Ferda Kazancıbaşı- Kendi içimizdeki dil farklılığı
Dost Beykoz'un 2012 Ocak sayında
yayınlanan “Dil Birliği” başlıklı yazıma getirdikleri yorumları sebebiyle Sayın
Muharrem Kaşıtoğlu ile Sayın Nizamettin Bilir’e teşekkür ediyorum. Ayriyeten
Nizamettin Bilir adındaki okurumuzun “Dil Birliği” başlıklı yazıma değinerek
(Atatürk Türk Milleti diyor, siz Ulus diyorsunuz daha başından yanlış, hem de
dil birliğini yazıyorsunuz) şeklindeki yorumu sayesinde aynı konunun değişik
yönü gündeme gelmiş oldu. Önceden planlamadığım halde kendi içimizdeki dil
farklılıkları konusuna beni sevk eden Sayın Nizamettin Bilir’e ayrıca teşekkür
ediyor, bu vesile ile yaşanmış bir hikâyeyi sizlerle paylaşarak konuya
giriyorum.
Erol Simavi ile Hasan Bedrettin Ülgen’den bir anı
Sedat
Simavi’nin patronluğu döneminde Hürriyet Gazetesi’nin sütun yazarlarından Hasan
Bedrettin Ülgen, aynı zamanda Sedat Simavi’nin oğlu Erol Simavi’nin de lise’den
Türkçe öğretmenidir. Ders esnasında bazı kelimelerin yanlış telaffuz
edilmesinin farklı kelime ve farklı kavramlara sebebiyet verildiğinden
bahseder. (u) harfinin üzerinde iki nokta ve (^) inceltme işaretinin olup
olmamasına göre farklı anlamların ortaya çıktığını anlatır. (Sükût) kelimesinin
(Sessizlik) anlamına geldiğini, (Sukut) kelimesinin ise (Düşme) anlamında
olduğunu belirterek hayal kırıklığı anlamına gelen (Sukutu hayale uğramak) cümlesini
de örnek olarak gösterir.
Aradan
yıllar geçer, Sedat Simavi ölür ve öğrencisi Erol Simavi gazetenin patronu
olarak babasının makamındaki yerini alır. Hasan Bedrettin Ülgen ise derhal
istifa dilekçesini hazırlar ve Erol Simavi’ye sunar. Erol Simavi istifa
dilekçesini gördüğünde şaşırır ve (Hocam ben sizin karşınızda asla patron
olamam sadece sizin öğrencinizim, lütfen istifa dilekçenizi geri alınız)
diyerek ricada bulunur. Bunun üzerine Hasan Bedrettin Ülgen ikna olur ve
dilekçesini geri alır.
Ancak, zaman
geçtikçe Erol Simavi giderek patronluk tavırları içine girer. Birkaç kez istifa
dilekçeleri yazılır ve her defasında Erol Simavi tarafından ikna edilerek geri
aldırılır.
Artık son
defasında Hasan Bedrettin Ülgen kesin kararlıdır. Erol Simavi bütün
gayretlerine rağmen istifa dilekçesini geri aldırtmak için ikna etmekte
başarılı olamamıştır. Hasan Bedrettin Ülgen dilekçesini verip makam odasından
tam çıkacağı esnada Erol Simavi arkasından seslenerek, (Ama hocam ben sükûtu
hayale uğradım) der… Bunun üzerine Hasan Bedrettin Ülgen kapı eşiğinden geriye
bir adım atıp, eski öğrencisi Erol Simavi’ye hitaben (Sükûtu hayal değil,
sukutu hayal) der ve kapıdan dışarı çıkarak iş yerini terk eder.
Yukarda ki
sohbet yollu anıda, yanlış telaffuz sebebiyle farklı kelimelere ve farklı
kavramlara sebebiyet verildiğine tanık olmaktayız. Bizim konumuz ise, aynı
kavramların farklı kelimelerle telaffuz edilmesine ve kendi içimizdeki dil
farklılığına yol açmasına ilişkindir.
Kendi içimizdeki dil farklılığı konusuna gelince;
Seksen
yaşıma geldiğim hayat akışı içinde, gaz lambasından başlayarak bilgisayar
çağına doğru gelişmelere tanık oldum. Ülkemizde olumlu veya olumsuz çok şeyler
değişti.
Cümle için
eyerleştirilen kelimelerde; İmkân (Olanak), Müstesna (Ayrıcalık), Mesuliyet
(Sorumluluk), Muhallif (Karşıt), Muhtemel (Olası), Muafiyet (Bağışıklık),
Temayüz (Kendini gösterme), Kelime (Sözcük) oldu… Bu örnekler daha da
çoğaltılabilir.
İletişim
aracı olan dil birliği son kırklı ve ellili yıllardan itibaren o kadar
farklılıklara büründü ki kuşaklar arasında anlatım ortaklığı giderek zorlaşmaya
başladı. Her iki devri birlikte yaşamış benim yaşımdakiler için cümle
kurulurken toplumun her kesimini kucaklayabilecek ortak kelimelerin seçiminde
hangisinin tercih edilmesi gerektiği noktasında sıkıntılar yaşanmaya başlandı.
Günümüz
şartlarında cümle kurarken, Kavram yerine (Mefhum), Kamuoyu yerine (Efkarı
Umumiye), Farklılık yerine (Mübayenet), İzlenim yerine (İntiba), Yanlışlıkla
yerine (Sehven), Çelişki yerine (Tenakuz), Uyumlu yerine (Tenasüp), eşdeğer
yerine (Mümasil) kelimelerini kullanmış olsak bu kelimeleri kaç kişi anlar ve toplumun
ne kadarını kucaklar?
Kuşaklar
arasında iletişim kopukluğuna yer vermemek için kendi içimizdeki dil
farklılığının sebebiyet verdiği anlatım sıkıntılarının, halk olarak bizim
ayıbımızın olmadığını da burada belirtmek isterim.
Millet, Ulus kelimelerine gelince;
Bazen
(Millet) bazen de (Ulus) kelimelerinin kullanıldığına tanık olunmaktadır. 18
Ekim 1982 kabul tarihli Anayasa’da (Millet) kelimesi yer almaktadır. Bakanlar
Kurulu’nun teklifi ile Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 17 Mart 1981
tarihinde kabul edilen 2429 sayılı (Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı)
ifadesinde resmi olarak (Ulus) kelimesi yer almaktadır. (Milletler Arası) ile
(Uluslar Arası) tanımlaması eşdeğer görülmektedir Aynı kavramı temsil eden
(Millet) ve (Ulus) kelimeler toplum diline eşdeğer olarak yerleşmiş
bulunmaktadır.
Yeri
gelmişken şunu da ifade etmek isterim ki, kelime farklılığından yararlanıp aynı
kavramı farklı kavramlar imiş gibi zihinleri yanıltarak toplumu (Milliyetçi) ve
(Ulusalcı) olarak kamplara ayırma fırsatını kollayanlara da rastlanılmaktadır.
Onlara bu fırsatı tanımamak gerektiğini de belirtmek isterim.
Geçen sayıdaki yazımda güdülen amaç harice karşı Dil
Birliğimizdir.
Gazetemizin
ocak sayısında değindiğim (Dil Birliği) başlıklı yazımda Mustafa Kemal
Atatürk’ün (Ülkesinin yüksek istikbalini korumasını bilen Türk milleti, Dilini
de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır) sözünü bir kere daha tekrar
etmek istiyorum. Son on yıl içinde dilimize İngiliz kökenli o kadar çok
kelimeler sızmaya başladı ki, anlatım aracı ana dilimiz yabancı dillerin
boyunduruğu altına girme tehdidi ile karşı karşıya geldi. Ocak sayısında dil
birliği başlığı altındaki yazımda ana dilimize sızma durumundaki İngiliz
kökenli yabancı kelimelerden verdiğim somut örneklerin yeterli olacağını, bu
nedenle aynı örnekleri bir kere daha tekrar etmenin gerekli olmayacağını
düşünüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder