Türkiye'nin en çok okunan, en çok izlenen ve en etkili 33 gazetecisi bir kitaba konu oldu. Bir başka gazeteci, Hakan Akpınar, Ümit Yayıncılık'tan çıkan kitabında‘‘Nasıl Gazeteci Oldular?‘‘ sorusuna yanıt ararken ortaya ilginç anıları döküldü. Biz de en ilginçlerini özetledik. Devamı Hakan Akpınar'ın kitabında.
KİTABIN YAZARI GAZETECİ HAKAN AKPINAR
Çok zorluk çektim
Kitabı yazmak için harcadığım 1,5 yıl bana 15 yıl gibi
geldi. Bazı gazeteciler yüzünden büyük sıkıntı çektim. Cüneyt Arcayürek iki
görüşmede yaşadıklarını anlattı ama kendisi ile ilgili bazı bölümleri
beğenmeyince yayınevini arayarak kitapta yer almak istemediğini söyledi. Ben de
onu çıkardım. Mehmet Barlas da geçmişi ile bugünü arasında kıyaslama yapmam
üzerine ‘‘Ben bu kitapta yer almak istemiyorum'' dedi. Mehmet Ali Birand'ın
TRT'de faturalarda tahrifat yaptığı gerekçesiyle 11 ay 20 gün hapse mahkum
olduğunu koymuştum. O da bu bölümü sansür etmeye çalıştı. Oysa amacım birilerini
yargılamak değil sadece nasıl gazeteci olduklarını yazmaktı.
BEKİR COŞKUN (Hürriyet yazarı)
Talebe kanuniye Zeki Müren iş buldu
Hem üniversitede okuyor hem de geceleri pavyonda kanun
çalıyordu. Bir gece yarısından sonra Zeki Müren gazinodan içeri girdi. Benli
Macide sahnede şarkı söylüyordu. Ağır ve dertli bir şarkıydı bu; 'Bu çeşme
dertli çeşme, içecek tası yok; kırma insan kalbini yapacak ustası yok...'
Bütün enstrümanlar susmuş, yalnızca kanunun tellerinden
yayılan nağmeler duyuluyordu. Gazinoyu dertli bir hava sarmıştı. 'Talebe'
kanunu konuşturuyordu.
Program bitmişti. Müzisyenler soyunma odalarında
oturuyorlardı. garsonlardan biri içeri girdi; 'Talebe... Paşa seni istiyor.'
Zeki Müren, genç kanuni Bekir Coşkun'u yanına oturttu: 'Bak
oğlum. Ben seni çok sevdim. Tebrik ediyorum, yaptığın müzik hoşuma gitti. Çok
güzel ama sen burada yapamazsın. Benim seni burada bırakmaya gönlüm razı
olmadı. Senin burada kalman demek her türlü uyuşturucu, alkol ve kadının olduğu
bir yerde kalman demek. Ben şimdi burada sana ne olacağı endişesine düştüm.
Onun için sen şimdi burada kal ama ben sana güzel bir aile yeri ayarlayacağım.'
Zeki Müren iki gün sonra şoförüyle Bekir Coşkun'u pavyondan
aldırmış ve Güneypark Aile Gazinosu'nda iki kat ücretle işe başlatmıştı. (Sayfa
172)
FATİH ALTAYLI (Kanal D Haber Genel Yayın Yönetmeni, Hürriyet
yazarı)
Spor şefi burnu sürtsün diye özel otomobilini kullanmasını
men etti
O sırada stajyer muhabirdi. Gazeteye kimi zaman Chevrolet
Blazer, kimi zaman da lüks Oldsmobile marka otomobili ile gelirdi. Göreve
giderken gazetenin araçları yerine kendi otomobiline binmeyi tercih ediyordu.
Bu tavrı Yücelman'ın gözünden kaçmadı.
-Fatih Bağlarbaşı'nda bir yüzme yarışı var onu sen izle.
-Peki.
-Ama önce arabanı alıp buraya getir ve park et.
Bağlarbaşı'na vapurla gideceksin. Biraz burnun sürtsün.
Altaylı çok sinirlendi ama sesini çıkarmadı. Otomobilini
gazetenin önüne park ettikten sonra yağmur altında vapura binip, Bağlarbaşı'na
geçti. Döndüğünde yağmurdan bütün elbiseleri üzerine yapışmıştı. İliklerine
kadar ıslanmıştı. Daktilonun başına oturarak haberini yazdı. Haberini servise
koymak için yazı işlerine gittiğinde aldığı yanıt yüzünden donakalmıştı.
-Haberini koyamayız. Sayfada yer kalmadı...
(Sayfa 67-68)
NURCAN AKAD (Akşam, Genel Yayın Yönetmeni)
Birtakım silahlı adamlarla geldi
Bir gün İstanbul'daki yönetimin temsilcisi olduğu söylenen
biri geldi ve gazetenin (Güneş gazetesi) yönetimini benden devralmak istediğini
söyledi. O kişi, Fatih Altaylı idi. Yanında birtakım adamlar getirmişti.
Adamların silahları vardı. Fatih'e, 'Bu adamlarınızı buradan çıkarın. Buraya
silahla gelmeye gerek yok. Burada gerilla direnişi yok ki. Sonuç olarak
buradaki herkes gazeteci, işçi... Masumca oturuyorlar, sadece çalışmıyorlar'
dedim. 'Çok gençsiniz, umarım bu olay mesleki kariyerinizde kötü bir leke
olarak kalmaz...' (Sayfa55-56)
Aynı olay Fatih Altaylı'nın anlatımında da var.
(bkz sayfa 70)
SEDAT ERGİN (Hürriyet Ankara Temsilcisi)
Özal'ı kızdırdığı an
Özal, Bush'la yaptığı görüşmeye ilişkin bilgi verdikten
sonra toplantıyı izleyen Hürriyet gazetesi Washington Temsilcisi Sedat Ergin soru
sormak için elini kaldırdı.
- Sayın Cumhurbaşkanım, George Bush'a anlattığınız görüşleri
gelmeden önce hükümet ile koordine ettiniz mi?
Bu soru Özal'ın yumuşak karnıydı. Çünkü Başbakan Demirel ile
büyük bir yetki çatışması içindeydi. Çok sinirlendi. Sedat Ergin'e CNN'deki
görüşlerinden dolayı tepkiliydi. Öfkesini tutamadı ve azarlarcasına konuştu;
-Bu soruya cevap vermeyeceğim.
-Efendim, ben soru sorma hakkımı kullandım.
Özal iyice öfkelenmişti.
-Sen soru sorma hakkını kullanıyorsan, ben de cevap vermeme
hakkımı kulanıyorum.
Özal'ın kendisini paylarcasına konuşması canını çok
sıkmıştı. Basın toplantısının sonunda yine elini kaldırdı.
-Sayın Cumhurbaşkanım, benim soru sorma hakkım var, sizin de
cevap vermeme hakkınız var. Ama cevap vermeme hakkınız, karşınızdaki gazeteciye
hakaret etme hakkını size vermez.
(Sayfa 301)
ERTUĞRUL ÖZKÖK (Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni)
Beni protesto için yazıişleri toplantısını yok etmişlerdi
Yazıişleri toplantısına indim. Toplantı masasına oturduk.
Dört köşe bir masaydı. Fakat enteresan bir şey; masanın etrafında hiç kadın
yoktu. Bir baktım siyah bir çizgi dolaşıyor masada. Sonra bir dikkat ettim ki
hepimiz bıyıklıyız. 'Bu kadar bıyıklı adamdan ne çıkar Allah aşkına' diye
geçirdim içimden. Ertesi sabah saat tam 10,00'da sabah toplantısına gittim, ama
salona girdiğimde kimseyi bulamadım. ‘Herhalde erken geldim' diye düşündüm. 20
dakika bekledim yine kimse gelmedi. Odama çıktım, Seçkin Türesay'ı çağırdım.
‘Biz, bilgisayar kurslarına başladık. O yüzden sabah toplantısını kaldırdık'
dedi. Aslında bu bana karşı bir tepkiydi. Bigisayar kursu falan yoktu. Yayın
Koordinatörü olmama tepki gösterdikleri için toplantıları bile kaldırmışlardı.
(sayfa 359)
AYŞE ARMAN (Hürriyet yazarı)
Tabii ki ikinci şık doğruydu, ben deliyim
Televizyoncu olmak istiyordum. Telefonla Mehmet Ali Birand'ı
aradım. 'Nokta'dan arıyorum' dediğimde kendisiyle röportaj yapmak istediğimi
düşünerek bana randevu verdi. Trenle Brüksel'e yola çıktım. Oraya ulaşıp
telefon açtığımda 'Kusura bakmayın, Irak'ta sorun çıktı, benim gitmem
gerekiyor' dedi. Üzüntüden ölecektim. Neyse ki 'Ama biraz vaktim var, atlayın
gelin' dedi. Kapıyı açtığında karşısında bermuda giymiş, sırt çantalı,
kafasında Fas şapkası olan yaşı küçük bir kız duruyordu. Ben tabii.
Brüksel'e neden geldiğimi anlattım, 32'nci Gün'de çalışmak
istediğimi söyledim. Biraz güldükten sonra şunu söyledi: ‘‘Bir insanın bir iş
görüşmesi için bu yolu tepmesinin iki sebebi olabilir; ya bu işi çok istiyordur
ya da deli olması gerekir.'' Tabi ki ikinci şık doğruydu. 'Tamam o zaman'
diyerek beni 32'nci Gün programına aldı. (sayfa 87)
EMİN ÇÖLAŞAN (Hürriyet yazarı)
Kapı aralığında köşe yazarlığı istedi
Çetin Emeç Ankara'ya gelmişti. Merdivenin başında gördüm.
'Çetin Bey, ben size bir şey söylemek istiyorum' dedim. 'Bakın ben kitap
yazıyorum en az 50 bin satıyor. 'Turgut Nereden Koşuyor' yüz binler sattı.
Demek ki ben çok okunan biriyim. Artık köşe yazısı yazmak istiyorum. Bana bu
fırsatı verirseniz pişman olmazsınız. Çok iyi yazılar yazarım' diye kapı
aralığında söyledim. Epeyce bekledim. Sonunda onay çıkmış. İstanbul'dan yarım
ağızla başla bakalım demişlerdi. Aralık 1989'da köşe yazılarım başladı. (Sayfa
217)
HAKKI DEVRİM (Radikal yazarı)
Cihat Baban'dan son ders
Ustası Cihat Baban Hakkı Devrim'e sordu:
- Başmakaleleri niye hep amcam yazıyor. Sen yaz!
-Ağabey, Şükrü (Baban) Hoca ile Safa (Kılıçoğlu) Bey kafa
kafaya verip yazıyorlar. Ben onların düşündüklerini yazmak istemiyorum.
- Sen ne yazmak istersin?
- Ben kendi düşündüklerimi yazmak isterim.
- Baksana sen bana. Ben, sende biraz zeka var zannederdim.
Sen ne dediğinin farkında mısın? Safa Bey oraya bütün servetini bağlamış,
milyonlar yatırmış. Matbaalar, tesisler kurmuş. Ne yani, bütün bunları, Hakkı
fikirlerini Türkiye'ye yaysın diye mi kurdu?
MEHMET BARLAS (Akşam yazarı)
İnönü'den gazetecilik dersi aldım
Barlas, yolunu çok iyi bildiği Çankaya'daki Pembe Köşk'e
'çat kapı' girdi. Ailece tanıştıkları için randevu almaya gerek görmemişti.
Barlas saygıyla İnönü'nün karşısına oturdu. Demeç almaya geldiğini söyledi ve
seçim hezimeti yüzünden keyifsiz olan İnönü'ye moral vermeye çalıştı.
- Paşam, üzülmeyin. Seçimleri kaybetmiş olabilirsiniz ama
biz sizi tutuyoruz.
- Cemil Sait'in oğlu. Sen, biz derken kimi kastediyorsun?
- Cumhuriyet Gazetesi'ni Paşam, biz sizi destekliyoruz.
- Bak oğlum, sen daha çocuksun. Hiç bir gazete, hiç bir
politikacıyı tutmaz. Bugün tutar, yarın satar. Sen beni seviyorsan ayrı. Sakın
'Gazete şunu tutuyor, bunu tutuyor, deme bana. Gazeteler kimseyi sonuna kadar
tutmaz. (Sayfa 107)
SERDAR TURGUT (Hürriyet yazarı)
Doktorası de- da sorununu çözemedi
Yeni ekonomi muhabiri Serdar Turgut kendisinden istenen
haberi hızla daktilosunda yazdıktan sonra Cıvaoğlu'nun odasına çıktı. Kapıyı
çalarak içeri girdi ve yazdığı haber metnini koltuğunda oturan Cıvaoğlu'na
uzattı. Genel Yayın Müdürü haber metnine şöyle bir baktıktan sonra yüzünde
alaycı çizgiler belirdi.
- Bak sen de bilmiyorsun bu işi...'de' ve 'da' eklerini ayrı
yazacaksın. Bunlarda apostrof olmayacak.
Serdar Turgut incinmişti...
-Ama benim doktoram var, ben öğretim üyesiyim. (sayfa 408)
DUYGU ASENA (Cumhuriyet yazarı)
Aşık olunca ahlaksız diye işten kovuldum
İkimiz de evliydik. Çılgın bir aşktı. Birlikte olmaya
başlamıştık. Kocamdan artık hoşlanmıyordum ve ayrılmak istiyordum. Kocam da
biliyordu bu ilişkiyi. Nezih demirkent, bu olayı duyduğunda çok sinirlendi.
Beni bir gün odasına çağırdı ve bu adamdan ayrılacaksın, dedi. Hayır buna
karışamazsınız, dedim. O zaman seni işten atmak zorundayım, dedi. Ben de atın,
dedim. İş yasasının 17. maddesine dayanarak kovdular. Tazminat ödenmedi. Ben o
maddeye hep, ‘‘ahlaksızlık maddesi' diyorum.
OKTAY EKŞİ (Hürriyet Başyazarı)
Veteriner Genel Müdürü Nail Çavuşoğlu kıvırcık saçlı ve
tonton tavırlı bir adamdı. Karşısındaki genç delikanlıyı süzerek;
- Söyle bakalım, ne istiyorsun?
- Mevzuat değişecekmiş, nelerin değişeceğini öğrenmeye
geldim efendim.
- Evladım mevzuat dediğine Anayasa'dan başlayarak kanunlar,
tüzükler, yönetmelikler, genelgeler dahil pek çok şey girer. Sen hangisiyle
ilgili neyi soruyorsun?
Genç Oktay Ekşi'nin barutu bitmişti.
- Onu bilmiyorum efendim, sizin söyleyeceğiniz bir şey yok
mu?
- Sen ne zamandan beri gazetecilik yapıyorsun?
'İki aydır efendim...'
Oysa, işe başlayalı yalnızca iki hafta olmuştu. Fazla acemi
görünmemek için küçük bir yalan söylemişti. (sayfa 281)
Rahmi Turan'ı devireceklerdi
Melih (Aşık) kendini doğal olarak genel yayın müdürü adayı
olarak görüyordu. Baştan ben de inanmıştım ona. ‘Melih Aşık ve Necati Doğru
ikilisi daha az entelektüel ve birikimi az olan Rahmi Turan'ları devirir. Sıra
gelir ve biz de bu hareketin içinde yer alırız' diye düşündüm. Beş altı ay
sonra fark ettim ki Haldun Bey (Simavi) Rahmi Turan'lardan vazgeçmez. Bunu fark
edince ortada dolaşmaya başladım kendi istikbalimin peşindeydim çünkü.
Gazetecilikte kim iyi ise o götürür, 'ekip' diye bir şey yok. (sayfa 328)
Simavi, kime çok fazla para veriyorsam ondan kork demişti
Erol Simavi bana 'Bak Hoca, ben sana beş verirken başkasına
25 veriyorsam, bundan şüphelenme. Çünkü o senden daha iyi dil biliyordur ya da
mesleki açıdan daha farklı özellikleri vardır. Masrafı çoktur. Ama ben birisine
125 veriyorsam ondan çekin' derdi. Onun için bu kadar servet, bu kadar lüks, bu
kadar şaşaa, sadece kalem ve gazetecilikle olmaz. (sayfa 379)
Röportajdan kazandığımız parayla Türkan Şoray'a bilezik
aldık
Röportaj bize o kadar çok şey kazandırmıştı ki, Türkan
Şoray'a bir bilezik aldık. Aldığımız bileziğin değeri, o zamanlar bir
Volkswagen fiyatına eşitti. Bileziği götürdüm ve gazetemizin armağanı olarak
Türkan Şoray'ın koluna taktım. Çok memnun oldu. (sayfa 400)
Reha Muhtar yayına sarhoş geliyordu
Uğur Dündar'a 'Ben Reha ile çalışmak istemiyorum. Kişiliğini
de gazetecilik tarzını da beğenmem. Beni zorlamayın dedim. Başladık... Deneme
çekimleri yapacağız ama Reha Muhtar saat 12,00 deki çekime saat 13,30'da ve zil
zurna sarhoş geliyor. Deneme çekimi olmuyor tabii.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder