CEMAL A. KALYONCU -Aksiyon
Seneler ne kadar da çabuk geçiyor. Sekizinci Cumhurbaşkanı Turgut Özal vefat edince yerine geçen Süleyman Demirel'in de süresi doldu. Şimdi Ahmet Necdet Sezer yürütecek bu görevi.
Turgut Özal, DPT Müsteşarlığı'nın ardından kademe kademe yükselmiş ve devletin bir numaralı koltuğuna oturmuştu bilindiği gibi. Üstlendiği bütün bu görevlerini ifa ederken birçok kişiyi sevindirdiği gibi şüphesiz bir çok kişiyi de üzecekti Özal.
Özal'ın DPT Müsteşarlığı sırasında işten çıkaracağı birisi, kovularak işten çıkarılmayı içine sindiremeyecek ve uzun yıllar kin besleyecekti ona: "Gece gündüz çalıştığım bir yerdi. Artık idealim olmuştu Planlama'da çalışıp yükselmek. Turgut Özal tarafından kovuldum."
İlk başta oldukça şanssız bir olay gibi görünen hadise, ilerleyen yıllarda o kişinin önünü açacak ve o kişi Türkiye'de tanınmış bir gazeteci olup çıkacaktı. Bu kişi son zamanlarda basın kavgalarıyla tanınan Emin Çölaşan'dı. Çölaşan, 1965 haziranında girdiği DPT'de Sosyal Planlama Dairesi'nde çalışırken zamanın sol yayın yapan gazetesi Akşam'a, Ankara muhabiri Yavuz Donat aracılığıyla iki yazı gönderir: "İlk yazıyı gönderdim, ikinci sayfadan Emin Çölaşan, DPT Uzmanı imzasıyla çıktı. Bunun üzerine Yalçıntaş (Çölaşan'ın bağlı bulunduğu daire başkanı Nevzat Yalçıntaş'tı) beni odasına çağırdı. 'Emin Bey' dedi, 'Bunlar sosyalist kapitalistlerdir. Bir daha bunlara yazı falan göndermeyiniz.' Ardından ben hemen Yavuz Donat aracılığıyla haber gönderdim ve bir de telefon açtım: 'Bana kızdılar, sakın ikinci yazıyı yayınlamayın.' Aradan dörtbeş gün geçti bizim yazı yine ikinci sayfadan çıktı. Kocaman harflerle de 'bu yazının yazarı DPT'de görevlidir. Kişiliğine baskı yapıldığı için ismini açıklayamıyoruz' diye bir not. Biz duman olduk."
İki kalleşlik yapıyor
Çölaşan 27 yaşındadır ve işinden olmuştur: "Haksızlığa uğramıştım, biliyorum." Bunun üzerine, 196074 arasında Meteoroloji Genel Müdürlüğü yapmış babası Umran Çölaşan'a Nevzat Yalçıntaş'a gitmesini söyler Emin Bey: "Nevzat Bey, bakın bu çocuğu attınız. Bu bir leke. Bir bonservis verin, bundan sonra işe gireceği zaman onu kullansın hiç değilse." Nevzat Yalçıntaş kabul eder. Belirtilen tarihler arasında dairesinde çalışan Emin Çölaşan'ın kişiliğine güvenilir, çalışkan biri olduğuna dair bir belgeyi imzalayıp babasının eline verir. Çölaşan, daha sonra bu belgeyi Danıştay'da açacağı davaya ekleyerek kullanacaktır: "Biraz kalleşlik oldu. Hayatımda iki tane kalleşlik vardır. Biri buydu." Çölaşan kalleşlik yapmıştır Nevzat Hoca'ya karşı. İkinci 'kalleşliği'ni de kovulduktan bir süre sonra yapacaktır: "Planlama'dan kovulmuşum. Devrim gazetesinde (1971'de darbeyi çağıran yayınlar yapan ve başında Doğan Avcıoğlu'nun bulunduğu gazete) müstear isimle yazılar yazıyorum. Avcıoğlu, Hasan Cemal, Uluç (Gürkan) falan hepsi arkadaşımız. DPT'de Özal dönemi. DPT'de şöyle hırsızlıklar oluyor, Türkiye böyle soyuluyor diye bir bildiri hazırladım. Altına da DPT Uzmanları diye imza attım. Ertesi gün ikiüç gazetede 'Planlama uzmanları bildiri yayınladı' diye çıktı haber. Halbuki benim hazırladığım bildiriydi. İkinci kalleşliğim de bu. Güzel bir olay. İnsan yaptığı üçkağıtları açıklayabiliyorsa... Çünkü hepimiz yapmışızdır. İrili ufaklı birtakım sabıkalarımız vardır geçmişte. Allah başkasını vermesin."
İpe sapa gelmez işler
Danıştay işlemi iptal eder ama Çölaşan DPT'deki görevine dönemez. 12 Mart olur, Özal görevinden ayrılır. Ama Çölaşan DPT'deki görevine yine başlayamaz. Buradan ümidi kesen Çölaşan, Maliye Bakanlığı'nın Bütçe Mali Kontrol Genel Müdürlüğü'ne girer: "Ciddi bir iş yoktu. Laf ola beri gele çalışıp maaş alıyorduk." Ardından Ticaret Bakanlığı'na geçecek olan Emin Çölaşan, Şeref Durugönül'ün başında olduğu dairede ceketsiz ve kravatsız koridora çıkılamayacağı tarzındaki yasaklar karşısında ancak altı ay çalışabilir: "İpe sapa gelmez, saçma sapan işler yaptık orada. Yani sokaktaki adamı çağır, yarım saat öğret, yapsın o işi. DPT hariç bütün kamu kuruluşlarında aynı şey vardı."
Çölaşan bu sefer de Petkim'de çalışmaya başlar. Disk'e bağlı Petkim İş Sendikası adına mücadele vermektedirler. İkinci MC Hükümeti dönemidir ve karşılarında da Türkİş'e bağlı Petrolİş Sendikası vardır: "Biz gene o işin kavgasını vermeye başladık. Oradan da küt diye kovdular bizi." Tarih, 1976'nın kasım ayıdır.
Çölaşan, bu arada ilki 1972'de olmak üzere iki defa Karacan Yazı Yarışmasına katılmıştır. İkincisine katılma tarihi 1974'tür. Arkadaşı İcen Börtücene ile birlikte, AP'nin Uygulamadığı Danıştay Kararları ile 1973 Seçimleri ve Bürokrasi konulu iki araştırmaröportajla yarışmaya katılan Çölaşan ikisinde de birinci olmuştur.
Aile Girit'e gidiyor
Yukarıda da söylediğim gibi 196074 yılları arasında Meteoroloji Genel Müdürlüğü yapmış Umran Çölaşan'ın oğlu olan Emin Çölaşan'ın dedeleri de, Girit'i alınca Osmanlı idarecileri tarafından Konya'dan buraya gönderilmiş bir ailedir: "Aile Giritli olduğu için, babam pek iyi değil de babaannem, halalarım çok iyi Rumca konuşurlardı. Hatta biz anlamayalım diye aralarında Rumca konuştuklarına çok sık tanık olurduk. O şey kültürü egemendi ama. Bunlar öz be öz TürkMüslüman insanlardı." Çölaşan'ın dedesi Veteriner Albay Emin Bey ise İttihat Terakki'ye mensup birisidir. Emin Bey, bu yüzden İkinci Abdülhamit tarafından Fizan'a (bugünkü Libya'da Büyük Sahra'nın göbeğinde bir yer) sürülür. Burada sekiz yıl esir ya da hapis kalan Emin Bey, aynı zamanda bir tarikat mensubudur: "Dedem son derece dindar bir adamdı. Mesela Seyit Hüsamettin Öztürk Hazretleri'nin müritlerinden biriydi. Fizan veya o civarlarda da Abdüsselam Esmer Hazretleri'nin müritlerindendi. Ama bu müslümanlık hiç bir zaman yobazlık boyutuna varmamıştır. O yüzden biz küçükken Müslümanlığın en güzelini yaşadık ailemizle birlikte. Uygar, tam bugünkü laik Müslümanlık." Albay Emin Bey, İkinci Meşrutiyet'le gelen genel afla vatana dönüş yapabilecektir ancak. Girit elden çıkmak üzere iken tekrar Anadolu'ya dönüş yapmış olan aile Kirmastı'ya (Bursa'nın bugünkü Mustafa Kemal Paşa ilçesi) yerleşmiştir. Ardından gidilen İzmir'de Yunan işgalini yaşarlar.
Cindoruk'la kuzen
Dede Emin Bey'in Edibe Hanım'la evliliğinden dört çocukları olur. Küskün siyasetçi Hüsamettin Cindoruk'un da annesi olan Ganimet Cindoruk ailenin en büyük çocuğudur. Çölaşan'ın babası Umran Bey, ikinci sıradadır. Siret Atasoy ve Necdet Hanım ailenin diğer çocuklarıdır. Umran Çölaşan'ın, ablası Ganimet Hanım'ın okul arkadaşının yeğeni ile tanışıp evlenmelerine vesile olacağı Türkan (İnce) Hanım'dan iki çocuğu gelir dünyaya. 14 Mart 1942'de doğacak ilk çocuklarına baba dedesinin ismi olan Emin verilir. Bundan dört yıl sonra doğacak ikinci çocuğa da anne tarafından dedesinin ismi olan Refik (Bugün Dünya Bankası'na tarımsal projeler yapmaktadır) ismi yakıştırılır.
Türkan Hanım, Refik Şevket İnce'nin üç çocuğundan (diğerleri Sevim Toral, Coşkun İnce) biridir. Selanik Hukuk Mektebi'nden mezun, Balkan Harbi gazisi, Sakallı Nurettin Paşa'nın emir subayı veya yaverliğini yapmış olan Refik Şevket İnce, 1920'deki ilk TBBM'ye de Saruhan (Manisa) mebusu olarak girer. 1921'de Atatürk'ün Adalet Bakanı olan İnce, bu arada Kastamonu İstiklal Mahkemesi Üye ve Başkanlığı'nda da bulunur. Refik Şevket İnce, uzun yıllar daha Meclis'te milletvekili olarak bulunur. 1950'de ise saf değiştirerek DP'den Meclis'e girer. DP'nin ilk Savunma Bakanı olur, devlet bakanlığı yapar. 1954'teki seçimlere girmez ve 1955'te de vefat eder.
İşte böyle bir aileden gelen Emin Çölaşan Ankara'da geçirir çocukluğunu: "Ankara Adakale Sokak'ta, kömür sobalı evde büyüdük. Bir memur ailesi. Babamın memur maaşı ile rahat geçiniyorduk. Annem anlatırdı, annemin babası bir miktar yardım edermiş bize, süt parası diye." Bakan olan dedesini ziyarete gelen Celal Bayar gibi isimlerle birebir olmasa da tanışır Çölaşan. 1948'de Ankara'daki Mimar Kemal İlkokulu'na başlar. Dördüncü sınıfı bir yıllığına gidecekleri İzmir'deki Ankara İlkokulu'nda okur. Diploması ise yine Ankara'daki bir okul olan Sarar İlkokulu'ndan olacaktır. Ardından Ankara Koleji'ne kaydolur (Bugünkü TED): "Ben hayatımda iyi öğrenci de olmadım, kötü de. Kafamda çelişkili şeyler düşünürdüm. Hariciyeci olayım, doktor olayım, mühendis olayım diye." Çölaşan'ın buradan iki ünlü arkadaşı olur: Selim Edes ve Esen Ünür. (Çölaşan, Uğur Mumcu ile de 1955'te oturdukları Ankara Bahçeli'den mahalle arkadaşlığı yaparak tanışmıştır.) Sonrasında üniversite eğitimini, bir aile dostunun tavsiyesi ile o yıllarda yeni kurulmuş olan ODTÜ'den almaya karar verir. İdari ilimler okur. Burada solun içinde bulunur: "Marksis, sosyalist değil, sosyal demokrat bir çizgide, daha milliyetçi bir sol. Bugünkü DSP onun yozlaşmışıdır."
'Özal'a büyük kin duydum'
Fizik, kimya ve matematiğe sempati duymayan Çölaşan'ın ODTÜ'de matematik hocası, onun daha sonraki yıllarda karşısına sürekli çıkacak olan birisidir. Onun gibi matematiği sevmeyen arkadaşları geçebilmek için bir plan yaparlar. Buna göre, sınav sırasında dışarıdaki arkadaşları, soruları cevaplanmış kağıtları pencereden Çölaşan'a verecektir. Ama hoca, adeta bu planın işlememesi için farkında olmadan elinden geleni yapar. Bir kargaşa anında boş kağıtlarla, doğru cevapların verildiği kağıtları değiştirebilme imkanı bulan Çölaşan ve arkadaşları, iyi not alırlar ama hocanın da şüphesini çekerler. Bu olay, daha sonraki karşılaşmalarında hep bir muamma olarak gündeme gelecektir ikili arasında.
Hocanın ismi Turgut Özal'dır. Özal, Çölaşan'ın evini arayarak ertesi gün onu makamına çağırır. Kopya çekmekle suçlamaktadır onu. Dolayısıyla Çölaşan'ın Özal'la zıtlaşması, DPT'den daha öncesine rastlamaktadır. İşte bunlardan dolayı Emin Çölaşan, Turgut Özal'a kin duymaktadır: "Tabii kovulduktan sonra çok büyük kin duydum." Çölaşan, bu kinini saklamaz, açığa vurmaktan da çekinmez. Uzun yıllar; 24 Ocak Kararları'nı hazırladıktan sonra da, Bülent Ulusu Hükümeti'nde başbakan yardımcısı iken ve 1983'te başbakan olduktan sonra da 'Benim tanıdığım kadarı ile kinci bir adam değildi. Kin tutmazdı. Daha doğrusu birisi işine yarayacaksa Emin Çölaşan işine yarayacaksa onun hesabını yapardı. Akıllı davranırdı' dediği Özal'a duyduğu kini eksilmez, sadece boyut değiştirir: "Türkiye'nin başına geçtikten sonra o kinim ve nefretim bir anlamda yine artış gösterdi. Bundan sonra sevgisizliğim Türkiye için yaptığı yanlışlardan kaynaklandı."
Özal, Çölaşan için de şanstır
Bütün bunları alt alta koyduğumuzda Özal, Çölaşan'ın hayatına yön veren kişi olmuştur adeta. Çölaşan'ı bugünkü Çölaşan yapan, olmaya iten Özal'dır. DPT'den uzaklaştırılması ile hayalleri değişime uğrayan Çölaşan, hem rekor sayılabilecek 300 bin satan bir kitabın (Turgut Nereden Koşuyor?) yazarı olacak hem de bugünkü konumuna ulaşmış bir gazeteci olacaktır. Özal, Çölaşan için de bir şanstır aslında: "Şimdi baktığım zaman bir yerde öyleydi. Yani şanstı. Hem şanstı hem şanssızlıktı."
Özal'ın Çölaşan'a bir etkisi daha vardır. O da daha sonra evleneceği, Emekli Yarbay Mahmut Tuğcu'nun kızı Tansel Hanım'la tanışmasına dolaylı da olsa vesile olmasıdır. DPT'den uzaklaştırılan Çölaşan'ın Danıştay'a dava açması, orada çalışan Tansel Hanım'la tanışmasını sağlayacaktır. Bu tanışıklık 1972'de evliliğe dönüşür.
1972 ve 1974'te Karacan Yazı Yarışmaları'nda birinci olan Çölaşan, 1976 sonunda Petkim'den de kovulunca, daha önce elinden iki defa ödül aldığı Abdi İpekçi'ye Orhan Tokatlı aracılığıyla gazetecilik yapmak istediğini bildirir: "35 yaşında idim, muhabirlikle başlıyorum ve elim ayağım titriyor." Bir süre sonra Milliyet'in birinci sayfasından imzalı haberleri de çıkmaya başlar. Birinci sayfadan imzalı ilk haberi, Konya'da Onsun ailesinin kendilerine türbe yaptırması ile ilgilidir: "Kafayı çalıştırdık. Bir ay sonra öğrendim ki gazetecilik öyle benim büyüttüğüm kadar zor bir olay değil. Yani ne yazsan gidiyor." Çölaşan'ın, doğma büyüme Ankaralı olmasının sağladığı çevrenin yanında gece gündüz çalışması da işinde parlamasına yol açar. Sonra Milliyet'te Çetin Emeç devri başlar. Ankara'da da Cüneyt Arcayürek istihbarat şefi olmuştur. Milliyet karışık bir dönem geçirir. Derken Çetin Emeç, Abdi İpekçi'nin Pazar Sohbetleri'ni devam ettirmesi için Çölaşan'a teklif eder. 1985'te Erol Simavi'nin çağrısı ile Hürriyet'e geçer. 1989'a gelindiğinde ise Çölaşan, Çetin Emeç'e bir teklif götürür: "Pazar sohbetleri beni artık kesmiyor. Köşe yazısı yazmak istiyorum. Ben Çetin Bey, otur oturduğun yerde diyecek zannediyordum. Ama o iyi olur dedi. Böylece başladık."
Kavgaların çoğu Mehmet'lerle
Böylece daha rahat kavga edebilmesini sağlayacak 'köşe yazarı' olan Çölaşan, yazılarındaki kavgaları yüzünden kamuoyu tarafından 'kavgacı' birisi olarak tanınacaktır: "Kavgacı şeyini çok insandan duyarım. Yazılarımda kavgacıyımdır ama özel yaşamımda tam tersidir. Özelimde gerilimsiz, sakin yaşayan bir insanımdır." Kavgalarını daha çok isminde Mehmet geçen gazetecilerle yapar Çölaşan. Mehmet Altan, Mehmet Ali Birand, Mehmet Barlas ve Mehmet Ali Ilıcak basın kavgası yaptığı kişilerdir: "Bir sürü Mehmet var bunlarda. Şimdi fark ettim." (İlave olarak Akit'in birçok yazarı ile de kavgalıdır Çölaşan.) Kavga ettiği kişiler açısından Turgut Özal gibi, isminde Mehmet bulunmayan bir istisna daha vardır Çölaşan için: Fehmi Koru. ÇölaşanKoru düellosunda en son tartışma konusu 'sansür'dür. Emin Çölaşan 26 Kasım 1996'da, gazetesi Hürriyet'teki köşesinde bir yazı yazar: "...Eğer gazetemin benim yazılarımdan, cümlelerimden ve hatta sözcüklerimden birine sansür uyguladığını kanıtlarsa, kanıtlamanın da ötesinde bir tek belirtisini gösterirse, ben bu mesleği o gün bırakırım." Yazının devamı da vardır: "Çünkü onurlu ve şerefli bir gazeteci, yazısındaki her sözcüğün sahibidir. Bir tek satırına sansür uygulanması bile, onun derhal istifa etmesini gerektirir. (...) Eğer basında yazılarının sansür edilmesini kabul edip içine sindiren 'köşe yazarları' varsa (!) onlar zaten haysiyetsizdir."
Ve Hürriyet yetkilileri Emin Çölaşan'ın yazısından üç satırı çıkarır: "Mesut Yılmaz'la ilgili üç cümleyi atmışlar. Bunun farkına varmayabilirdim de, çünkü taşra baskısında aynen duruyordu yazı. Beni uyandırdı birileri. Onun üzerine ben ertesi güne yazı yazmadım." Çölaşan, istifa etmeden yazı yazmayarak tepkisini koyar ortaya: "Ardından gazeteden bana telefon açıldı. 'Arkadaş doğrudur. Bu bizim hatamızdır. Özür diliyoruz, bir daha da böyle bir şey olmayacaktır.' Hakikaten ilk defa oluyordu benim köşe yazıma müdahale. Her gazetecinin başına gelen bir olaydır. Yahut Türkiye'de ilk defa ben yaşamadım böyle bir hadiseyi. Dolayısıyla bunu böyle polemik konusu yapmak tabii Fehmi Koru'nun hakkıdır. Yapmıştır da."
Çocuğu bulunmayan, Gazeteciler Cemiyeti dışında bir yere üye olmayan, takım tutmayan, arabesk hariç her tür müziği ve bahçe işleriyle uğraşmayı seven Çölaşan'ın bir hobisi de 'kuş' beslemektir: "Örsan Öymen, küçük kuş mu bir şey derdi. Öylece bir kere yazdık tuttu. Binlerce insan sordu, kimdir, kaç yaşında, kadın mı, erkek mi? diye. Herkes zannediyor ki Minik Kuş, bir kişidir veya vardır. Minik Kuş, bir simge idi."
Hürriyet'teki yazılarına devam eden Çölaşan, artık sürekli kuş beslemiyor.
email:ckalyoncu@hotmail.com
Seneler ne kadar da çabuk geçiyor. Sekizinci Cumhurbaşkanı Turgut Özal vefat edince yerine geçen Süleyman Demirel'in de süresi doldu. Şimdi Ahmet Necdet Sezer yürütecek bu görevi.
Turgut Özal, DPT Müsteşarlığı'nın ardından kademe kademe yükselmiş ve devletin bir numaralı koltuğuna oturmuştu bilindiği gibi. Üstlendiği bütün bu görevlerini ifa ederken birçok kişiyi sevindirdiği gibi şüphesiz bir çok kişiyi de üzecekti Özal.
Özal'ın DPT Müsteşarlığı sırasında işten çıkaracağı birisi, kovularak işten çıkarılmayı içine sindiremeyecek ve uzun yıllar kin besleyecekti ona: "Gece gündüz çalıştığım bir yerdi. Artık idealim olmuştu Planlama'da çalışıp yükselmek. Turgut Özal tarafından kovuldum."
İlk başta oldukça şanssız bir olay gibi görünen hadise, ilerleyen yıllarda o kişinin önünü açacak ve o kişi Türkiye'de tanınmış bir gazeteci olup çıkacaktı. Bu kişi son zamanlarda basın kavgalarıyla tanınan Emin Çölaşan'dı. Çölaşan, 1965 haziranında girdiği DPT'de Sosyal Planlama Dairesi'nde çalışırken zamanın sol yayın yapan gazetesi Akşam'a, Ankara muhabiri Yavuz Donat aracılığıyla iki yazı gönderir: "İlk yazıyı gönderdim, ikinci sayfadan Emin Çölaşan, DPT Uzmanı imzasıyla çıktı. Bunun üzerine Yalçıntaş (Çölaşan'ın bağlı bulunduğu daire başkanı Nevzat Yalçıntaş'tı) beni odasına çağırdı. 'Emin Bey' dedi, 'Bunlar sosyalist kapitalistlerdir. Bir daha bunlara yazı falan göndermeyiniz.' Ardından ben hemen Yavuz Donat aracılığıyla haber gönderdim ve bir de telefon açtım: 'Bana kızdılar, sakın ikinci yazıyı yayınlamayın.' Aradan dörtbeş gün geçti bizim yazı yine ikinci sayfadan çıktı. Kocaman harflerle de 'bu yazının yazarı DPT'de görevlidir. Kişiliğine baskı yapıldığı için ismini açıklayamıyoruz' diye bir not. Biz duman olduk."
İki kalleşlik yapıyor
Çölaşan 27 yaşındadır ve işinden olmuştur: "Haksızlığa uğramıştım, biliyorum." Bunun üzerine, 196074 arasında Meteoroloji Genel Müdürlüğü yapmış babası Umran Çölaşan'a Nevzat Yalçıntaş'a gitmesini söyler Emin Bey: "Nevzat Bey, bakın bu çocuğu attınız. Bu bir leke. Bir bonservis verin, bundan sonra işe gireceği zaman onu kullansın hiç değilse." Nevzat Yalçıntaş kabul eder. Belirtilen tarihler arasında dairesinde çalışan Emin Çölaşan'ın kişiliğine güvenilir, çalışkan biri olduğuna dair bir belgeyi imzalayıp babasının eline verir. Çölaşan, daha sonra bu belgeyi Danıştay'da açacağı davaya ekleyerek kullanacaktır: "Biraz kalleşlik oldu. Hayatımda iki tane kalleşlik vardır. Biri buydu." Çölaşan kalleşlik yapmıştır Nevzat Hoca'ya karşı. İkinci 'kalleşliği'ni de kovulduktan bir süre sonra yapacaktır: "Planlama'dan kovulmuşum. Devrim gazetesinde (1971'de darbeyi çağıran yayınlar yapan ve başında Doğan Avcıoğlu'nun bulunduğu gazete) müstear isimle yazılar yazıyorum. Avcıoğlu, Hasan Cemal, Uluç (Gürkan) falan hepsi arkadaşımız. DPT'de Özal dönemi. DPT'de şöyle hırsızlıklar oluyor, Türkiye böyle soyuluyor diye bir bildiri hazırladım. Altına da DPT Uzmanları diye imza attım. Ertesi gün ikiüç gazetede 'Planlama uzmanları bildiri yayınladı' diye çıktı haber. Halbuki benim hazırladığım bildiriydi. İkinci kalleşliğim de bu. Güzel bir olay. İnsan yaptığı üçkağıtları açıklayabiliyorsa... Çünkü hepimiz yapmışızdır. İrili ufaklı birtakım sabıkalarımız vardır geçmişte. Allah başkasını vermesin."
İpe sapa gelmez işler
Danıştay işlemi iptal eder ama Çölaşan DPT'deki görevine dönemez. 12 Mart olur, Özal görevinden ayrılır. Ama Çölaşan DPT'deki görevine yine başlayamaz. Buradan ümidi kesen Çölaşan, Maliye Bakanlığı'nın Bütçe Mali Kontrol Genel Müdürlüğü'ne girer: "Ciddi bir iş yoktu. Laf ola beri gele çalışıp maaş alıyorduk." Ardından Ticaret Bakanlığı'na geçecek olan Emin Çölaşan, Şeref Durugönül'ün başında olduğu dairede ceketsiz ve kravatsız koridora çıkılamayacağı tarzındaki yasaklar karşısında ancak altı ay çalışabilir: "İpe sapa gelmez, saçma sapan işler yaptık orada. Yani sokaktaki adamı çağır, yarım saat öğret, yapsın o işi. DPT hariç bütün kamu kuruluşlarında aynı şey vardı."
Çölaşan bu sefer de Petkim'de çalışmaya başlar. Disk'e bağlı Petkim İş Sendikası adına mücadele vermektedirler. İkinci MC Hükümeti dönemidir ve karşılarında da Türkİş'e bağlı Petrolİş Sendikası vardır: "Biz gene o işin kavgasını vermeye başladık. Oradan da küt diye kovdular bizi." Tarih, 1976'nın kasım ayıdır.
Çölaşan, bu arada ilki 1972'de olmak üzere iki defa Karacan Yazı Yarışmasına katılmıştır. İkincisine katılma tarihi 1974'tür. Arkadaşı İcen Börtücene ile birlikte, AP'nin Uygulamadığı Danıştay Kararları ile 1973 Seçimleri ve Bürokrasi konulu iki araştırmaröportajla yarışmaya katılan Çölaşan ikisinde de birinci olmuştur.
Aile Girit'e gidiyor
Yukarıda da söylediğim gibi 196074 yılları arasında Meteoroloji Genel Müdürlüğü yapmış Umran Çölaşan'ın oğlu olan Emin Çölaşan'ın dedeleri de, Girit'i alınca Osmanlı idarecileri tarafından Konya'dan buraya gönderilmiş bir ailedir: "Aile Giritli olduğu için, babam pek iyi değil de babaannem, halalarım çok iyi Rumca konuşurlardı. Hatta biz anlamayalım diye aralarında Rumca konuştuklarına çok sık tanık olurduk. O şey kültürü egemendi ama. Bunlar öz be öz TürkMüslüman insanlardı." Çölaşan'ın dedesi Veteriner Albay Emin Bey ise İttihat Terakki'ye mensup birisidir. Emin Bey, bu yüzden İkinci Abdülhamit tarafından Fizan'a (bugünkü Libya'da Büyük Sahra'nın göbeğinde bir yer) sürülür. Burada sekiz yıl esir ya da hapis kalan Emin Bey, aynı zamanda bir tarikat mensubudur: "Dedem son derece dindar bir adamdı. Mesela Seyit Hüsamettin Öztürk Hazretleri'nin müritlerinden biriydi. Fizan veya o civarlarda da Abdüsselam Esmer Hazretleri'nin müritlerindendi. Ama bu müslümanlık hiç bir zaman yobazlık boyutuna varmamıştır. O yüzden biz küçükken Müslümanlığın en güzelini yaşadık ailemizle birlikte. Uygar, tam bugünkü laik Müslümanlık." Albay Emin Bey, İkinci Meşrutiyet'le gelen genel afla vatana dönüş yapabilecektir ancak. Girit elden çıkmak üzere iken tekrar Anadolu'ya dönüş yapmış olan aile Kirmastı'ya (Bursa'nın bugünkü Mustafa Kemal Paşa ilçesi) yerleşmiştir. Ardından gidilen İzmir'de Yunan işgalini yaşarlar.
Cindoruk'la kuzen
Dede Emin Bey'in Edibe Hanım'la evliliğinden dört çocukları olur. Küskün siyasetçi Hüsamettin Cindoruk'un da annesi olan Ganimet Cindoruk ailenin en büyük çocuğudur. Çölaşan'ın babası Umran Bey, ikinci sıradadır. Siret Atasoy ve Necdet Hanım ailenin diğer çocuklarıdır. Umran Çölaşan'ın, ablası Ganimet Hanım'ın okul arkadaşının yeğeni ile tanışıp evlenmelerine vesile olacağı Türkan (İnce) Hanım'dan iki çocuğu gelir dünyaya. 14 Mart 1942'de doğacak ilk çocuklarına baba dedesinin ismi olan Emin verilir. Bundan dört yıl sonra doğacak ikinci çocuğa da anne tarafından dedesinin ismi olan Refik (Bugün Dünya Bankası'na tarımsal projeler yapmaktadır) ismi yakıştırılır.
Türkan Hanım, Refik Şevket İnce'nin üç çocuğundan (diğerleri Sevim Toral, Coşkun İnce) biridir. Selanik Hukuk Mektebi'nden mezun, Balkan Harbi gazisi, Sakallı Nurettin Paşa'nın emir subayı veya yaverliğini yapmış olan Refik Şevket İnce, 1920'deki ilk TBBM'ye de Saruhan (Manisa) mebusu olarak girer. 1921'de Atatürk'ün Adalet Bakanı olan İnce, bu arada Kastamonu İstiklal Mahkemesi Üye ve Başkanlığı'nda da bulunur. Refik Şevket İnce, uzun yıllar daha Meclis'te milletvekili olarak bulunur. 1950'de ise saf değiştirerek DP'den Meclis'e girer. DP'nin ilk Savunma Bakanı olur, devlet bakanlığı yapar. 1954'teki seçimlere girmez ve 1955'te de vefat eder.
İşte böyle bir aileden gelen Emin Çölaşan Ankara'da geçirir çocukluğunu: "Ankara Adakale Sokak'ta, kömür sobalı evde büyüdük. Bir memur ailesi. Babamın memur maaşı ile rahat geçiniyorduk. Annem anlatırdı, annemin babası bir miktar yardım edermiş bize, süt parası diye." Bakan olan dedesini ziyarete gelen Celal Bayar gibi isimlerle birebir olmasa da tanışır Çölaşan. 1948'de Ankara'daki Mimar Kemal İlkokulu'na başlar. Dördüncü sınıfı bir yıllığına gidecekleri İzmir'deki Ankara İlkokulu'nda okur. Diploması ise yine Ankara'daki bir okul olan Sarar İlkokulu'ndan olacaktır. Ardından Ankara Koleji'ne kaydolur (Bugünkü TED): "Ben hayatımda iyi öğrenci de olmadım, kötü de. Kafamda çelişkili şeyler düşünürdüm. Hariciyeci olayım, doktor olayım, mühendis olayım diye." Çölaşan'ın buradan iki ünlü arkadaşı olur: Selim Edes ve Esen Ünür. (Çölaşan, Uğur Mumcu ile de 1955'te oturdukları Ankara Bahçeli'den mahalle arkadaşlığı yaparak tanışmıştır.) Sonrasında üniversite eğitimini, bir aile dostunun tavsiyesi ile o yıllarda yeni kurulmuş olan ODTÜ'den almaya karar verir. İdari ilimler okur. Burada solun içinde bulunur: "Marksis, sosyalist değil, sosyal demokrat bir çizgide, daha milliyetçi bir sol. Bugünkü DSP onun yozlaşmışıdır."
'Özal'a büyük kin duydum'
Fizik, kimya ve matematiğe sempati duymayan Çölaşan'ın ODTÜ'de matematik hocası, onun daha sonraki yıllarda karşısına sürekli çıkacak olan birisidir. Onun gibi matematiği sevmeyen arkadaşları geçebilmek için bir plan yaparlar. Buna göre, sınav sırasında dışarıdaki arkadaşları, soruları cevaplanmış kağıtları pencereden Çölaşan'a verecektir. Ama hoca, adeta bu planın işlememesi için farkında olmadan elinden geleni yapar. Bir kargaşa anında boş kağıtlarla, doğru cevapların verildiği kağıtları değiştirebilme imkanı bulan Çölaşan ve arkadaşları, iyi not alırlar ama hocanın da şüphesini çekerler. Bu olay, daha sonraki karşılaşmalarında hep bir muamma olarak gündeme gelecektir ikili arasında.
Hocanın ismi Turgut Özal'dır. Özal, Çölaşan'ın evini arayarak ertesi gün onu makamına çağırır. Kopya çekmekle suçlamaktadır onu. Dolayısıyla Çölaşan'ın Özal'la zıtlaşması, DPT'den daha öncesine rastlamaktadır. İşte bunlardan dolayı Emin Çölaşan, Turgut Özal'a kin duymaktadır: "Tabii kovulduktan sonra çok büyük kin duydum." Çölaşan, bu kinini saklamaz, açığa vurmaktan da çekinmez. Uzun yıllar; 24 Ocak Kararları'nı hazırladıktan sonra da, Bülent Ulusu Hükümeti'nde başbakan yardımcısı iken ve 1983'te başbakan olduktan sonra da 'Benim tanıdığım kadarı ile kinci bir adam değildi. Kin tutmazdı. Daha doğrusu birisi işine yarayacaksa Emin Çölaşan işine yarayacaksa onun hesabını yapardı. Akıllı davranırdı' dediği Özal'a duyduğu kini eksilmez, sadece boyut değiştirir: "Türkiye'nin başına geçtikten sonra o kinim ve nefretim bir anlamda yine artış gösterdi. Bundan sonra sevgisizliğim Türkiye için yaptığı yanlışlardan kaynaklandı."
Özal, Çölaşan için de şanstır
Bütün bunları alt alta koyduğumuzda Özal, Çölaşan'ın hayatına yön veren kişi olmuştur adeta. Çölaşan'ı bugünkü Çölaşan yapan, olmaya iten Özal'dır. DPT'den uzaklaştırılması ile hayalleri değişime uğrayan Çölaşan, hem rekor sayılabilecek 300 bin satan bir kitabın (Turgut Nereden Koşuyor?) yazarı olacak hem de bugünkü konumuna ulaşmış bir gazeteci olacaktır. Özal, Çölaşan için de bir şanstır aslında: "Şimdi baktığım zaman bir yerde öyleydi. Yani şanstı. Hem şanstı hem şanssızlıktı."
Özal'ın Çölaşan'a bir etkisi daha vardır. O da daha sonra evleneceği, Emekli Yarbay Mahmut Tuğcu'nun kızı Tansel Hanım'la tanışmasına dolaylı da olsa vesile olmasıdır. DPT'den uzaklaştırılan Çölaşan'ın Danıştay'a dava açması, orada çalışan Tansel Hanım'la tanışmasını sağlayacaktır. Bu tanışıklık 1972'de evliliğe dönüşür.
1972 ve 1974'te Karacan Yazı Yarışmaları'nda birinci olan Çölaşan, 1976 sonunda Petkim'den de kovulunca, daha önce elinden iki defa ödül aldığı Abdi İpekçi'ye Orhan Tokatlı aracılığıyla gazetecilik yapmak istediğini bildirir: "35 yaşında idim, muhabirlikle başlıyorum ve elim ayağım titriyor." Bir süre sonra Milliyet'in birinci sayfasından imzalı haberleri de çıkmaya başlar. Birinci sayfadan imzalı ilk haberi, Konya'da Onsun ailesinin kendilerine türbe yaptırması ile ilgilidir: "Kafayı çalıştırdık. Bir ay sonra öğrendim ki gazetecilik öyle benim büyüttüğüm kadar zor bir olay değil. Yani ne yazsan gidiyor." Çölaşan'ın, doğma büyüme Ankaralı olmasının sağladığı çevrenin yanında gece gündüz çalışması da işinde parlamasına yol açar. Sonra Milliyet'te Çetin Emeç devri başlar. Ankara'da da Cüneyt Arcayürek istihbarat şefi olmuştur. Milliyet karışık bir dönem geçirir. Derken Çetin Emeç, Abdi İpekçi'nin Pazar Sohbetleri'ni devam ettirmesi için Çölaşan'a teklif eder. 1985'te Erol Simavi'nin çağrısı ile Hürriyet'e geçer. 1989'a gelindiğinde ise Çölaşan, Çetin Emeç'e bir teklif götürür: "Pazar sohbetleri beni artık kesmiyor. Köşe yazısı yazmak istiyorum. Ben Çetin Bey, otur oturduğun yerde diyecek zannediyordum. Ama o iyi olur dedi. Böylece başladık."
Kavgaların çoğu Mehmet'lerle
Böylece daha rahat kavga edebilmesini sağlayacak 'köşe yazarı' olan Çölaşan, yazılarındaki kavgaları yüzünden kamuoyu tarafından 'kavgacı' birisi olarak tanınacaktır: "Kavgacı şeyini çok insandan duyarım. Yazılarımda kavgacıyımdır ama özel yaşamımda tam tersidir. Özelimde gerilimsiz, sakin yaşayan bir insanımdır." Kavgalarını daha çok isminde Mehmet geçen gazetecilerle yapar Çölaşan. Mehmet Altan, Mehmet Ali Birand, Mehmet Barlas ve Mehmet Ali Ilıcak basın kavgası yaptığı kişilerdir: "Bir sürü Mehmet var bunlarda. Şimdi fark ettim." (İlave olarak Akit'in birçok yazarı ile de kavgalıdır Çölaşan.) Kavga ettiği kişiler açısından Turgut Özal gibi, isminde Mehmet bulunmayan bir istisna daha vardır Çölaşan için: Fehmi Koru. ÇölaşanKoru düellosunda en son tartışma konusu 'sansür'dür. Emin Çölaşan 26 Kasım 1996'da, gazetesi Hürriyet'teki köşesinde bir yazı yazar: "...Eğer gazetemin benim yazılarımdan, cümlelerimden ve hatta sözcüklerimden birine sansür uyguladığını kanıtlarsa, kanıtlamanın da ötesinde bir tek belirtisini gösterirse, ben bu mesleği o gün bırakırım." Yazının devamı da vardır: "Çünkü onurlu ve şerefli bir gazeteci, yazısındaki her sözcüğün sahibidir. Bir tek satırına sansür uygulanması bile, onun derhal istifa etmesini gerektirir. (...) Eğer basında yazılarının sansür edilmesini kabul edip içine sindiren 'köşe yazarları' varsa (!) onlar zaten haysiyetsizdir."
Ve Hürriyet yetkilileri Emin Çölaşan'ın yazısından üç satırı çıkarır: "Mesut Yılmaz'la ilgili üç cümleyi atmışlar. Bunun farkına varmayabilirdim de, çünkü taşra baskısında aynen duruyordu yazı. Beni uyandırdı birileri. Onun üzerine ben ertesi güne yazı yazmadım." Çölaşan, istifa etmeden yazı yazmayarak tepkisini koyar ortaya: "Ardından gazeteden bana telefon açıldı. 'Arkadaş doğrudur. Bu bizim hatamızdır. Özür diliyoruz, bir daha da böyle bir şey olmayacaktır.' Hakikaten ilk defa oluyordu benim köşe yazıma müdahale. Her gazetecinin başına gelen bir olaydır. Yahut Türkiye'de ilk defa ben yaşamadım böyle bir hadiseyi. Dolayısıyla bunu böyle polemik konusu yapmak tabii Fehmi Koru'nun hakkıdır. Yapmıştır da."
Çocuğu bulunmayan, Gazeteciler Cemiyeti dışında bir yere üye olmayan, takım tutmayan, arabesk hariç her tür müziği ve bahçe işleriyle uğraşmayı seven Çölaşan'ın bir hobisi de 'kuş' beslemektir: "Örsan Öymen, küçük kuş mu bir şey derdi. Öylece bir kere yazdık tuttu. Binlerce insan sordu, kimdir, kaç yaşında, kadın mı, erkek mi? diye. Herkes zannediyor ki Minik Kuş, bir kişidir veya vardır. Minik Kuş, bir simge idi."
Hürriyet'teki yazılarına devam eden Çölaşan, artık sürekli kuş beslemiyor.
email:ckalyoncu@hotmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder