16 Kasım 2012
Biz gazeteciliği kimden öğreneceğiz?
Yeni değil, yıllardır hep aynı eleştiri ile karşılaşırız: "Kardeşim böyle gazetecilik yapılır mı?" Bunu söyleyenler de sadece siyasiler değildir. İş adamından sporcusuna, askerinden bilim adamına kadar herkesten duyarız. Şimdi de bize yargı ayar vermeye başladı.48 yıldır bu işi yapıyorum, meğer hala öğrenememişim.
Gazetecilik nedir, nasıl yapılır, haber nasıl yazılır, bilemiyor muşum.
Bu ülkede herkes gazeteci kesildi. Her önünüze çıkan size bir ders veriyor. Daha doğrusu, gazeteciliğin "nasıl bizim yaptığımız gibi yapılmaması gerektiğini" anlatıyor.
Bıkkınlık geldi artık.
Sadece siyasetçilerden şikayet etmiyoruz.
Herkesten şikayetçiyiz.
Nasıl her birimiz, her maçta birer teknik direktör kesilip, sahadaki takımların nasıl yönetilmesi gerektiği konusunda son derece derin bilgilerimizi sergiliyorsak, gazetecilik konusunda da aynı durum yaşanıyor.
Ülkenin tüm sorunları bize fatura ediliyor.
Her defasında, her tartışmada "yanlış anlayan" bizler oluyoruz.
Hem bölücü, hem çıkarcı, hem cahil, hem de iktidar düşmanıyız.
Şimdi de başımıza yargı çıktı.
Oda TV davası bunun tipik bir örneği.
Devleti yıkmak, darbe yaptırmak gibi iddiaları bir yana bırakın, iş dönüp dolaşıp "böyle gazetecilik olmaz" cümlesine bağlanıyor.
Yargıçlarımızın, savcılarımızın, polisimizin kafasında bir Gazetecilik nosyonu var. Bu klişeyi nereden öğrenmişlerse, bizlerin de aynen o çerçevede kalmamızı istiyorlar. Onun ötesine geçildiğinde, ya darbeci veya bölücü oluveriyorsunuz. Zaten yasalar da öylesine muğlak ki, istenildiği yere çekilebiliyor.
Gazeteciliğin bir muhalefet gücü olduğunu kabul edemiyorlar.
Aksine, güllük gülistanlık bir ülke yansıtacaksınız...
Devlet ne derse onu alkışlayacaksınız...
Arada bir de "yapıcı eleştiri" serpiştireceksiniz.
İşte Türk Devletinin gözündeki başarılı gazeteci imajı.
Ancak başaramayacaklar.
Ne kadar zorlarlarsa zorlasınlar, inadına, onların istedikleri gibi bir gazetecilik yapmayacağız.
Yeni değil, yıllardır hep aynı eleştiri ile karşılaşırız: "Kardeşim böyle gazetecilik yapılır mı?" Bunu söyleyenler de sadece siyasiler değildir. İş adamından sporcusuna, askerinden bilim adamına kadar herkesten duyarız. Şimdi de bize yargı ayar vermeye başladı.48 yıldır bu işi yapıyorum, meğer hala öğrenememişim.
Gazetecilik nedir, nasıl yapılır, haber nasıl yazılır, bilemiyor muşum.
Bu ülkede herkes gazeteci kesildi. Her önünüze çıkan size bir ders veriyor. Daha doğrusu, gazeteciliğin "nasıl bizim yaptığımız gibi yapılmaması gerektiğini" anlatıyor.
Bıkkınlık geldi artık.
Sadece siyasetçilerden şikayet etmiyoruz.
Herkesten şikayetçiyiz.
Nasıl her birimiz, her maçta birer teknik direktör kesilip, sahadaki takımların nasıl yönetilmesi gerektiği konusunda son derece derin bilgilerimizi sergiliyorsak, gazetecilik konusunda da aynı durum yaşanıyor.
Ülkenin tüm sorunları bize fatura ediliyor.
Her defasında, her tartışmada "yanlış anlayan" bizler oluyoruz.
Hem bölücü, hem çıkarcı, hem cahil, hem de iktidar düşmanıyız.
Şimdi de başımıza yargı çıktı.
Oda TV davası bunun tipik bir örneği.
Devleti yıkmak, darbe yaptırmak gibi iddiaları bir yana bırakın, iş dönüp dolaşıp "böyle gazetecilik olmaz" cümlesine bağlanıyor.
Yargıçlarımızın, savcılarımızın, polisimizin kafasında bir Gazetecilik nosyonu var. Bu klişeyi nereden öğrenmişlerse, bizlerin de aynen o çerçevede kalmamızı istiyorlar. Onun ötesine geçildiğinde, ya darbeci veya bölücü oluveriyorsunuz. Zaten yasalar da öylesine muğlak ki, istenildiği yere çekilebiliyor.
Gazeteciliğin bir muhalefet gücü olduğunu kabul edemiyorlar.
Aksine, güllük gülistanlık bir ülke yansıtacaksınız...
Devlet ne derse onu alkışlayacaksınız...
Arada bir de "yapıcı eleştiri" serpiştireceksiniz.
İşte Türk Devletinin gözündeki başarılı gazeteci imajı.
Ancak başaramayacaklar.
Ne kadar zorlarlarsa zorlasınlar, inadına, onların istedikleri gibi bir gazetecilik yapmayacağız.
“BEN NEDEN 2 YILDIR YATIYORUM?”
Soner Yalçın çok basit bir soru soruyor. Oda TV
diye adlandırılan davadan iki yıldır tutuklu yatıyor ve nedenini bir türlü
anlayabilmiş değil. Bu dava “Gazetecilik nasıl yapılmalı?” tezlerine
konu olabilecek cinsten. Yargı bir kuyuya düştü, bir türlü çıkamıyor.
Çıkamadıkça da işi uzatıyor. İşte bu komedinin son perdesinde TUBİTAK raporuyla
yine gündeme geldi.
Soner de yolladığı mektubunda buna değiniyor:
“...TÜBİTAK ek raporunda yine herkesin kafasını
karıştırdı.
Bakın bunu nasıl yaptı?
TÜBİTAK diyor ki;
“Herhangi bir dosyanın bir bilgisayarda oluşturulup
oluşturulmadığının, değiştirilip değiştirilmediğinin tespiti mümkün değildir.”
“Ama” diyor; “İddianameye konu olan Delil
1’de kullanıcı tarafından değiştirilmiş dokümanlar içinde “Soner Yalçın”
imzasıyla yayınlanan haber yazıları olduğu tespit edilmiştir.”
Nedir bu yazılar?
Nedir bu yazılar?
Benim Odatv’ye gönderdiğim haberler ve Hürriyet
gazetesine yazdığım makalelerdir.
Bilgisine ve Türkçesine güvendiğim Barış Pehlivan’a
okuması için, düzeltmesi ve Odatv’de yayınlaması ve Hürriyet Gazetesi Yazı
İşleri’ne göndermesini istediğim makalelerdir.
Bunların davayla uzaktan yakından ilgisi yoktur.
İddianamede bu haberler yer almamaktadır.
Fakat TÜBİTAK, Soner Yalçın kendi bilgisayarında
yazdığı yazıların CD DVD- USB tarzı veri depolama cihazlarıyla taşındığını
değerlendiriyor.
Aslında TÜBİTAK bilinçli olarak kafa karıştırıyor.
Davaya konu olan dokümanları ''Soner'' isimli
bir kullanıcının oluşturduğu tespiti var.
TÜBİTAK, kullanıcı “Soner”in yazdıklarının suç konusu 3 bilgisayara nasıl geldiği konusunda net bir şey söylemek istemiyor.
TÜBİTAK, kullanıcı “Soner”in yazdıklarının suç konusu 3 bilgisayara nasıl geldiği konusunda net bir şey söylemek istemiyor.
Eğer diyor, Soner Yalçın’ın yazdıklarını ilgili
bilgisayarlarda Barış Pehlivan düzeltti ise “Soner” isimli kullanıcının
yazdığını “Barış” isimli kullanıcı değiştirmiş olabilir.
“Soner” isimli kullanıcı tarafından yazılan bu
dokümanı Soner Yalçın’ın bilgisayarında yazdığına ilişkin, tüm bilgisayarlar
incelenmesine rağmen, hiçbir tespite yer vermiyor.
Bu doğaldır. Çünkü o dokümanı Soner Yalçın
yazmamıştır.
TÜBİTAK, elmayla armutları bilinçli olarak karıştırıyor.
Bütün bu zorlamalara rağmen TÜBİTAK ek raporu şunu
demektedir;
İddianameye konu olan dokümanların her 3 bilgisayarda
da oluşturulmadığı, açılmadığı ve değiştirilmediğini söylemektedir. Ve hatta
işletim sistemi izleri ve dosya sistemi üst verilerinin bu kanaati daha da
Kuvvetlendirdiğini açıkça ifade etmektedir.
ODTÜ’den, Boğaziçi’nden, Yıldız Teknik’ten ve ABD’den alınan bilirkişi raporlarıyla, TÜBİTAK’ın hazırlamış olduğu her iki rapor da dokümanların Odatv çalışanları tarafından oluşturulmadığı ve sosyal mühendislik saldırısı yoluyla hedefe odaklı olarak gönderildiği teyit edilmektedir.
ODTÜ’den, Boğaziçi’nden, Yıldız Teknik’ten ve ABD’den alınan bilirkişi raporlarıyla, TÜBİTAK’ın hazırlamış olduğu her iki rapor da dokümanların Odatv çalışanları tarafından oluşturulmadığı ve sosyal mühendislik saldırısı yoluyla hedefe odaklı olarak gönderildiği teyit edilmektedir.
Bilirkişiler bu konuda hemfikir…
Peki, gerçek bu derece açıkken, ben niye Silivri
Cezaevi'nde 2 yıldır hapis yatmaktayım?..”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder