Reha Muhtar
Milliyet gazetesinin Ankara bürosunda çalışıyordum...
Henüz Atina’ya gitmemiştim...
22 yaşlarında tıfıl bir gazeteciydim
Milliyet gazetesinin Ankara bürosunda çalışıyordum...
Henüz Atina’ya gitmemiştim...
22 yaşlarında tıfıl bir gazeteciydim
Kendi gazetemin birinci sayfasını, spotlarını, mizanpajını, haber işleyişini
beğenmezdim...
Aklım Hürriyet’e giderdi hep...
Yakın arkadaşlarımla konuşurken; “Bakın gazete bu... Nasıl çarpıcı koyuyor manşetleri... Genel Yayın Yönetmeni haberi kokluyor... Manşeti patlatıyor...” derdim...
- “Fakat adam, çok despotmuş” derlerdi...
- “Gece yarılarına kadar milleti dikiyormuş... Doğru düzgün haber getirmeyeni, acayip fırçalıyormuş... Onunla çalışmak çok zormuş...” diye konuşurlardı...
Onlar bu konuşmalarıyla beni Çetin Emeç’ten soğutacaklarını zannederlerdi...
Oysa ben hiç tanımadığım, aynı gazetede çalışmadığım bu adama daha fazla tapardım...
- “Gazeteci böyle olur... Orası Kamu İktisadi Teşekkülü değil...” derdim...
Gel zaman git zaman, bir gün Milliyet gazetesine başına Çetin Emeç’in geleceğini söylediler bize...
Ankara büro haber üzerine, ip gibi gerildi...
Çetin Emeç’le çalışmak, dünyanın en zor şeylerinden biriydi...
Gece 12’de pat diye arar, haber sorardı...
Gecesi, gündüzü, sabahı, akşamı olmazdı...
İzin, tatil hak getireydi...
En önemlisi de attığı fırçaların şiddetiydi...
Daha gelmeden Çetin Emeç’in Hürriyet’te attığı fırçalar “şehir efsanesi” haline gelmişti...
Benimse bu laflar bir kulağımdan girip ötekinden çıkıyordu...
İçim içime sığmıyordu...
Mutluluktan havalara uçuyordum...
Her gün özel haber yapacaktım artık...
Haberlerimi manşete taşıyacaktı...
Onun ne istediğini biliyordum, ben de genç ve o tipte bir gazeteciydim ve öyle haber yapıyordum...
Aklım Hürriyet’e giderdi hep...
Yakın arkadaşlarımla konuşurken; “Bakın gazete bu... Nasıl çarpıcı koyuyor manşetleri... Genel Yayın Yönetmeni haberi kokluyor... Manşeti patlatıyor...” derdim...
- “Fakat adam, çok despotmuş” derlerdi...
- “Gece yarılarına kadar milleti dikiyormuş... Doğru düzgün haber getirmeyeni, acayip fırçalıyormuş... Onunla çalışmak çok zormuş...” diye konuşurlardı...
Onlar bu konuşmalarıyla beni Çetin Emeç’ten soğutacaklarını zannederlerdi...
Oysa ben hiç tanımadığım, aynı gazetede çalışmadığım bu adama daha fazla tapardım...
- “Gazeteci böyle olur... Orası Kamu İktisadi Teşekkülü değil...” derdim...
***
Gel zaman git zaman, bir gün Milliyet gazetesine başına Çetin Emeç’in geleceğini söylediler bize...
Ankara büro haber üzerine, ip gibi gerildi...
Çetin Emeç’le çalışmak, dünyanın en zor şeylerinden biriydi...
Gece 12’de pat diye arar, haber sorardı...
Gecesi, gündüzü, sabahı, akşamı olmazdı...
İzin, tatil hak getireydi...
En önemlisi de attığı fırçaların şiddetiydi...
Daha gelmeden Çetin Emeç’in Hürriyet’te attığı fırçalar “şehir efsanesi” haline gelmişti...
***
Benimse bu laflar bir kulağımdan girip ötekinden çıkıyordu...
İçim içime sığmıyordu...
Mutluluktan havalara uçuyordum...
Her gün özel haber yapacaktım artık...
Haberlerimi manşete taşıyacaktı...
Onun ne istediğini biliyordum, ben de genç ve o tipte bir gazeteciydim ve öyle haber yapıyordum...
***
Çetin Emeç’in gelişiyle birlikte gazetenin tirajı 100’er bin 100’er bin artmaya başladı...
İnanılmaz bir şekilde patlıyordu tiraj...
İki günde bir özel haberlerim manşetleri süslüyordu...
Genceciktim...
Ne ben doyuyordum haberlerimle manşet olmaya...
Ne Çetin Emeç doyuyordu benim haberlerimi manşete taşımaya...
Çetin Emeç’in gelişiyle birlikte gazetenin tirajı 100’er bin 100’er bin artmaya başladı...
İnanılmaz bir şekilde patlıyordu tiraj...
İki günde bir özel haberlerim manşetleri süslüyordu...
Genceciktim...
Ne ben doyuyordum haberlerimle manşet olmaya...
Ne Çetin Emeç doyuyordu benim haberlerimi manşete taşımaya...
***
Bir buçuk iki ay sonra “Çetin Bey Ankara’ya gelecek...” dediler;
- “Büroyu ziyaret edecek... Çalışanlarla tanışacak... Talepleri dinleyecek... Kendisi de bazı söyleyecek...”
Ankara büronun en genç muhabiriydim...
Esasen sigortalı bir muhabir bile değildim...
Telifle ücret alıyordum, henüz kadroya geçmemiştim...
Büroya koyu lacivert kurvaze ceketiyle geldiği o sabahı hiç unutmuyorum...
Ankara bürosunda yapılan yeni toplantı odasında masanın etrafına oturduk...
Herkes nefesi bile kontrollü alıyordu...
O derece gergindiler...
İstanbul’u duymuşlar, Çetin Bey’in nasıl fırçaladığını öğrenmişlerdi...
Bir buçuk iki ay sonra “Çetin Bey Ankara’ya gelecek...” dediler;
- “Büroyu ziyaret edecek... Çalışanlarla tanışacak... Talepleri dinleyecek... Kendisi de bazı söyleyecek...”
Ankara büronun en genç muhabiriydim...
Esasen sigortalı bir muhabir bile değildim...
Telifle ücret alıyordum, henüz kadroya geçmemiştim...
Büroya koyu lacivert kurvaze ceketiyle geldiği o sabahı hiç unutmuyorum...
Ankara bürosunda yapılan yeni toplantı odasında masanın etrafına oturduk...
Herkes nefesi bile kontrollü alıyordu...
O derece gergindiler...
İstanbul’u duymuşlar, Çetin Bey’in nasıl fırçaladığını öğrenmişlerdi...
***
Mümkün olduğunca toplantı içinde “arazi” olmaya çalışıyorlardı...
Oysa toplantıdan önce herkes, “Maaşlarımız diğer gazetelerden az... Bunu dile getiririz toplantıda...” diye konuşmuştu...
Köşeleri yuvarlak dikdörtgen masanın etrafında herkese söz verildi, herkes konuştu...
Ben Çetin Bey’in solunda oturuyordum...
Masada söz sağdan başlanıp bir yuvarlak çizilip verildiğinden en son bana geldi sıra...
Mümkün olduğunca toplantı içinde “arazi” olmaya çalışıyorlardı...
Oysa toplantıdan önce herkes, “Maaşlarımız diğer gazetelerden az... Bunu dile getiririz toplantıda...” diye konuşmuştu...
Köşeleri yuvarlak dikdörtgen masanın etrafında herkese söz verildi, herkes konuştu...
Ben Çetin Bey’in solunda oturuyordum...
Masada söz sağdan başlanıp bir yuvarlak çizilip verildiğinden en son bana geldi sıra...
***
Kimse tek bir kelime söylememişti, söylemiyordu...
Dışarda söyledikleri gibi maaşların azlığından söz eden kimse yoktu...
Büronun sorunlarını da anlatmıyordu kimse...
Herkes “fırtına benim üzerimden geçmesin” tedirginliğiyle sırasını geçiştirmeye çalışıyordu...
Nihayet bana gelmişti sıra...
Hayatımda ilk defa konuşacaktım Çetin Bey’le...
Aslında hayatımda ilk defa bir gazetede üst düzey bir toplantıda söz alıp konuşacaktım...
Toplantıdaki tek kadrosuz stajyer telifli muhabir benim...
- “Çetin Bey” dedim,
- “Diğer gazetelerden iyi gazete yapmak için, bu haberlerden daha fazlasını çıkartmamız gerektiği konusunda haklısınız... Fakat en iyisini yapmak için, en iyi ödemeyi yapmalı gazete... Bizim gazetede maaşlar, diğer gazetelerden düşük... O seviyeyi yakalar, hatta geçerse, haberler ve performans da geçer... Performansı iyi olmayan da o zaman gider...”
Kimse tek bir kelime söylememişti, söylemiyordu...
Dışarda söyledikleri gibi maaşların azlığından söz eden kimse yoktu...
Büronun sorunlarını da anlatmıyordu kimse...
Herkes “fırtına benim üzerimden geçmesin” tedirginliğiyle sırasını geçiştirmeye çalışıyordu...
Nihayet bana gelmişti sıra...
Hayatımda ilk defa konuşacaktım Çetin Bey’le...
Aslında hayatımda ilk defa bir gazetede üst düzey bir toplantıda söz alıp konuşacaktım...
Toplantıdaki tek kadrosuz stajyer telifli muhabir benim...
- “Çetin Bey” dedim,
- “Diğer gazetelerden iyi gazete yapmak için, bu haberlerden daha fazlasını çıkartmamız gerektiği konusunda haklısınız... Fakat en iyisini yapmak için, en iyi ödemeyi yapmalı gazete... Bizim gazetede maaşlar, diğer gazetelerden düşük... O seviyeyi yakalar, hatta geçerse, haberler ve performans da geçer... Performansı iyi olmayan da o zaman gider...”
***
Çetin Bey’le böyle bir konuşma olacak iş değildi...
Konuşanın kimliği ise, bir kamera şakası gibiydi...
- “Yavrucuğum sen kimin adına konuşuyorsun?.. Senin kadron bile yok... Maaşların azlığından şikayet etmek sana mı kaldı?.. Sen milletin maaşını konuşacağına kendi sigortanın yapılmasının peşinde koşsan ya...” deseydi ne cevap verirdim acaba?..
Hiç beklemiyordu benden böyle bir konuşma Çetin Bey...
Çetin Bey’in gözdesiydim...
İki günde bir haberlerimi manşete koyuyordu...
Haberciliğime inanıyordu güveni tamdı bana...
Rahatsız olmuş bir şekilde, “Bunları sonra konuşalım seninle baş başayken Reha...” dedi...
Çetin Bey’le böyle bir konuşma olacak iş değildi...
Konuşanın kimliği ise, bir kamera şakası gibiydi...
- “Yavrucuğum sen kimin adına konuşuyorsun?.. Senin kadron bile yok... Maaşların azlığından şikayet etmek sana mı kaldı?.. Sen milletin maaşını konuşacağına kendi sigortanın yapılmasının peşinde koşsan ya...” deseydi ne cevap verirdim acaba?..
Hiç beklemiyordu benden böyle bir konuşma Çetin Bey...
Çetin Bey’in gözdesiydim...
İki günde bir haberlerimi manşete koyuyordu...
Haberciliğime inanıyordu güveni tamdı bana...
Rahatsız olmuş bir şekilde, “Bunları sonra konuşalım seninle baş başayken Reha...” dedi...
***
O gün fark ettim ki, “Ne kadar büyük bir usta olursa olsun; esen gürleyen genel yayın yönetmenleri bir şehir efsanesi gibi yaşasalar da, kimse onlara karşı duygularını doğru düzgün dile getiremiyor”... Onların büyük gazeteciliği yaratılan “endişe ve korku” ortamına maalesef yenik düşüyor...
Çetin Emeç inanılmaz usta bir gazeteciydi...
Gecesi, gündüzü, Pazar’ı, yazı yoktu...
Aylarca tek bir gün izin yapmadan çalıştı o gazetede...
115 binden aldığı Milliyet gazetesini kısa zamanda 593 bin tiraja oturttu...
Birinci gazete oldu Milliyet, yayın hayatı boyunca sadece o yıl Hürriyet’i tirajda geçti...
Fakat Çetin Bey’in bu başarıları konuşulmadı...
Hep insanları nasıl fırçaladığı, gece büroda gazetecileri nasıl diktiği, haber getirmeyene nasıl “bir daha böyle yaparsan muhasebe servisine gidip ilişiğini kesersin...” diye söylendiği anlatıldı...
O gün fark ettim ki, “Ne kadar büyük bir usta olursa olsun; esen gürleyen genel yayın yönetmenleri bir şehir efsanesi gibi yaşasalar da, kimse onlara karşı duygularını doğru düzgün dile getiremiyor”... Onların büyük gazeteciliği yaratılan “endişe ve korku” ortamına maalesef yenik düşüyor...
Çetin Emeç inanılmaz usta bir gazeteciydi...
Gecesi, gündüzü, Pazar’ı, yazı yoktu...
Aylarca tek bir gün izin yapmadan çalıştı o gazetede...
115 binden aldığı Milliyet gazetesini kısa zamanda 593 bin tiraja oturttu...
Birinci gazete oldu Milliyet, yayın hayatı boyunca sadece o yıl Hürriyet’i tirajda geçti...
Fakat Çetin Bey’in bu başarıları konuşulmadı...
Hep insanları nasıl fırçaladığı, gece büroda gazetecileri nasıl diktiği, haber getirmeyene nasıl “bir daha böyle yaparsan muhasebe servisine gidip ilişiğini kesersin...” diye söylendiği anlatıldı...
***
Çok uzun yıllar geçmesi gerekti, Çetin Emeç’in kıymetinin anlaşılması için gazeteciler arasında...
O fırçalayan halinin, aslında iyi bir gazete yapmak için muhabirleri teşvik etmek amacıyla olduğunu çok sonra anladı o da bir kısım gazeteci...
Bazıları ise hiç anlamadılar Çetin Bey’i...
Onlar için Çetin Emeç hep “fırçalayan” bir genel yayın yönetmeni olarak hafızalarda kaldı...
Çok uzun yıllar geçmesi gerekti, Çetin Emeç’in kıymetinin anlaşılması için gazeteciler arasında...
O fırçalayan halinin, aslında iyi bir gazete yapmak için muhabirleri teşvik etmek amacıyla olduğunu çok sonra anladı o da bir kısım gazeteci...
Bazıları ise hiç anlamadılar Çetin Bey’i...
Onlar için Çetin Emeç hep “fırçalayan” bir genel yayın yönetmeni olarak hafızalarda kaldı...
ALDIĞIM DERS...
Bana gelince;
O günlerin üzerinden 15 yıl geçtikten sonra, bir televizyona genel yayın yönetmeni oldum...
Rol modelim Çetin Emeç’ti...
Çoğunlukla onun gibi davrandım...
Kendimi muhabir ve kameraman çocukların babası gibi gördüm...
Onlar üzerinde her türlü tasarrufta bulunmaya hakkım var diye düşündüm...
Bir baba olarak; onları patron da dahil herkesten korurdum, onlara bir şey olmasın diye üzerlerine titrerdim...
Bir tek kişiyi patron istedi diye işten attırmadım...
Kendimi “Babaları olarak” gördüğüm için; zaman zaman ilk bakışta çok kırıcı görünebilecek lafları çekinmeden ederdim...
Medya dünyasında benim için de “Onunla çalışmak çok zor...” dediler...
Fırçalarım, toplantılardaki konuşmalarım, davranışlarım bir şehir efsanesine dönüşüverdi medyada zaman içinde...
Şimdi dönüp baktığımda “bugün olsa da duruşumdan taviz vermezdim” diye düşünüyorum...
Fakat tahmin ediyorum, insanlarla daha fazla empati kurmaya çalışırdım...
“Başarıya endeksli bir haber merkezini sürdürürken” insan hayatının mutluluğuna daha fazla yer açardım...
Bunu bir taviz olarak görmezdim...
Bir “babanın şefkati” olarak addederdim...
Başarıdan vazgeçmezdim...
Fakat başarının tanımını bir parça değiştirirdim...
“Mutluluğun adı”ydı esasen başarı...
Kimse için başka bir başarı kriteri yoktu ki...
Durup dururken nerden geldi bu olay aklıma?..
Kim bilir?..
Bana gelince;
O günlerin üzerinden 15 yıl geçtikten sonra, bir televizyona genel yayın yönetmeni oldum...
Rol modelim Çetin Emeç’ti...
Çoğunlukla onun gibi davrandım...
Kendimi muhabir ve kameraman çocukların babası gibi gördüm...
Onlar üzerinde her türlü tasarrufta bulunmaya hakkım var diye düşündüm...
Bir baba olarak; onları patron da dahil herkesten korurdum, onlara bir şey olmasın diye üzerlerine titrerdim...
Bir tek kişiyi patron istedi diye işten attırmadım...
Kendimi “Babaları olarak” gördüğüm için; zaman zaman ilk bakışta çok kırıcı görünebilecek lafları çekinmeden ederdim...
Medya dünyasında benim için de “Onunla çalışmak çok zor...” dediler...
Fırçalarım, toplantılardaki konuşmalarım, davranışlarım bir şehir efsanesine dönüşüverdi medyada zaman içinde...
Şimdi dönüp baktığımda “bugün olsa da duruşumdan taviz vermezdim” diye düşünüyorum...
Fakat tahmin ediyorum, insanlarla daha fazla empati kurmaya çalışırdım...
“Başarıya endeksli bir haber merkezini sürdürürken” insan hayatının mutluluğuna daha fazla yer açardım...
Bunu bir taviz olarak görmezdim...
Bir “babanın şefkati” olarak addederdim...
Başarıdan vazgeçmezdim...
Fakat başarının tanımını bir parça değiştirirdim...
“Mutluluğun adı”ydı esasen başarı...
Kimse için başka bir başarı kriteri yoktu ki...
Durup dururken nerden geldi bu olay aklıma?..
Kim bilir?..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder