlar devam edince bu oluşamıyor.
Bu konuda hala arayışlar içindeyim, hiç bir örgütü, hiç bir kuruluşu
yermiyorum. Sadece ortak bir menfaat için çalışmayı öneriyorum.
Böyle bir oluşum içinde yer alır mıydınız?
Bugüne kadar Hollanda’da hiç bir oluşum içinde yer almadım.
Sadece 1970’li yıllarda kurulan Hollanda Türk Spor Klüpleri Federasyonu adlı
bir oluşumun içinde, danışma kurulunda yer aldım. Bu federasyondaki
çalışmalarımızda, “ayrımcılık yapmayalım” diye, mesela ‘Kayserispor’ lafını
bile koydurmadık kulüplerimize. “Hiç bir ayrımcılık yok” dedik; “ne dini, ne
siyasi, ne de bölgesel, hemşehriliğe dayalı ayrımcılık olmayacak” dedik.
Şimdi Den Haag çevresindeki bazı klüplerin, Hollandalılar
rahatsız oluyor diye Türk sporculara Türkçe yasağı getirmeye çalıştığına
bakılırsa, bu hayli gelişkin bir şey.
Bu Hollandalılar’ın uyumla ilgili dertleriyle alakalı. Bizim
federasyonda yapmaya çalıştığımız şey ayrı bir şeydi. Bu uyum da ayrı bir dert.
Bizi o raddeye getirdiler ki “Allah belanızı versin” deyip buradan kaçmamızı
istiyorlar. Ama ben pes etmeyeceğim. Bu mücadeleyi ölünceye kadar vereceğim.
Herkesi bıktırmaya çalışıyorlar.
Mücadelenizin nedeni ne peki?
Haksızlığa karşı isyan.
Bu mücadelenizde Hollandalı sivil toplum örgütleriyle dirsek
temasınız oluyor mu? Onların tavrı ne bu konuda?
Hollandalılarda bize destek olacak hiç bir grup yok. Sol
örgütler, insan hakları örgütleri, ayrımcılık dernekleri; hepsi dahil. İddialı
konuşuyorum. Sadece lafta bizimle beraber oluyorlar. Ayrıca benim güvenimi
kaybettiler. Ancak biz kendi haklarımızı savunabiliriz. Bir şey daha
söyleyebilirim: Hollandalılar Avrupa’nın çingeneleridir. Belki çingenelere
kıyım yaptım, ama amacım onlara hakaret değil. Genel kültürleri yok. Pim
Fortuyn diye bir adam çıkıyor; buna şu kadar oy verebiliyorlar...
Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim
İlhan Karaçay’ın Değirmen Dergisi’ndeki söyleşisi:
İlhan Karaçay: Hollanda’da Türk medyasının duayeni
-Hollanda’da Türk basınının duayeni olarak,
meslektaşlarınıza tavsiye mesajınız ne olur?
-“Hollanda’da gazetecilik yapan dostlarımızın çoğu,
üstlenmiş oldukları bu görevi fedakârca yapıyorlar. Bu dostlarımızı amatör ve
profesyonel olarak ikiye bölmenin hiç bir anlamı yok.
Bunların bir kısmı ülkemizin ulusal medyasına, bir kısmı da
yerel medyaya hizmet ediyorlar.
Kısıtlı imkanlarla yaptıkları hizmet takdire şayandır. Ama
ne yazıkki bu hizmetin değeri bazı mercilerce idrak edilmemektedir.”
-Bilindiği kadarı ile Hollanda’da bulunan Türk basın
mensuplarının bir dernek veya vakıf oluşumu yok. Bu konuda bir girişim oldu mu?
Bu konuda düşünceleriniz nedir?
-“Hollanda’daki basın mensubu arkadaşlarımızı bir çatı
altında toplamak için iki kez girişimde bulunduk. İlk girişim, Şadi Tatlı ile
benim inisiyatifimiz ile oldu. Sanırım 1978 yılıydı. Rijswijk’teki Türk Kültür
ve Spor Kulüpleri Federasyonu binasında bize bir yer ayrılmıştı. Orada
yaptığımız bir toplantıda yönetim kurulu da seçilmişti. Ama bunu bir türlü
resmi hale getirmedik.
İkinci girişimimiz iki yıl önce oldu. Bu kez Rotterdam’daki
Dostluk Vakfı’nda toplandık. Ama sonunu getiremedik. Aslında çok büyük bir
ihtiyacı savsaklıyoruz. Umarım en yakın zamanda daha çok meslektaşın girişimi
ile bu iş tamamlanır.”
-DÜNYA Gazetesi ile ilgili çalışma ve görüşlerinizi açıklar
mısınız?
-“DÜNYA Gazetesi’ni, bu gazetenin sahibi ve Türk basınının
son duayeni rahmetli Nezih Demirkent’in israrı üzerine Avrupa’ya açtım Üç yılı
aşkın bir zamandır başarılı oluyoruz.
Biz burada hiç bir zaman ‘boşluk doldurma’ iddiasında
bulunmadık. Ülkemizin ve dünyanın ekonomisini ve siyasetini yakından takibetmek
isteyenler için biçilmiş bir kaftan olan DÜNYA, son aylarda sosyal, kültürel ve
toplumsal olayları da sayfalarına yansıtmaya başlayınca daha çok ilgi görmeye
başladı.”
-Hollanda’daki Türk basınının durumunu nasıl
değerlendiriyorsunuz?
-“Söze Avrupa’daki Türk basını ile başlamak gerekir.
Avrupa’daki Türk basınının durumu pek iç açıcı değildir. Sabah’ın kapanmasından
sonra Star’ın da kapanması şaşırtıcı oldu. Hürriyet, Türkiye ve Zaman gibi
gazeteler bu boşluktan yararlanamadılar. Bu gazetelerin tirajlarının artması
bir yana, tiraj kaybettikleri bile söylenebilir. Bunun en önemli nedeni,
insanlarımızın artık internet aracılığı ile bu gazeteleri okuyabilmeleridir.
Ayrıca çok sayıdaki Türk TV kanalı da ilgiyle izleniryor. Böyle olunca da
insanların gazete okuma ihtiyacı azalıyor.
Hollanda’daki Türk medyasının konumu tabiiki daha değişik
Burada yerel medyadan söz etmek gerekir. Hollanda’daki Türk
yerel medyasını bölümlere ayırmak gerekecek. Belli siyasi ve dini görüşlerin
savaşını veren dernek ve federasyonların direkt olarak yayınladıkları dergi,
gazete, radyo ve televizyonların yanında, bazı işyerlerinin sponsorluğu ile
yayınlananlar da var.
Hoş, şimdilerde Türkiye’de de ulusal medyanın çoğu aynı
konumdadır ama, ne mutlu ki kendilerini halen bağımsız olarak koruyabilen yazar
ve yorumcular vaziyeti kurtarmaktadır.
Hollanda’daki Türk medyasının içeriği hakkında fikir
yürütmek istemiyorum. Ama bu işi fedakarca yapmakta olduklarını belirttiğim
meslektaşları takdir etmek lazımdır.”
-Son günlerde Hollanda medyasında şahsınıza karşı bir
saldırı oldu. Bu konuda açıklama yapar mısınız?
-“11 Eylül’den sonra özellikle Müslümanlar’a karşı bir
karalama kampanyası başladı. Bu kampanyalar karalama ile kalmadı, Müslümanlar
saldırıya da uğradılar. 11 Eylül saldırısı ırkçıların ekmeğine yağ sürmüştü. Ne
varki, Hollanda’da bazı yayın organları ırkçıları kışkırtıcı yayınlar yaptılar.
Ben de bunları isim vererek eleştirdim.
Eleştrirdiklerimden biri de, çok ünlü olan Profesör Smalhout
idi. Smalhout, De Telegraaf gazetesindeki köşesinde bana yanıt vereceği yerde,
isim vererek aşağılamaya çalıştı ve beni ırkçılara hedef olarak gösterdi.
Ben de Smalhout’un asılşız iddialarını çürütmek için sıkı
bir çalışma yaptım ve yayınladığım üç sayfa dolusu Hollandaca haber ve yorumlar
ile fiyakasını bozdum.
Bu yayınları içeren DÜNYA gazetelerini bakanlıklar, siyasi
partiler, tüm medya kuruluşları ve önemli sayılan 500 adrese postaladım.
Smalhout’un bundan sonra bana yanıt vermesini beklemiyordum.
Ve öyle de oldu. Herhalde kendisinin de kulağını çektiler ki, bana yanıt
veremez duruma geldi.”
-İlhan Karaçay olarak 24 saatinizi nasıl
değerlendiriyorsunuz?
-“Ben aslında bir ev faresiyim. Dışarıda işim olmadığı zaman
hemen evime gelirim. Önce mutfağa girerim. Mutfakta tüm stresimi attıktan
sonra, akşam yemeğini müteakip odama çekilrim ve TV’nin karşısına geçerim.
Gazeteler ve dergiler de yanımdadır. Fındık fıstık ve bol meyva ile gece saat
02’lere kadar zaping yapar ve okurum.
Sabahları uyanışım 06’yı bulmaz.
Kıbrıs’tan peşimize takılan küçük köpeğimizi gezdirdikten
sonra sabah haberlerini takip ederim ve bilgisyarın karşısına otururum. Hergün
saat 10.00’a kadar evde çalışırım. Sonra büroma giderim. Günlük çalışma ne ise
yaparım ve öğleden sonra yine erken saatte mutfağıma dönerim. Böylece devri
daim sürer.
*********************************
(5 Aralık 1997)
Yalçın BAYER
İSTANBUL'A GÖÇ
İstanbul'a Anadolu'dan göçün sınırlandırılması
tartışılırken, bunun antidemokratik olacağı ve ülke içinde sınır saptayarak
pasaport kullanma gibi bir mecburiyet getirmenin insan haklarına da aykırı
olacağı görüşleri ağırlık kazanmıştı.
Kaldı ki, demokrasinin beşiği Hollanda'nın büyük kentleri ve
küçük köylerinin belediyelerinin çoğu, ülke içi göçü sınırlamıştır.
Rotterdam'da ikamet eden bir Hollandalı bazı şartları yerine getirmediği
takdirde Amsterdam'a göç edemez. Bu göçün gerçekleşmesi için göç isteyenin
Amsterdam kentinde resmen bir işe girmesi veya bir işyeri açması şarttır.
İkamet ettiğim Amsterdam'ın sınır komşusu Abcoude köyünün
nüfusu 5 bindir. Bu köye göç etmek isteyen kişinin burada iş bulması
imkânsızdır. Zira bu köyde işyeri yoktur. Ama bizim belediyemiz kendi kuralını
koymuştur: ‘‘Bu köyde ikamet edecek olan kişinin kiralayacağı evin aylığı 2000
Gulden'den -1000 dolar-, satın alacağı evin değeri de 300 bin Gulden'den -150
bin dolar- aşağı olmayacak.''
Görülüyor ki yerel yönetimler, ‘‘Benim sınırlarım içine
girecek kişi işsiz, fakir ve aç olmamalı'' tezine çok dikkat ediyorlar.
Bu uygulama ile insanların gezme ve ziyaret özgürlüğü
kısıtlanmıyor. Sadece iskan özgürlüğü kısıtlanıyor. Bunu uygulamak da zor
değil. Ev kiralamak veya satın almak isteyenler, belediyelerden 'iskan izni'
almak mecburiyetindedir. Aksi takdirde kiralama veya satış geçerli olmaz. Bu
kısıtlamayı delenler vardır. İkamet izni olan bir ailenin evinde bir oda
kiralayabilirsiniz. Ama o evde bir odanın boş ve gereksiz olduğunu ispatlamak
durumundasınız. ‘‘Ben çocuğumla aynı odada yatarım'' diyemezsiniz.
ÖZGÜRLÜKLER-DEMOKRATİK HAKLAR
Görülüyor ki, dışarıdan göç edeceklerin özgürlükleri
kısıtlanırken yörede yıllardır vergisini verip kurallara uyan halkın demokratik
hakları korunuyor.
İstanbul'a göç eden işsiz, evsiz barksız insanların kent
halkına yüklediği külfeti hesaba katarsanız, Hollandalılar'ın bu konudaki
haklılığı anlaşılır. İstanbul'da yeri olmayan kişilerin kent halkına
yükledikleri külfetleri düşünün bir kere. Gecekondularla çirkin kentleşmenin
yanında, basit görülen bir su tüketimi bile işin ciddiyetini ortaya koyar.
İstanbul'da yaşamaya hak kazanmış halkın suyunu tüketmek, onların demokratik
haklarına el uzatmak olmuyor mu? Kanalizasyon, trafik, elektrik, çöp, işsizlik
gibi etkenler de cabası.
Şimdi denilecek ki: ‘‘Türkiye'nin şartları ile Hollanda'nın
şartları aynı değil. Anadolu'daki insan aç olduğu için yaşam mücadelesi yapma
hürriyeti olmalı.'' Bu da doğrudur. Ama bu ülkenin genel bir sosyal ve ekonomik
sorunudur. Bunun çözümü şarttır. Ne var ki, birine demokratik hak verilirken,
diğerinin haklarını göz ardı etmemek lazımdır. Tıpkı Hollandalılar'ın yaptığı
gibi...
İlhan KARAÇAY-HOLLANDA
********************************
İlhan Karaçay TRT’de
Tarih: 26.11.2004
Özellikle, yurtdışında ‘sıfırdan’ başlayarak çok yüksek
başarı elde etmiş örnek kişileri, uzmanları ve sanatçıları konuk ederek,
stüdyodaki seyircilerin de katılımı ile, ünlü şarkıcı Pınar Ayhan’ın sunduğu,
‘Hayal bu ya’ isimli çok beğenilen bir program yapan Demet Şahin, 27 kasım
cumartesi akşamı, Türkiye saati ile 21.30, Avrupa saati ile 20.30’da
yayınlanacak olan sekizinci bölüme, ünlü şovmen Beyazıt Özturk (Beyaz) ve
Hollanda’da gazetecilik yapan İlhan Karaçay’ı davet etti.
Beyaz, Türk medyasındaki paparazi nitelikli magazin
haberlerinden şikayet ederken, İlhan Karaçay Hollanda’yı masaya yatırdı.
Ünlü şovmen Beyaz’ın yaptığı espriler, ‘Hayal bu ya’
programını, bugüne kadar yapılan programlardan çok daha değişik bir bir boyuta
taşıdı.
Özel konukların ve seyircilerin hayallerinde yaşattıklarını
ele alan programda konuşan Beyaz, Türkiye’de paparazi nitelikli magazin
haberlerinden şikayet ederken, “Şimdi TRT gibi ciddi bir kurumun programında
yer almaktan büyük bir mutluluk duyuyorum. İnanın başka bir programdan davet
edilsem gitmezdim. Çünkü konular öylesine çarpıtılıyor ki, insana bıtkınlık
veriyor” dedi. Seyicilerden bir bayanın, “Hayalinizde evlenmek istediğiniz biri
var mı?” şeklindeki sorusunu hoş karşılamayan Beyaz, “Bakın ben paparaziden
kurtulmak için TRT’ye geldim ama burada da bana paparazi nitelikli sorular
geliyor. Yapmayın Allah aşkına” deyince genç kız bu kez, “Kızmayın ben size
evlenme teklif edecektim” dedi ve ortalık kahkahaya boğuldu.
Hollanda’da gazetecilik yapan İlhan Karaçay ise Hollanda’yı
masaya yatırdı. Pınar Ayhan’ın , “Sizin hayalinizde neler vardı?”şeklindeki
sorusuna, “Hayallerle yaşamadım. Ama hayalimde hep insanlığa hizmet vardı.
Hollanda’da sahipsiz kalan yurttaşlarıma hizmet ettiğim için mutluyum. Ben size
kendi hayallerimi değil, yurtdışında yaşayan yığınların hayalini anlatayım”
diye cevap verince alkışandı.
Programda, sunucu ve şarkıcı Pınar Ayhan’ın orkestra
eşliğinde seslendirdiği güzel şarkıların yanında, Psikiyatrist Dr. Göksel
Bayram, ele alınan konuların analizini yaptı.
Program yapımcısı Demet Şahin, 13 bölümden oluşan
programlarının sekizincisinin, diğerlerinden çok daha neşeli geçtiğini
belirtirken şu bilgiyi verdi: “Küçük ya da büyük hayaller kurmanın, kişilerin
ve toplumların kalkınmasında, insanın uygarlığa katkıda bulunmada çok önemli
bir rolü olduğu açıktır. Geçmişten günümüze gerek kişi bazında gerekse toplum
bazındaki gelişmelerin kaynağının ilk tohumunun aslında sadece ‘bir hayalden’
ibaret olduğunu görmek mümkün. Bu düşünceden yola çıkarak; hayal kurmanın
önemini vurgularken, hayallerin ne oranlarda ve hangi durumlarda
gerçekleşebileceğini araştırmak ve gerçekleşebilecek hayalleri kurmaya teşvik
etmek programın başlıca amacıdır.
Bu amaçtan yola çıkarak, kişisel hayallerden (çocukluk,
eğitim, evlilik, iş kurma, kariyer, vs. gibi) toplumsal hayallere (edebiyat,
sanat, tıp, tekonolojik buluşların hayalleri) uzanan bir yelpazede insana dair
her türlü hayaller, programın konusunu oluşturmaktadır.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder