Rıfkı Baba elinde telefon istihbarat servisinde hayranlarıyla... Ahmet Gören, Alp Süğlun, Ergin İnançÖzkan Altıntaş , Türkiye Turizm'com'da "Gazetecilerin Rıfkı Baba'sı" başlıklı aşağıdaki yazıyı yazdı.
Kimseyi ayırt etmezdi. Yüreği insan sevgisi doluydu...
Bazen karşısındaki kişi onu kızdırırdı. O zaman kimse duymasın diye telefonun ahizesi kulağında masanın altına eğilir ve "Ben senin ananı, avradını sülaleni sinkaf ederim. Ben seni... Ben seni..." diye bağıra bağıra küfür eder ve telefonu bütün gücüyle "taak" diye kapatırdı. Sonra da başını kaldırır ve kimse duydu mu diye çevresine bakınırdı. Bakanlar olursa utanırdı.
Foto muhabirlerine "Fotoğrafçı parçaları" derdi. Ama onları severdi. Hepsini ite kaka zorlayarak işe gönderirdi. Muhabirler onun verdiği istihbaratla işe giderken "Yaktın bizi baba…Bir boş olsun dönüşte görüşürüz" derlerdi. O aldırmaz "Gittiğiniz yerden mutlaka beni aramadan dönmeyin.Ben size gelişmeleri haber veririm" derdi. Bazen muhabirleri yanlış ihbarla işe gönderdiği ortaya çıkınca "Yaktım çocukları... Yaktım" diye dövünürdü.
Rıfkı Baba yangın ihbarı gelince adresi alır ve itfaiyeye "Alev var mı ağabey. Alev var mı?" diye sorardı. Sonra can kaybı olmadığını öğrenince "Çok şükür kimseye bir şey olmamış diye çocuklar gibi sevinirdi.
Rıfkı Baba her sabah 07.30'da gelir 18.30'da çıkardı. Kış kar kıyamet dinlemez köpeğini beslemek için Büyükdere deki yazlık eve giderdi. Akşamları elinde naylon torbalar, içinde gazeteler, kağıtlar, notlar ve cilt cilt telefon defterleri olduğu halde yola çıkardı. Evinde de sürüyle kedi beslerdi. Onlara akşamları torbalar dolusu yiyecek taşırdı..
NEHAR TÜBLEK BİLE FIRÇA YEDİ
Rıfkı Baba'yı kızdırmak için istihbarat servisindeki muhabirler gazeteye köpek itlafı ile ilgili haberler yaparlardı. Ertesi gün ellerine gazeteyi alıp babaya gösterip "İşte haberi bu yaptı" diye haberi yazan muhabiri gösterip Baba'nın kara listesine sokarlardı. Kara listenin başında Oktay Şengüler ile Ümit Görker yer alırdı. Rıfkı Baba onları görünce "Bunlar köpek düşmanı. Vicdansızlar ..."derdi.
SADETTİN TEKSOY’U BABA’NIN KIZINA BAŞ GÖZ ETMEYE KALKTILAR
Rıfkı Baba'nın gece nöbetleri çok ünlüydü. Onunla nöbete kalan muhabirleri sabaha kadar uyutmaz, iş üstüne iş yaratırdı.O dönemde en büyük rakibi Milliyet gazetesinde gece muhabiri "Seraco" diye çağrılan Seracettin Zıddıoğlu'ydu. Polis telsizinden bir adamın karısın öldürdüğü yolunda ihbar geldi. Hemen bir muhabirle olay yerine giden Rıfkı baba Seracettin'in daha önce geldiğini görünce suratını astı. Ancak Seracettin'in henüz ölen kadının resmini alamadığını öğrenince memnun oldu. Hemen polislere yanaşıp "Kuzum canım, evladım biz kendimiz için istemiyoruz. Kamu oyu için istiyoruz…"diyerek görevli polislerden ölen kadının kimliğini istedi. Seracettin'de ona yardım ediyordu. Rıfkı Baba'nın bağlamaları ünlüydü. Karşısındakini ikna etmek için lafı evirir çevirir dolaştırır, konudan konuya atlar, bir açık noktasını yakalamaya çalışırdı. Yaklaşık yarım saat süren bir uğraşı sonucu polisleri ikna etti. Foto muhabiri kadının kimliği üzerinden resmini çekince görevinin bir bölümünü tamamlamanın rahatlığı içindeki Rıfkı Baba Seracettin'e dönüp "Biliyorsun ben avukatım. Hukukçuyum. Şimdi olayın hukuki durumuna bakalım neymiş…" diye Savcı rölü oynamaya başlayınca Seracettin gülmekten kırıldı.
O tarihlerde telefonla konuşan Halim Ermiş ve yanında Özkan Altıntaş
BABA’NIN HÜRRİYET’TEN KOVULMASI
İşte Rıfkı Baba böyle hassas bir insandı.
BABA GAZETE GAZETESİ’NİN ELİ AYAĞI OLDU
Baba, o günden sonra Gazete gazetesinde "elim ayağım" oldu. Az adamla çok iş yapıyordum Bazen sıkışıyor telsizi alıp muhabirlerle işe gidiyordum Giderken servisi Rıfkı baba'ya emanet ederek "Baba şu andan itibaren istihbarat şefi sensin" dediğim de canla başla çalışıyordu.
BABA’NIN NASİHATLERİ
Beni gördüğü zaman verdiği bir nasihatı daha vardı:
Kimseyi ayırt etmezdi. Yüreği insan sevgisi doluydu...
Topaç gibiydi. 1.60 boyu vardı. Ama sevgi dolu yüreği
boyunu aşardı.
Hele hayvanlara olan sevgisi sanki herşeyin üzerindeydi.
Kedilere köpeklere "evlat" derdi.
Belediyenin itlaf ekipleri herhangi bir yerde kıyıma giriştikleri zaman ondan çekecekleri vardı. Telefonu elinden bırakmaz, itlaf ekiplerinin yetkilisini bulur onlara lanetler yağdırırdı.
Belediyenin itlaf ekipleri herhangi bir yerde kıyıma giriştikleri zaman ondan çekecekleri vardı. Telefonu elinden bırakmaz, itlaf ekiplerinin yetkilisini bulur onlara lanetler yağdırırdı.
En çok konuştuğu kişiler hayvanları koruma derneklerinin
yöneticileriydi. Hayvanlara yönelik en küçük bir olayda onları ayağa kaldırır,
pankartlar astırır ve onlarla bir olup sokaklarda eylemler yapardı.
Hatta sıcak ülkelere göç ederken yaralanıp İstanbul
üzerinde düşen leyleklerin bile imdadına koşardı. Bütün güvenlik güçlerini
alarma geçirir. Hayvanları hastanelere taşıtırdı.
Bir gün Fatih'te çukura düşen leyleği kurtarmaları için
itfaiye ve polise haber verdi. Onlar ilgisiz kalınca ortalığı ayağa kaldırmak
için "Yangın var" diye ihbarda bulundu. Polisleri ve itfaiyeyi olay yerine
gönderdi. Sonra yaptığı işin yanlış olduğunu bile bile gülerek "Leylek kurtuldu.
Yavrucak kurtuldu" diye sevindi.
TELEFON AÇILMAZSA “AÇSANA… AÇSANA” DİYE
BAĞIRIRD
Beyazıt Kulesi'ndeki itfaiyeciler... Boğazdan geçen
gemilere yol veren kılavuz kaptanlar... İstanbul'un tüm karakolları ve
polisleri... "Rıfkı Baba" adını ezberlemişlerdi.
Polisler Hürriyet muhabirlerine "Siz de bir Rıfkı Baba
var. Bizi her gün arar. Derdimizi, sıkıntımızı sorar. Bizi rahatlatır. Aramasa
aklımız kalır. Kim bu ?" diye sorarlardı. İnsanları adıyla sanıyla arar, aradığı
kişiye kolay ve mutlaka ulaşırdı. Ezberinde yüzlerce telefon vardı. Cilt cilt
telefon defterlerinde olmayan kişinin adı yoktu.
Birisi telefon numarası sorduğu zaman o kalın ciltleri
evirir çevirir o karmaşık notların arasından aradığını kısa sürede bulup cevap
verirdi. Veye masasının üzerinde karalama şeklinde yazdığı notlarının arasından
aradığı kişinin adını ve telefonunu "şıppadanak" bulurdu. Telefonun numaralarını
parmaklarını hızlı ve sert hareket ettirerek dövüşür gibi çevirir. Tuşlu
telefonları döver gibi tuşlardı. Daha karşı taraf açmadan "Alo! Alo"diye
bağırırdı. Açmakta gecikince de "Açsana…Açsana" diye bağırırdı. Hele bir "Alo"
deyişi vardı "tınısı" ve "müziği" dinlemeye değerdi.
Rıfka Baba gönül insanıydı. Alp Süğlün, Halim Ermiş,
Ergin İnanç
KİM NERELİYSE O DA ORALI
Bir
karakolu ararken karşısına çıkan polislere ilk sorusu "Nerelisin?" oluyordu.
Memleketini öğrenince hemen yapıştırıp "Ben de oralıyım" derdi. Ve eklerdi "Bir
kahveni içmeye geleceğim. Bir kahvenin kırk yıl hatırı var" derdi. Ama hiçbir
zaman o karakollara gidemedi. Sadece yılbaşlarında belli haber kaynaklarına
takvim, kalem defter dağıtmak için çırpınıp dururdu. Baba'nın hediye dağıtmakta
ki telaşını gören herkes kendi kontenjanından onu takviye ederdi.
Rıfkı Baba yemek yemeyi çok severdi. Herkesin elinden
yemek fişlerini toplar saat 11.00 sıralarında kafeteryada yemeğe çıkardı. Saat
14.00'e doğru çıkar bir daha yemek yerdi. Bu arada kafeteryadaki aşçılarla
sohbet ederek kediler ve köpekler için mutfakta kalan yemekleri ayırıp torbalara
doldurturdu.
BABA, İTALYA SEYAHATİNİ
SAKLADI
Yurtdışına görevden dönen muhabirlerin cebinde kalan yabancı
bozuk paraları toplayarak biriktirdi. Ve hayatında ilk kez İtalya'ya oturan
kızını görmek için bir haftalığına sessizce yurt dışına gidip geldi. Seyahatinin
duyulmaması için elinden gelen gayreti gösterdi. Duyanlar sorunca da "Zengin
olduğumu zannedecekler. Aman sus... sus!"diyerek işaret parmağını dudaklarının
üzerine kapatırdı.
AHİZEYLE MASANIN ALTINA GİRER KÜFÜR
EDERDİ
Bazen karşısındaki kişi onu kızdırırdı. O zaman kimse duymasın diye telefonun ahizesi kulağında masanın altına eğilir ve "Ben senin ananı, avradını sülaleni sinkaf ederim. Ben seni... Ben seni..." diye bağıra bağıra küfür eder ve telefonu bütün gücüyle "taak" diye kapatırdı. Sonra da başını kaldırır ve kimse duydu mu diye çevresine bakınırdı. Bakanlar olursa utanırdı.
"Evladım bu insanlar adam olmuyor" derdi.
Biz onun bu halini bilirdik. Duyar duymamazlıktan, görür
görmemezlikten gelirdik.
Ama aramızda ki hinler durur mu...
Başta Şakir Şad ve Mahir Çerçi, Baba'nın kızdığını
görünce hemen yanına seğirtirlerdi. "Baba seni kim kızdırdı:" diye sorarlar ve
ona içini döktürürlerdi
Baba telefondaki kişiyi unutur kendi dertlerini anlatmaya
başlardı.
Rıfkı Baba, Doğan Katırcıoğlu ile Hürriyet'in
kutlamalarından birinde..
GAZETEYE İMTİHANLA
GİRDİ
"Hepsi gazete için.Yaptıklarımın hepsi gazete için ama kıymet
bilen yok. Gene parsayı başkaları topluyorlar. İşi biz veriyoruz malı onlar
götürüyorlar. Yukardakilerin bundan haberi yok. Bir kere çağırıp bu da senin
hakkın diyen olmadı" diyerek kendi verdiği istihbarat sonucu haftalık ödül
listesinde para alanların adını bir bir sayardı.
"Ben bu gazeteye imtihanla girdim. Hem de birinci oldum.
İstanbul Barosu'nun kayıtlı avukatıyım, Keşke avukatlık yapsaydım diye
hayıflanınca...
"Yapsaydın baba..." diyenlere...
"Bizden geçmiş...Bu gazetecilik bizim kanımıza işlemiş...
Bizim yaşamımız bu...Ben yalan söyleyemen. Avukatlık doğru adam işi değil
"derdi.
YAKTIN BİZİ BABA
Foto muhabirlerine "Fotoğrafçı parçaları" derdi. Ama onları severdi. Hepsini ite kaka zorlayarak işe gönderirdi. Muhabirler onun verdiği istihbaratla işe giderken "Yaktın bizi baba…Bir boş olsun dönüşte görüşürüz" derlerdi. O aldırmaz "Gittiğiniz yerden mutlaka beni aramadan dönmeyin.Ben size gelişmeleri haber veririm" derdi. Bazen muhabirleri yanlış ihbarla işe gönderdiği ortaya çıkınca "Yaktım çocukları... Yaktım" diye dövünürdü.
FOTOĞRAFÇI PARÇALARI
Kelebek
gazetesinin yaş gününün olduğu bir gün gazetenin merdivenleri sanat dünyasının
gönderdiği çiçekler çelenklerle dolmuştu. Foto muhabirleri aralarında bir olup
"Baba'ya bu çelenklerden birini gönderelim" diye karar vermişlerdi. Nitekim
yaklaşık iki metreboyunda bir çelengi "Baba'ya bu yakışır"diye uygun
bulmuşlardı. Çelengin üzerine "Fotoğrafçı Parçaları" diye kağıt iliştirerek iki
çocukla Rıfkı Baba'ya gönderdiler. Rıfkı Baba İstihbarat Servisi'ndeki kulübe
gibi odasında otururken iki çocuk getirdikleri koca çelengi küçücük odanın
kapısının önüne koyup adeta kapattılar. Rıfkı Baba koca çelengi güçlükle iterek
odadan dışarı çıktı . Şaşırmıştı. Getiren çocuğa "Oğlum kim öldü?" diye sordu.
Çocuklar "Ölen yok. Bunu Rıfkı Kadam'a gönderdiler" deyince Baba "O benim"
diyerek çiçeğin üzerindeki yazıyı aldı. Kağıdın üzerindeki "Fotoğrafçı
Parçaları" yazısını görünce "Evlatlarım beni düşünmüşler" diyerek koca çelenge
sarılarak ağladı. O koca çelenk küçücük odanın kapısı önünde akşama kadar kaldı.
ALEV RESMİ LAZIM BİRAZ GAZ
DÖKÜN
Rıfkı Baba yangın ihbarı gelince adresi alır ve itfaiyeye "Alev var mı ağabey. Alev var mı?" diye sorardı. Sonra can kaybı olmadığını öğrenince "Çok şükür kimseye bir şey olmamış diye çocuklar gibi sevinirdi.
Gönderdiği muhabirlerin arkasından itfaiyeyi arayıp "Aman
söndürmeyin çocuklar yolda. Bize alev resmi lazım. Üzerine biraz gaz döküp
tutuşturun" derdi.
Adliye olaylarında kavga çıkınca polisi arayıp "Aman
ayırmayın dövüşsünler çocuklar yolda. Kavga resmi çeksinler sonra ayırırsınız"
şeklindeki konuşmaları hala kulaklarımdadır.
Hele bir işi başarıyla sonuçlandırınca yerinden kalkar
servisin ortasında masalara vurarak bir tur atar ve rahatlardı.
Bazen telsizi dinlerken öne doğru kaykılarak uyurdu.
Birdenbire uyandığı zaman gören oldu mu diye çevresine bakardı. Onun uyuduğunu
gören rahmetli Alaettin Büte çevresindekilere "Bak Rıfkı uyuyor" der sonra
telefon eder "Uyuma!" diyerek onu uyandırırdı. İkisinin arasında daima gizli bir
rekabet ve geçimsizlik vardı. Birbirlerini hiç sevmezlerdi.
GÜNÜ ŞAŞIRIP GAZETEYE GELDİĞİ BİLE
OLURDU
Rıfkı Baba her sabah 07.30'da gelir 18.30'da çıkardı. Kış kar kıyamet dinlemez köpeğini beslemek için Büyükdere deki yazlık eve giderdi. Akşamları elinde naylon torbalar, içinde gazeteler, kağıtlar, notlar ve cilt cilt telefon defterleri olduğu halde yola çıkardı. Evinde de sürüyle kedi beslerdi. Onlara akşamları torbalar dolusu yiyecek taşırdı..
Rıfkı Baba arada bir şaşırırdı. Bir gün günleri şaşırıp
Pazar günü işe geldi. "Bugün cumartesi değil mi?"diye sordu. Pazar olduğunu
öğrenince "Yanlış oldu" diyerek durmadan gitti.
BABA KADINLAR TUVALETİNE GİRİNCE NELER OLDU?
BABA KADINLAR TUVALETİNE GİRİNCE NELER OLDU?
Hele Gazete gazetesinde iken asansöre binerek yanlışlıkla
kadınlar tuvaletinin olduğu beşince kata bastı.Kapı açılınca o hızla kadınlar
tuvaletine daldı. Onun kadınlar tuvaletine girdiğini gören Uğur Onur Urhan
fotoğraf makinesini kaptı ve "Çocuklar baba kadınlar tuvaletine girdi.
Çaktırmayın resmini çekeceğim" dedi. Gidip tuvaletin üzerinden bir flaş patlattı
. Baba önce anlamadı dışarı çıkınca Uğur'un ikazı üzerine durumu anladı ve "Tüh
be kadınlar tuvaletin girmişiz iyi ki içerde kadınlar yoktu. Rezil olacaktık"
dedi, Çocuklar "Baba Uğur resmini çekti deyince kıyamet koptu. Baba filmi
istedi.Çelimsiz Uğur "Bastıracağım" deyince yakasına yapışıp altına aldı. Bütün
servis Uğur'u Baba'nın elinden zor aldık.
NEHAR TÜBLEK BİLE FIRÇA YEDİ
Karikatürist Nehar Tüblek Hürriyet'in Günün Hikayesi köşesinde
çizdiği karikatürdeki kişinin adını "Rıfkı" olarak kullandı diye Rıfkı Baba'dan
fırça yedi. Sabah gazeteyi eline alan çocuklar "Bak baba Nehar bey senin
karikatürünü yapmış" diye gaz verince olan Nehar Tüblek'e oldu. Elinde gazete
Nehar beyin kapısına dayanan Rıfkı Baba "Bu memlekette başka isim yok mu?" diye
ondan hesap sormuştu. Baba adının kullanılmasını değil fotoğrafının çekilmesini
bile istemezdi. Basın kartında bile yıllar önce çekilmiş fotoğrafı yer alırdı.
KÖPEK İTLAF HABERLERİ
Rıfkı Baba'yı kızdırmak için istihbarat servisindeki muhabirler gazeteye köpek itlafı ile ilgili haberler yaparlardı. Ertesi gün ellerine gazeteyi alıp babaya gösterip "İşte haberi bu yaptı" diye haberi yazan muhabiri gösterip Baba'nın kara listesine sokarlardı. Kara listenin başında Oktay Şengüler ile Ümit Görker yer alırdı. Rıfkı Baba onları görünce "Bunlar köpek düşmanı. Vicdansızlar ..."derdi.
Bazen başka gazetelerde yer alan köpek itlafı veya
hayvanlara kötü muamele içeren haberleri gösterirlerdi. Baba o gazetede ki
haberi yazan muhabiri bulup telefonda canına okurdu. Bu hesap sormalardan
nasibini alanlar arasında Sabah gazetesinden Ahmet Vardar'da vardı.
Baba kızınca sağ elini uzatır, dişlerini sıkar ve "Sokar
alırım. Benim bir kaç leşim var " diyerek karşısındakinin ciğerlerini sökeceğini
söylerdi. Hareketi fazla hızlı yapınca kolu yerinden çıkar, onu tutup yerine
yerleştirirdi.
Bir gün Ateş Çelik, "Köpekleri öldürmeleri iyi oluyor.
Pislik yaratıklar" diye şaka yapınca onu Cağaloğlu'ndan Eminönü'ne kadar
kovaladı.
Kendini zor kurtaran arkadaş dışardan telefon ederek
Rıfkı Baba'nın kızgınlığının sürdüğünü öğrenince o gün işi dönmedi. Ertesi gün
Baba'nın siniri yatışınca işe geldi.
SADETTİN TEKSOY’U BABA’NIN KIZINA BAŞ GÖZ ETMEYE KALKTILAR
Hürriyet gazetesi Cağaloğlu'nda iken bir gün Rıfkı Baba,
Kasım Gence ile kafeteryada yemeğe çıktı. Birazdan Mahir Çerçi ile Sadettin
Teksoy'da yemek tepsilerini alarak yanlarına oturdu.
Oradan buradan sohbet ederlerken birden Kasım Gence
Sadettin Teksoy'a dönüp "Sado hadi çekinme babaya anlat" dedi.
Sadettin şaşırmıştı "Neyi anlatacağım". Kasım üsteledi
"Hadi hadi çekinme anlat" Baba'da meraklanmıştı "Ne oldu evlat anlatsana" demeye
başladı. Sadettin şaşırmıştı ciddi ciddi "Ne anlatacağım. Biliyorsanız siz
anlatın "dedi.
Bunun üzerine Mahir Çerçi konuşmaya başladı. "Baba biz
Sadettin için seninle hayırlı bir iş yapacağız. Bütün çocuklar toplanıp senin
eve geleceğiz. Allah'ın izni Peygamberin kavli ile senin kızı bizim Sadettin'e
isteyeceğiz. Sadettin senin kızı çok beğenmiş. Hem bak Sadettin uzun boylu,
çocuklarında uzun boylu olur.."deyiverdi.
Rıfkı Baba bir Mahir'e bir Sadettin'e bir de Kasım'a
bakıp yemeği orada bırakıp kaçtı. Sonra bir ay Sadettin Teksoy'la konuşmadı.
Aslında Sadettin'in olaydan haberi yoktu. Kasım'la Mahir bir olup hem Sadettin'I
hem de Baba'yı makasa getirmişlerdi. Olan zavallı Sadettin'e olmuştu. Baba bir
ay boyunca konuşmadığı gibi kin dolu bakışlarla hep Sadettin'i izledi. Neden
sonra araya birileri girdi de Sadettin'le aralarını yeniden
buldu.
SİLAHLARDAN ÇOK KORKARDI
Rıfkı Baba oldu. Silahlardan çok korkardı. Hatta Kasım Gence bazen silahını masanın üzerine bırakıp gidince arkasından birini gönderip silahını çekmeceye koydururdu. Bir gün Sadettin Teksoy gazetenin önünde duran trafik polisi Kadir'in Smith Wesson marka büyük toplu silahını beline takıp servise girdi. Onun böyle belinde silahla girişini ilk gören Rıfkı Baba oldu. Yanına gidip "Evladım onu ortadan kaldır şeytan doldurur" demeye başladı. Sadettin hiç oralı olmayıp silahla oynamaya başladı. Bir ara silahı silahı Rıfkı Baba'ya doğrultup şaka yaptı. Hemen yerinden fırlayıp İstihbarat Şefi Mehmet Türker'in odasına dalan Rıfkı Baba "Bu beni öldürmek istiyor. Kurtar beni" diyerek şikayet etti .Mehmet Türker, arkasına saklanan Rıfkı Baba ile odasından çıkıp "Sadettin Rıfkı Bey'i rahat bırak, silahı sahibine ver" dedi. Sadettin denileni yapıca Baba yerine oturdu. Sadettin'in kendisini nasıl öldürmeye çalıştığını akşama kadar herkese anlattı.
Rıfkı Baba oldu. Silahlardan çok korkardı. Hatta Kasım Gence bazen silahını masanın üzerine bırakıp gidince arkasından birini gönderip silahını çekmeceye koydururdu. Bir gün Sadettin Teksoy gazetenin önünde duran trafik polisi Kadir'in Smith Wesson marka büyük toplu silahını beline takıp servise girdi. Onun böyle belinde silahla girişini ilk gören Rıfkı Baba oldu. Yanına gidip "Evladım onu ortadan kaldır şeytan doldurur" demeye başladı. Sadettin hiç oralı olmayıp silahla oynamaya başladı. Bir ara silahı silahı Rıfkı Baba'ya doğrultup şaka yaptı. Hemen yerinden fırlayıp İstihbarat Şefi Mehmet Türker'in odasına dalan Rıfkı Baba "Bu beni öldürmek istiyor. Kurtar beni" diyerek şikayet etti .Mehmet Türker, arkasına saklanan Rıfkı Baba ile odasından çıkıp "Sadettin Rıfkı Bey'i rahat bırak, silahı sahibine ver" dedi. Sadettin denileni yapıca Baba yerine oturdu. Sadettin'in kendisini nasıl öldürmeye çalıştığını akşama kadar herkese anlattı.
Halim Ermiş ve Yıldırım
Çavlı
YILDIRIM ÇAVLI’YA “DEVE” DERDİ
Rıfkı
Baba rahmetli Yıldırım Çavlı'yı uzun boylu, lafını bilmez, patavatsız ve sık sık
kendisine takıldığı için sevmezdi. Hatta Yıldırım servise girince "Hah! Deve
geldi" derdi.
Yıldırım'da Baba'nın zaaflarını bilir ona göre hareket
ederdi.
Rıfkı Baba para canlısıydı. Yıldırım görevle yurt dışına
gidip geldiğinde cebinde ne kadar bozuk para varsa Baba'nın önüne döker "Baba
bunlardan bende çok var. Al senin olsun" diye verirdi.
Para canlısı Baba bu hareket üzerine "Ben seni severim
iyi çocuksun" derdi.
Günlerden bir cumartesi günü Yıldırım Çavlı elinde bir
altın lira ile servise geldi. Masasına oturdu ve elindeki altın lirayı Rıfkı
Baba'ya göstere göstere şaklatarak oynamaya başladı. Hatta arada bir havaya
atıyor ve tutuyordu. Baba’da havaya çıkıp tavana vurduktan sonra düşerken
Yıldırım’ın ustalıkla kaptığı altın lirayı izliyordu.
Yıldırım bu hareketleri yaparken bir yandan da "Bana
büyük miras kaldı. Göztepe'nin yarısı benim oldu. Bu da kalan altınlardan biri"
diyerek masanın üzerinde altın lirayla fırdöndü oynamaya başladı. Birazdan baba
yerinden kalkıp geldi. "Evladım oynama. O kıymetli şey. Kaybolur. Sok onu
cebine" demeye başladı. Yıldırım onun oltaya takıldığıın görünce "Ne zararı var
baba. Bundan ben de çuvalla var. Benim için değeri yok" dedi ve oynamayı
sürdürdü. Baba yerine otururken "Devede akıl olsa eşek çekmez…"diye
söyleniyordu.
BABA, ALTIN LİRANIN PEŞİNDE
BABA, ALTIN LİRANIN PEŞİNDE
Yıldırım
altın lira ile oynarken bir ara elinden kaçırdı. Yere düşen altın lira
yuvarlanarak masaların arasında kaybolup bir köşeye gitti.Rıfkı baba oturduğu
yerden "Ben sana dedemiş miydim.bak kayboldu işte" dedi. Yıldırım istifini
bozmadan "Kaybolursa kaybolsun. Bende ondan çok var. Bulanın olsun. Gidip bir
çay içeyim" oiyerek servisten çıktı.Rıfkı Baba onun altın lirayı aramadan
gitmesine şaşırmıştı. Yıldırım servisten çıkınca hemen masaların altına girerek
altın lirayı aramaya başladı. Heyecan içinde arıyor fakat bulamıyordu. Telaş
içinde yerine otururken "Devenin yaptığına bakın canım altını kaybetti. Kimbilir
hangi deliğe girdi. Bu adam uslanmaz" diye söyleniyordu.Ama aklı hala bulamadığı
altın liradaydı. Aslında Yıldırım arkadaşlardan biriyle bu oyunu hazırlamıştı.
Altın lirayı düşürdüğü zaman birisi onu yerden alacak ve babaya kayboldu
zannettireceklerdi.İşte o gün Rıfkı Baba bu oyunu yuttu ve akşama kadar altın
lirayı aradı.Akşam üzeri Yıldırım arkadaşından aldığı altın lirayla masaya
oturup yeniden oynamaya başladığında hemen atılıp "Buldun mu?" diye
sordu.Yıldırım pişkinlikle "Yok canım ofis boyu gönderip yenisini aldırdım"
diyerek Baba'yı çileden çıkarmaya devam etti.O gün Baba gazeteden çıkarken "Bu
devede hiç akıl yok. Zaten boyu uzun olanlar da hayır yoktur. Adam deli"
diyordu.
RIFKI BABA VE SERACO
Rıfkı Baba'nın gece nöbetleri çok ünlüydü. Onunla nöbete kalan muhabirleri sabaha kadar uyutmaz, iş üstüne iş yaratırdı.O dönemde en büyük rakibi Milliyet gazetesinde gece muhabiri "Seraco" diye çağrılan Seracettin Zıddıoğlu'ydu. Polis telsizinden bir adamın karısın öldürdüğü yolunda ihbar geldi. Hemen bir muhabirle olay yerine giden Rıfkı baba Seracettin'in daha önce geldiğini görünce suratını astı. Ancak Seracettin'in henüz ölen kadının resmini alamadığını öğrenince memnun oldu. Hemen polislere yanaşıp "Kuzum canım, evladım biz kendimiz için istemiyoruz. Kamu oyu için istiyoruz…"diyerek görevli polislerden ölen kadının kimliğini istedi. Seracettin'de ona yardım ediyordu. Rıfkı Baba'nın bağlamaları ünlüydü. Karşısındakini ikna etmek için lafı evirir çevirir dolaştırır, konudan konuya atlar, bir açık noktasını yakalamaya çalışırdı. Yaklaşık yarım saat süren bir uğraşı sonucu polisleri ikna etti. Foto muhabiri kadının kimliği üzerinden resmini çekince görevinin bir bölümünü tamamlamanın rahatlığı içindeki Rıfkı Baba Seracettin'e dönüp "Biliyorsun ben avukatım. Hukukçuyum. Şimdi olayın hukuki durumuna bakalım neymiş…" diye Savcı rölü oynamaya başlayınca Seracettin gülmekten kırıldı.
O tarihlerde telefonla konuşan Halim Ermiş ve yanında Özkan Altıntaş
BABA’NIN HÜRRİYET’TEN KOVULMASI
İşte Rıfkı Baba böyle hassas bir insandı.
Bir gün babayı Hürriyet gazetesinden kovdular...
O gün gazetenin istihbarat servisine bomba düşmüş gibi
oldu. Herkes ne yapacağını şaşırmıştı. Şimdi Baba'sız ne olacaktı. "İyi oldu
gitti" diyenlerde oldu. Ama büyük çoğunluk onun gazetesiz olmayacağını
biliyorlardı.
Ekşi ekşi kokan terine... Kir pas içindeki
gömleğine...Buruşuk pantalonuna... Masasının üzerinde cilt cilt defterlerine...
Masanın altında duran torbalar dolusu gazetelere... İnsanlarla tokalaşırken
arada bir çıkan ve yerine taktığı koluna… Telsizden enemli bir anons geçince
"runu! Durun!"diye bağırmasına çok alışmışlardı.
Artık Baba evine kapanmış, dünyaya küsmüştü...Kedileriyle
başbaşaydı...
Arayanlara "Ağabeyimin yanındayım" diyordu. Ama aklı onca
yıldır çalıştığı gazetedeydi. Yıkılmıştı.
BABA’YA ODA HAZIRLADIK
O sırada Hürriyet'in yan kuruluşu olan Gazete gazetesinde çalışıyordum. Rıfkı Baba gibi birine ihtiyacım vardı. Onu yanıma almaya karar verdim. Özel bir telsiz odası hazırladım. Direkt ve dahili telefonları bağlayıp masa koydurdum.
O sırada Hürriyet'in yan kuruluşu olan Gazete gazetesinde çalışıyordum. Rıfkı Baba gibi birine ihtiyacım vardı. Onu yanıma almaya karar verdim. Özel bir telsiz odası hazırladım. Direkt ve dahili telefonları bağlayıp masa koydurdum.
Ve Rıfkı Baba'yı çağırdım. Önce gelmek istemedi. Sonra
"senin hatırın büyük" diyerek gelip çalışacağı yeri gördü ve ağladı.
"Evlat" diyerek bana sarıldı. Ağlaştık.
Birileri Hürriyet'ten kovulan birini Hürriyet'in diğer
bir kuruluşunda işe aldığım için beni gammazlamışlardı.
Genel Müdür Özcan Ertuna beni çağırıp hesap sordu. "Bana
çok lazım. Onun kadar iyi telsiz dinleyecek elemanım yok" dedim. "Pekala sen
bilirsin" diyerek Rıfkı Baba'nın çalışmasına izin verdi.
O günden sonra kovulduğu Hürriyet gazetesinin personeli
Rıfkı Baba'yı ziyaret ettiler. Çiçekler gönderdiler. İşe başladığı için
sevinçlerini gösterdiler. Özellikle yeni odasını kutladılar.
BABA GAZETE GAZETESİ’NİN ELİ AYAĞI OLDU
Baba, o günden sonra Gazete gazetesinde "elim ayağım" oldu. Az adamla çok iş yapıyordum Bazen sıkışıyor telsizi alıp muhabirlerle işe gidiyordum Giderken servisi Rıfkı baba'ya emanet ederek "Baba şu andan itibaren istihbarat şefi sensin" dediğim de canla başla çalışıyordu.
Rıfkf Baba, günlük istihbaratını yapar veya
araştırmasının sonuçlarını saman kağıdına notlar halinde o karakteristik
yasızıyla kaleme alır ve "Evlat bugün bunlar var" diyerek önüme koyardı. Hatta
bazen önemsemediğim haberler konusunda uyarırdı. "Evlat bu önemli...Bu işe
birini gönder" diye kendi istihbaratını yaptığı işi bana beğendirmek için dil
dökerdi.Gönlü olsun diye muhabir gönderdiğim bir çok haberin iyi sonuçlar
verdiğini gördüm.Bir çoğuna da boşa gitik. Ama hangi haberin iyi hangisinin kötü
olacağı önceden belli olmazdı. Rıfkf Baba'nın şöyle bir sloganı vardı:
"İşin üstüne üstüne gideceksin. Haberin küçüğü büyüğü
olmaz. Küçücük bir olaydan büyük haberler çıkabilir"
Doğruydu. Küçümsediğimiz halde onun zoruyla gittiğimiz
bir çok haberlerden büyük işler çıktı.
BABA’NIN NASİHATLERİ
Beni gördüğü zaman verdiği bir nasihatı daha vardı:
"Evlat! Ayağını dışarda sağlam bas! Gazetecilikten hayır
yok! Bir yerlere yatırım yap... Sonra elin ayağın tutmadığı zaman sana kimse
bakmaz..."
Söyledikleri doğruydu. Ama maaşlı çalışıyordum ve
birikimim, yatırım yapacak param yoktu. Tek çare taksitle bir ev sahibi olmaktı.
Onun nasihatine uyup kooperatife girdim ve bir ev sahibi oldum. İleri yaşlarda
söylediklerinin ne kadar yerinde olduğunu gördüm.
Rıfkı Baba gerçekten "Baba nasihati" vermişti.
GAZETEDEN AYRILDIM AMA O HEP
AYNIYDI
Gazete gazetesi kapandığında onu Hürriyet'in Cağaloğlu bürosuna verdiler.Orada da aynı hızla çalıştı durdu. O dönemlerde Hürriyet'ten ayrıldım. Ama işim düşüp Rıfkı Baba'yı arasam ve birini sorsam "Buyur evlat" der beni dinler "Ben seni beş dakika sonra ararım"derdi.Ya o kişiyi bulup beni aratır, ya da telefon numarasını verirdi. Baba'yı Cağaloğlu'ndaki yerinde bir kaç kez ziyaret ettim."Burası Gazete gazetesindeki özel odam gibi değil ama ekmek parası çalışıyoruz"derdi. <
Gazete gazetesi kapandığında onu Hürriyet'in Cağaloğlu bürosuna verdiler.Orada da aynı hızla çalıştı durdu. O dönemlerde Hürriyet'ten ayrıldım. Ama işim düşüp Rıfkı Baba'yı arasam ve birini sorsam "Buyur evlat" der beni dinler "Ben seni beş dakika sonra ararım"derdi.Ya o kişiyi bulup beni aratır, ya da telefon numarasını verirdi. Baba'yı Cağaloğlu'ndaki yerinde bir kaç kez ziyaret ettim."Burası Gazete gazetesindeki özel odam gibi değil ama ekmek parası çalışıyoruz"derdi. <
Vefat etmeden bir kaç gün önce görüşmüştük. Bana
Hürriyet'te herkesin zam aldığını kendisine hiç zam yapılmadığından dert
yanmıştı. Hürriyet'te herkesin büyük paralar aldığı dönemde küçük paralara
çalışırdı. 8 milyonluk maaşını birisine rica ederek ona haber vermeden 10 milyon
yaptırdığımız da dünyalar onun olmuştu. Mutlu bir şekilde telefon ederek "Evlat
bunlar nankör ama..Galiba kıymetimi anlamaya başladılar" demişti.
O son görüşmemiz oldu.
AYŞE KADIN DURAĞINDA YIĞILIP KALDI
O gün elinde torbaları gene bir gün gazeteden çıktı ve Cağaloğlu yokuşunu indi. Yol boyunca uğradığı kişilere selamlarını verip, gönüllerini aldı.
O gün elinde torbaları gene bir gün gazeteden çıktı ve Cağaloğlu yokuşunu indi. Yol boyunca uğradığı kişilere selamlarını verip, gönüllerini aldı.
Önce Büyükdere'deki evine gidip çok sevdiği bekçi köpeği
Rus finosunun yiyeceğini verdi. Nedendir bilinmez daha sonra
Kocamustafapaşa'daki evi yerine bu kez Kadıköy yakasına geçti. Belki kızına
uğrayacak, belki de ağabeyine uğrayacaktı.
Kadıköy iskelesinden İETT otobüsüne bindi. Yolcularla
sohbet ede ede gidiyordu. Biraz rahatsızlanmıştı. Erenköy Ayşe Kadın Durağı'nda
otobüsten inip hava almak istedi. Ancak otobüsden inince fenalaştı ve yere
yığıldı.
Elindeki torbaları saçıldı. Evindeki kedilerine
kasaplardan ciğer alabilmek için taşıdığı gazeteler ve kedilerin yiyecekleri
yerlere saçıldı.
Rıfkı Baba kalbine yenik düşmüştü...
Uzun süren bir koşu sona ermişti.
Yardım etmek için çevresine doluşanlar oldu. Ama artık
çok geçti. Rıfkı Baba hayatı terketmişti.
Cebinde Şeref Basın Kartı'nı buldular ve Türkiye
Gazeteciler Cemiyeti'ne haber verdiler. Rıfkı Baba'nın vefat ettiği çok kısa
sürede duyuldu.
KARACAAHMET SEVENLERİYLE
DOLDU
Karacaahmet'te düzenlenen cenaze töreni onun ne kadar seveni olduğunu gösterdi.
Karacaahmet'te düzenlenen cenaze töreni onun ne kadar seveni olduğunu gösterdi.
Kimler yoktu ki? Saymakla bitmezdi...
Ona yaşamında destek olmayanlar cenaze töreninde bir
araya geldiler.
Ve o yüreği sevgi dolu insanın ne kadar çok seveni
olduğunu gördüler.
Geride sevenleri onsuz...
Kedileri, köpekleri öksüz kaldı.
Telefonda "Buyur evlat" deyişini özledim..
Allah rahmet eylesin...
Yazar: Özkan Altıntaş
http://www.turkiyeturizm.com/ sitesinden 26.02.2014 tarihinde
yazdırılmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder